
Teracity Yönetim Kurulu Başkanı Osman AKIN, ülkemizde dijital dönüşüm ve teknoloji dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri. Elektronik mühendisliği eğitiminin ardından bir süre akademide görev aldıktan sonra özel sektöre geçiş yapan Akın, Türkiye’nin ilk teknoloji perakende zincirlerinden Teknolojix’i kurarak dikkatleri üzerine çekti. Günümüzde dijitalleşme, kamu yazılımları ve yapay zekâ uygulamaları konusunda birçok projeye öncülük ediyor. AKIN’a göre dijital dönüşüm çağı artık geride kalıyor. "Dijital dönüşümü gündemimizden çıkarmalıyız. Yapay zekâ çağı başladı. Bundan sonra asıl odaklanmamız gereken şey yapay zekâ dönüşümüdür," diyen AKIN çarpıcı bir uyarıda bulunuyor: "Eğer bu dönüşümü kaçırırsak, şu an gördüğümüz öndeki koşucuyu bir daha göremeyiz. Hâlâ dijital dönüşümü konuşmaya devam edersek, dünya bizden kopacak." MARSİFED Başkanı, TÜRKONFED Yönetim Kurulu Üyesi ve BTSO Konsey Başkanı olarak sivil toplum alanında da aktif görevler üstlenen Osman AKIN, ICT MEDIA TV’nin YouTube kanalında yayınlanan, Murat PEHLİVAN’ın sunduğu “Açık Açık” programına konuk oldu. Dergimizde özetine yer verdiğimiz bu programın tamamını ICT MEDIA TV YouTube kanalından izleyebilirsiniz.
Murat PEHLİVAN: Açık Açık programında sektörün duayen isimlerinden Teracity Yönetim Kurulu Başkanı Osman Akın Bey ile birlikteyiz. Hepimizin bir hikâyesi var. Özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri sektörü – yani ICT – oldukça genç bir sektör. Yaşlarımız gereği bu sektöre başlangıç döneminde dahil olduk. Sizin gibi deneyimli bir ismin de elbette bu sektöre dair bir hikâyesi vardır. Çünkü siz sadece tek bir alanda değil, farklı sektörlerde de deneyim kazanmış birisiniz. O yüzden sohbetimize şu soruyla başlamak istiyorum: Bu sektöre nasıl adım attınız?
Osman AKIN: Bilişim sektöründeki insanların hikâyeleri genelde klasik olmaz ama yaş itibariyle biz artık “klasik arabalar” gibi olduk. Sektördeki mazim 40 yılı buldu. 1985 yılı... İlk kez bilgisayarla tanıştığım, kod yazmaya başladığım yıl...
Murat PEHLİVAN: 1985’te Türkiye’de bilgisayarlar neredeyse yoktu, değil mi?
Osman AKIN: Evet, gerçekten yok denecek kadar azdı. Aslında bu duruma dair çok güzel bir hikâyem var. İsterseniz onu anlatayarak başlayayım.
Murat PEHLİVAN: Lütfen, hikâyeyi merak ettim, dinlemek istiyordum.
Osman AKIN: O yıllarda Uludağ Üniversitesi Elektronik Mühendisliği bölümünde okuyordum. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni kazanmıştım ama bazı ekonomik zorluklar nedeniyle İstanbul’da okuyamadım. Mecburen Uludağ Üniversitesi’ne döndüm. O dönemde gerçekten büyük imkânsızlıklar vardı. Bilgisayar sahibi olmak büyük bir lüks sayılırdı. İkinci sınıfa geçtiğimde, artık kod yazmamız gerekiyordu ve ben de çok istiyordum bilgisayar almayı. O zamanlar bilgisayar deyince akla Commodore 64 gelirdi.
Bildiğiniz gibi hanımlar arasında “gün” yapılır. Annem de gün yapmıştı. Kadıncağız para biriktirmiş, biriktirdiği parayla evin oturma odasındaki çekyatları yenilemek istiyordu. Biz kardeşimle o çekyatlarda yatıyorduk. Gittim, dedim ki: “Anne, bilgisayar almak istiyorum.”
O da “Oğlum, çekyatların ayakları kırık, onları değiştirmemiz lazım, sen de orada yatıyorsun” dedi.
Murat PEHLİVAN: Yatacak yerimiz yok yani!...
Osman AKIN: Evet! Ben de dedim ki, “Ben böyle yatarım, önemli değil.” O dönemde programlama öğrenmek istiyorum. Annem sağ olsun, hiç ikiletmeden kabul etti. Gerçekten hayatıma çok önemli bir dokunuş yaptı Murat Bey. Her yerde anlatırım, severek de anlatırım. Bu, annelerin evlatlarının hayatına nasıl dokunduğuna dair çok güzel bir hikâyedir.
O gün, evimize bir kanepe almak yerine bana bilgisayar aldı. Böylece 1985 yılında bir Commodore 64 ile ilk kodumu yazdım, ilk oyunum da bir “balık yakalama” oyunuydu. O dönem kasetli sistemler vardı, saatçi tornavidasıyla kafa ayarı yaptığımız zamanlar...
1987'de, entegresini kendim lehimleyerek ilk modemimi yaptım. İnternet henüz yoktu ama ben modem yapmıştım. Herkes “Modem nedir?” diye soruyordu. Modülatör-demodülatör diye anlatıyorduk ama kimse bir şey anlamıyordu. 360 bps – yani saniyede 360 bit! Kbit falan değil, bildiğin bit!
1987’de ilk modemi yaptığımda Atari 520ST bilgisayarlar vardı üniversitede. Onları iki adet modemle onları birbirine bağladık. O dönem internetin adı bile geçmiyordu. Benim bilişim sektörüyle tanışmam böyle başladı: 1985’te ilk kod, 1987’de modem yapımı, sonra üniversitedeki tez çalışmaları… 1988’de mezun olduktan sonra bir süre öğretim görevliliği yaptım. Aynı zamanda arkadaşlarla ortak bir şirket kurduk. Ticari olarak bilgisayar işine, bilişim sektörüne ise 1990 yılında adım attım.
Murat PEHLİVAN: Yani 1990’da ticarete başladınız.
Osman AKIN: Evet, bilgisayar ticareti. O dönem Escort Computer çok popülerdi. İbrahim Özer ile – kulakları çınlasın – birlikte başladık. Ben Bursa’daydım ve işi epey büyüttük. Escort’un ürettiği bilgisayarların %20’sini ben satıyordum. Türkiye genelinde çok ciddi bir pazar payımız vardı.
Murat PEHLİVAN: Validenizin, çekyat yerine bilgisayarı tercih etmesiyle birlikte hayatınız tamamen değişmiş diyebiliriz...
Osman AKIN: Kesinlikle. O an bir kırılma noktasıydı.
Murat PEHLİVAN: Hakikaten annelerin evlatları için verdiği kararlar dönüm noktası oluyor. Hele bir de vefa varsa... Başka bir şey. Yani annenize duyduğunuz saygı, hürmet… Herkes yapıyordur elbette ama biz bazen yapılmadığını da görüyoruz. Anneler gerçekten baş tacı.
Osman AKIN: Çok kısa bir şey daha anlatayım, annemle ilgili… Gerçi program annemi anlatmaya döndü ama çok şey borçluyum ona. Üniversitede öğretim görevlisiydim. Yüksek lisans, doktora yapıyordum. Yurt dışından kabul aldım. Amerika’dan, İngiltere’den burslar geldi. Devlet bursları... Annem dedi ki: “Gidemezsin.” Ben hayatım boyunca annemin “hayır” dediği hiçbir şeyi yapmadım. Ne derse o.
Murat PEHLİVAN: Dediyse hayırdır.
Osman AKIN: Aynen öyle. Annemin, babamın sözünü asla çiğnemedim. Sonuç olarak gitmedim. Geçenlerde konuşuyoruz: “Anne, bak deseydin o zaman gidecektim, profesör olacaktım,” dedim. “Oğlum,” dedi, “Daha iyi oldu. Ne olacaktın, devlet memuru... Şimdi iş adamı oldun. İmkânların var. Daha ne olsun.” Bazen gerçekten anne sözü dinlemek çok doğru bir karar olabiliyor.
Murat PEHLİVAN: Çok kıymetli gerçekten. Şimdi... bu sohbeti meslekteki 40. yılınız özelinde yürütüyoruz. Teracity’e geçeceğiz ama önce küçük bir dokunuş yaptık: Escort. Escort Bilgisayar, Türkiye için gerçekten önemli bir markaydı. Türkiye’nin bilgisayarlaşmasında ciddi katkılar sundu. Escort’tan başlayarak Teracity’e uzanan yolculuğunuzda iş yaşamınıza dair bazı anekdotları bizimle paylaşır mısınız?
Osman AKIN: Kesinlikle. Escort, o dönemde Türkiye’de IBM’in tahtını devirdi. IBM, pazarda bir numaraydı. Ancak Escort, adeta "no name" bir bilgisayarı markalaştırarak pazarı dönüştürdü. Çok ciddi satış rakamlarına ulaştı ve büyük işler başardı. Sunucusundan multimedya sistemlerine kadar birçok alanda üretim yaptı. İlk multimedya bilgisayarı yaptı.
İlginç bir anımı paylaşayım: Türkiye'de ilk multimedya bilgisayar tanıtımını Hilton Oteli’nde yapacaktık ama sunum yapacak birini bulamamışlardı. Beni çağırdılar. Gittim ve multimedya bilgisayar nedir, onu anlattım: İçinde ses kartı olan, bir hoparlörle gelen ve bir CD-ROM sürücüsü bulunan sistemlerdi. Bugün basit görünen bu bileşenler o günlerde devrim niteliğindeydi. O gün insanlara ses kartı ve CDROM’u anlatıyorduk… Nereden nereye!
Uzun yıllar donanım tarafında çalıştım. Daha sonra teknoloji perakendeciliğinin Türkiye’de büyüyeceğini öngördüm. Teknosa’dan bile önce, Vatan Bilgisayar, Hasan abi Elmadağ’da bir Vatan Bilgisiyar mağazası açmıştı. Biz de o yıllarda Teknolojix mağazalarını açmaya başladık. Ama ben klasik bayilik sistemi yerine franchise modelini Türkiye’ye getirdim.
O dönemde Bimeks gibi firmalar kendi mağazalarını açıyordu. Ben ise franchise modelini ilk uygulayan kişi oldum. Dünyada ilk franchise sistemini başlatan marka Singer’dır — dikiş makineleriyle. Escort da 1993’te bayilik benzeri bir sistem denedi ama bu sadece Escort ürünlerinin satıldığı bir yapıydı. Vestel, Arçelik mağazaları gibi bir bayilik sistemiydi daha ziyade… Biz gerçek anlamda teknoloji perakendeciliğini franchise modeliyle gerçekleştirdik.
2007 yılında Ernst & Young’ın düzenlediği “Yılın Girişimcisi” yarışmasında Türkiye finalisti oldum. Jüride çok değerli insanlar vardı. O yarışmada jüriye, Türkiye’de neden franchise modeliyle teknoloji perakendeciliğinin yapılması gerektiğini anlattım. Çünkü Türkiye farklı bir ülke. Biz 26 ilde 47 mağazaya ulaştık. Teknolojix, Türkiye’nin ISO 9001 belgeli ilk teknoloji perakendecisi oldu. Ayrıca "Anadolu Markaları" yarışmasında da birincilik ödülünü aldık. Ödülü dönemin Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in elinden Ankara Hilton’da aldım. Teknolojix, birçok “ilk”e imza atmış değerli bir markadır.
Sönmez Holding bize yatırım yaptı, ortak oldu. 2011 yılının 15 Nisan’ında ise hisselerimi satarak ortak olduğum Sönmez Holding'den ayrıldım. Yeni bir alana geçmeye karar verdim: Yazılım.
Murat PEHLİVAN: Bunlar kolay işler değil. Franchise modelini kurmak, büyütmek, sonra holdinge exit yapmak… Türkiye şartlarında hiç kolay değil. Yazılım sektörüne yönelmenizi ne tetikledi? Ne keşfettiniz ki bu alana geçtiniz?
Osman AKIN: Aslında bu da girişimcilikle ilgili. 2007’de Ernst & Young ödülünü alınca CNN’de Emin Çapa’nın konuğu oldum. Yayın öncesi “Ne konuşacağız?” diye sorduğumda, “Sizin gibi bir girişimci her soruma cevap verebilir” dedi. Ben de hazırlıksız çıktım yayına.
Emin Bey, yayında “Sizi diğer girişimcilerden ayıran şey nedir?” diye sordu. Ben de dedim ki: “Girişimciler doğru zamanda doğru işe giren kişilerdir. Ama benim farkım şu: Ben doğru zamanda işten çıkmayı bilirim.”
Teknoloji perakendeciliği artık bir inovasyon oyunu olmaktan çıkmıştı; büyük ciro, küçük kâr oranlarıyla bir dayanıklılık testine dönüşmüştü. Bu noktada bir mühendis değil, bir ekonomistin becerilerine ihtiyaç vardı. Ben geleceği orada görmedim.
Bunun yerine yazılım teknolojilerinin hayatın her alanına gireceğini fark ettim. Yazılım sektörü, küçük fikirlerle büyük değer yaratabileceğiniz bir alan. Türkiye’den unicorn’lar çıkmaya başladı. Gelecek, kodlama ve yazılıma dayalı teknolojilerdeydi. Ben de bu yüzden yazılım sektörüne geçtim.
Murat PEHLİVAN: Ve şimdi Teracity... Burası nasıl bir hikâyeyle başladı?
Osman AKIN: Teracity, aslında daha önce kurulmuş eski bir yazılım şirketiydi. 2011 yılının sonunda %50’sine ortak oldum. O dönem belediyelere yönetim bilgi sistemleri üreten, ancak hem ekonomik hem operasyonel sıkıntılar yaşayan bir yapıydı.
Ben, potansiyeli olan ama zor durumda olan şirketlerle ilgilenmeyi seviyorum. Bu da doğru bir zamanlama örneğiydi. Teracity’yi yeniden yapılandırdık. Yazılım ürünlerini güncelledik, hizmet kalitesini artırdık ve müşteri memnuniyetini esas alan bir yapıya geçtik. Şimdi çok daha sağlıklı ve yenilikçi bir noktadayız.
Murat PEHLİVAN: Doğru bir zamanlamaydı. 2000’lerle birlikte Türkiye’de “sayısallaşma” sürecine girdik. Aydın Köksal Hoca'nın ifadesiyle, o buna "dijitalleşme" dememizi kesinlikle istemez, “sayısallaşma” der. Ve bence haklı. Bu dönemle birlikte sürecin ivmelendiğini gördük. Önceden bilişim ya da yazılım sektörü bazı alanlarda dikey çözümler sunarken, yatay olarak tüm sektörleri kapsamazdı. Şimdi ise hayvancılıktan tarıma, yerel yönetimlerden hizmet sektörüne kadar her alanda sayısallaşma hâkim. Teracity'nin bu süreçte odaklandığı ana sektör hangisi? Bize Teracity’den biraz bahseder misiniz?
Osman AKIN: Teracity aslında bir dijital dönüşüm üreticisidir. Yani bizim işimiz kurumları dijitalleştirmektir.
Murat PEHLİVAN: Bunu biraz açar mısınız?
Osman AKIN: Elbette. Sadece belli uygulamaları değil, kamu kurumlarını, özel şirketleri, belediyeleri, organize sanayi bölgelerini, yapılarını dijital araçlarla iş yapabilir hâle getiriyoruz. Mesela Türkiye’de emlak vergisinin internet üzerinden tahsilatını ilk geliştiren şirket biziz. İlk ödeyen de benim. Bu, çok kritik bir eşikti. Dijitalleşmek için dijitalleşmiyoruz; hayatı kolaylaştırmak için dijitalleşiyoruz.
Bugün milyonlarca vatandaş, milyonlarca emlak için, veznelerde sıra beklemeden, belediyeye gitmeden, mobil uygulama ya da web üzerinden gece 23.59’da bile ödeme yapabiliyor. Eğer bu sistem geliştirilmemiş olsaydı ne olacaktı? Trafik artacak, insanlar işlerinden izin alıp belediyeye gitmek zorunda kalacaktı. İstanbul’da evi olan biri Bursa’da yaşıyor olabilir, gelemeyecekti. Bu uygulamayla hem belediyelerin gelirlerini artırdık hem de vatandaşın hayatını kolaylaştırdık. En önemlisi ise şehir içi trafikten karbon ayak izine kadar ciddi bir katkı sağladık. Ülkenin enerji açığını düşündüğümüzde, bu oldukça kıymetli.
Murat PEHLİVAN: Evet, en büyük açığımız enerji.
Osman AKIN: Kesinlikle. Dijitalleşmenin ekonomik karşılığı da var. Sadece belediyeler değil; veteriner uygulamaları, sahipsiz hayvan yönetimi gibi alanlarda da projelerimiz var. Mesela Darülaceze, bizim müşterimiz. Bağış sistemlerini dijitalleştirdik: kurban, ayni ve nakdi bağışlar artık internetten yapılabiliyor. Darülaceze çok önemli bir kurumumuz. Böyle kurumlara gerçekten büyük ihtiyaç var. Burada inanılmaz hayat hikayeleri var. Çok değişik hayat hikayeleri, zenginlikten düşmüş insanlar… Bu kurum bağışlarla ayakta kalıyor. Türkiye'nin herhangi bir yerinde ya da yurt dışında yaşayan biri bağış yapmak istiyordu ama yapamıyordu. Sayemizde artık yapabiliyor.
Aynı şekilde belediyelerde uçtan uca 60’tan fazla modülümüz var. İlçe belediyeleri bizim uzmanlık alanımız. İnsan kaynaklarından vergi tahsilatına, veteriner hizmetlerinden temizlik işlerine kadar (harita hariç, ona entegreyiz) tüm süreçleri kapsayan çözümlerimiz var. Özellikle büyük ilçe belediyelerinde oldukça başarılıyız.
Murat PEHLİVAN: Anlattığınız yerel yönetim uygulamaları, dijital dönüşümün katma değerini gösteriyor. Biz hep katma değeri parasal bir şey olarak algılıyoruz ama aslında zamanın yönetilmesi, insanların kendilerine daha fazla vakit ayırabilmesi de çok önemli. Peki, yerel yönetimler bunun ne kadar farkında?
Osman AKIN: Dijitalleşme oranımız %20'de kaldı (%80'i dijitalleşmemiş). TÜRKONFED'de de belirttiğim gibi, dijital dönüşümü gündemimizden çıkarmalıyız. Artık yapay zeka çağı başladı. Bu nedenle, dijital dönüşüm yerine yapay zeka dönüşümüne odaklanmalıyız. Yapay zeka uygulamaları için öncelikle verilerin dijitalleştirilmesi şart.
Belediyelerde tüm fiziki verileri dijitalleştirerek bir veri tabanı oluşturduk ve üzerine yapay zeka uygulamaları geliştirdik. Bu, yüzde 80 oranında uçtan uca dijitalleşmeyi sağladı. Kalan %20 de zamanla dijitalleşecektir. Yapay zeka tabanlı karar sistemleri, belediyelerin verimliliğini artıracak, sağlıklı kararlar alınmasını sağlayacak ve ihtiyaçların otomatik olarak belirlenmesini mümkün kılacaktır.
Koruyucu hekimlikte olduğu gibi, kent yönetiminde de sorunlar ortaya çıkmadan önlem almak önemlidir. Kent yönetiminde “olay olduktan sonra çözüm üretmek” dönemi bitti. Önemli olan, olayın hiç yaşanmaması. Tıpkı koruyucu hekimlik gibi. Kentte bir sorun olduğunda çağrı merkezine gelen telefonun bir anlamı yok artık. O telefon hiç gelmemeli. Dünya artık bunu konuşuyor. Biz ise hala kaç saatte çözdük problemi diye bakıyoruz. Bakın bunlar artık bitti. Eğer yapay zekâ dönüşümüne geçmez ve dijital dönüşümde takılı kalırsak, diğer ülkelerin gerisinde kalacağız ve rekabet gücümüzü kaybedeceğiz. Yani bu dönem eğer biz ülke olarak, kurumlar olarak, şirketler olarak planlayıp bu tarafa geçemezsek ve hala dijital dönüşümü konuşmaya devam edersek bu kez ara iyice açılacak. Eğer bu dönüşümü kaçırırsak, şu an gördüğümüz “öndeki koşucuyu” bir daha göremeyiz.
Murat PEHLİVAN: Umarım kaçırmayız...
Osman AKIN: Bu bize bağlı.
Murat PEHLİVAN: Türkiye’deki yapay zekâ firmalarını ve girişimlerini görünce umutlanıyorum. Ama bir Çin’deki DeepSeek, ya da Amerika’daki ChatGPT gibi, bizim de kendi markalarımızı yaratmamız gerekiyor.
Osman AKIN: Kesinlikle. İyi firmalarımız var. Ama mesele, bu çözümleri kullanıcıyla buluşturmakta.
Murat PEHLİVAN: O zaman sivil toplum kuruluşları konusuna sonra geleceğim. Teracity tarafında eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Osman AKIN: Teracity gerçekten güçlü bir şirket. Sadece belediyelerle değil, çok kıymetli kamu kurumlarına da dijital dönüşüm projeleri gerçekleştiriyoruz. Bu süreç uzun solukludur ama sonuçta Türkiye'nin dijitalleşmesinde önemli rol oynayan bir yapıdayız. Teracity, 5746 sayılı kanuna tabi bir AR-GE merkezi. Türkiye'nin ilk AR-GE merkezlerinden biriyiz ve 2015’ten beri bu statüye sahibiz. Alanımızda patentlerimiz var, teknoloji üretiyoruz, ihtiyaçlara çözüm sunuyoruz.
Murat PEHLİVAN: Sahada olduğunuz için genel bir gözleminizi merak ediyorum. Peki vatandaşın dijitali algılaması ya da kullanması konusunda ne gözlemliyorsunuz?
Osman AKIN: Çok net bir şey söyleyeyim: İnsanlar ihtiyaç duymadıkları hiçbir şeyi kullanmazlar. Dijital dönüşümün başarısı, ihtiyacın doğru analiz edilip çözümün ona göre tasarlanmasına bağlıdır. Eğer dijitalleşme süreci sadece göstermelikse, bu dönüşüm WhatsApp, Excel ve e-posta düzeyinde kalır. Yani onun ötesine geçiremezsiniz. Gerçek dijitale geçiş, ancak fayda sağlayan çözümlerle mümkün olur. KOBİ’lerin çoğu bu noktada takılıyor çünkü onlara özel çözümler sunulmuyor. Ne şirketlerin büyük bütçeleri ne de çalışanların zamanları bu tarz “ütopik” dönüşümlere uygun. Dijital dönüşüm, somut faydaya dönüşmediği sürece sadece kâğıt üzerinde, kafada kalır.
Murat PEHLİVAN: Bir de sağlık sektörü tarafınız var. Türkiye'nin sağlık altyapısı aslında dünya ile kıyaslandığında güçlü. Bu alanda geliştirdiğiniz çözümlerden bahseder misiniz?
Osman AKIN: Katılıyorum, Türkiye’nin sağlık sistemi gerçekten dünyadaki örneklere baktığımızda oldukça iyi durumda. Hatta 5-6 yıl öncesine göre çok daha iyi süreler açısından. Şu anda biraz nüfus arttığı için hastaneler yetmeme noktasında. Bir de yurt dışına giden bir doktor kitlemiz var.Gerçekçi olmak lazım. Ama yine de E-Nabız sistemi, çok kıymetli bir sistem. Aynı şekilde E-Devlet sistemi de. Bunlar diğer dünya devletleriyle karşılaştırdığımızda Türkiye’nin güçlü yanları.
Pandemi sonrası Sağlık Bakanlığı uzaktan sağlık hizmetleriyle ilgili güzel bir yasa çıkarttı. Bu çok kıymetli bir yasa. Dünya yaşlanıyor, Türkiye’de. Artık yaşlılara evde bakım hizmetleri, uzaktan sağlık hizmetleri çok kıymetli hale gelecek. Burada kimsenin çok fazla da vakti yok. Yani hastaneye git, orada kuyrukta bekle, kontrole git vs. ulaşımdı, trafikti derken… Dolayısıyla uzaktan sağlık yasası inanılmaz doğru bir yasa oldu. Yasa, Sağlık Bakanlığı'nın onayladığı yazılımlarla uzaktan sağlık hizmeti verilebilir diyor. Biz de hemen akabinde buna uygun bir teknoloji geliştirdik. İki yıl süren AR-GE sürecinin ardından “Doktor Evinizde” isimli bir dijital pazar yeri uygulaması oluşturduk. Ticari tarafından daha ziyade Türkiye için bir hizmet tarafı, katma değer tarafı kıymetli. Dünyaya açmamız gereken son derece iyi bir ürün yapmaya çalışıyoruz. Ne yapıyoruz burada? Doktorlarla sağlık hizmeti almak isteyen vatandaşları uzaktan sağlık yazılımızla, teknolojimizle buluşturuyoruz. Ne yapıyor vatandaş? İstediği doktoru seçiyor, randevusunu alıyor, sisteme bağlanıyor, geliştirdiğimiz bir konferans sistemiyle görüşme yapıyor, mesajlaşabiliyor. E-reçete ve E-Nabız entegrasyonları mevcut. Doktorlar arka tarafta Doktor Bilgi Bankası’ndan gerçekten kontrol ediliyor. Sistem Sağlık Bakanlığı’nın denetimi altında bir sistem olduğu için gerçek bir sağlık hizmetini evinden, ofisinden çıkmadan alabiliyorsun.
Doktor Evde uygulamasının en güzel tarafı, siz randevunuzu alıyorsunuz ve fiziki bir hastaneye gitmenize gerek kalmıyor. Çünkü hastanede, randevu saatinde içeri girebilmek genellikle mümkün olmuyor; 15 dakika, yarım saat ya da bir saat beklemek zorunda kalabiliyorsunuz. Ancak burada böyle bir durum söz konusu değil. Saat 09.15 ise sistem tam olarak 09.15’te başlayıp kapanıyor; 09.16’da başlamıyor. Çünkü doktor, sizi tam süresi içerisinde açıp görüşmek zorunda.
Bu, sistemin birinci fazı. Şimdi bu faza sigorta tarafını, özel sağlık sigortalarını da ekliyoruz. Ayrıca sağlık kurumlarını, işitme merkezlerinden tıbbi tahlil laboratuvarlarına kadar genişletiyoruz. Bunların bir kısmında vatandaşın ayağına mobil tahlil hizmeti de göndereceğiz, yani bulunduğu yerde hizmet alabilecek.
Nüfus yaşlanıyor, bu yüzden bu hizmet çok önemli. Artık hastaneye gidemeyecek yaşlılarımız var. Onlar, bulundukları yerde hem online uzman doktor hizmeti alacak, hem de mobil hemşire, teknisyen gibi ekipler gelip gerekli tahlil ve görüntülemeleri yapacak. Uzman doktorun dakikası çok kıymetli; hastalar online olarak bu uzmanlarla görüşebilecek.
Yeni dijital sağlık cihazları da hızla gelişiyor. Nabız ölçen, şeker ölçen, kulağın içini ya da gözün içine bakabilen çok fonksiyonlu cihazlar var. Bu cihazlar 300-400 dolar civarında, yani evimizde ya da ofiste bulundurabileceğimiz fiyatlarda. Kişi bu cihazları kendine bağlayarak, doktor sanki elini hastanın üzerinde tutuyormuş gibi ciğerini dinleyebiliyor, nabzını ölçebiliyor; her şeyi yapabiliyor. Bu cihazlar hızla gelişiyor.
Bunun yanı sıra giyilebilir teknolojiler sayesinde vücudumuzdaki veriler sürekli doktora iletiliyor. Böylece bizim uzaktan sağlık sistemi, büyük faydalar sağlıyor.
Bir de “kontrol randevusu” diye bir uygulama var. Fiziki olarak doktora gidiyorsunuz, doktor 10 gün sonra tekrar gel diyor. Gittiğinizde “Bir sorun var mı?” diye soruyor, “Yok” cevabını alınca “Tamam, gidebilirsiniz” diyor. Şimdi bu kontrol randevularının uzaktan sağlık sistemine alınmasıyla hastanedeki kalabalık ve şehir içi trafik %10-15 oranında azalabilir. Bu inanılmaz bir rahatlama sağlar. Çünkü hastaların %80’i sadece bu iki kelimeyi duymak için gidiyor: “Her şey yolunda.”
Ayrıca tıpta çok önemli bir uygulama olan “ikinci görüş” sistemi var. Nedir bu? Amaliyat denildiğinde ne yapıyorsunuz? “Bir dakika, birine daha sorayım” diyorsunuz. Ameliyat kararı verildiğinde insanlar başka bir doktora danışmak ister. Elinizde tüm tıbbi bilgileriniz var ama iyi doktor nerede? İstanbul’da mı, Siirt’te mi? Siirt’ten İstanbul’a gitmek zorunda kalmak yerine, uzaktan sağlık sistemi sayesinde İstanbul’daki uzmanla online görüşüp ikinci görüş alabilir, hatta üçüncü ya da dördüncü görüşü bile talep edebilir. Konsültasyonlar bile yapılabilir.
Uzaktan sağlık sisteminin sağlık alanında getireceği bir sürü kolaylık var. Daha çok başındayız ama özellikle diyetisyen ve psikolog hizmetlerinde bu sistem çok rahatlık sağlıyor. Özellikle psikologlarla online görüşmeler, danışanların kendilerini daha rahat ifade etmelerine olanak veriyor.
Biz burada geliştirdiğimiz Doktor Evde uygulamasına sağlık onamları, dijital sağlık onamları da entegre ettik. Bu da çok kıymetli bir gelişme. Sağlık onamı konusunda B-Sign adını verdiğimiz bir teknoloji geliştirdik. Bu projeyle Türkiye’nin sağlık endüstrisine önemli katkılar sağlamayı hedefliyoruz. İnşallah bun 2500 doktora ve çok sayıda sağlık kurumuna ulaştıracağız.
İkinci ve üçüncü fazlarda farklı hizmetler de sunacağız. Ardından yurt dışına açılarak sağlık sektörü ihracatı yapmayı planlıyoruz. Çünkü dil seçeneği de olacak; özellikle yurt dışında yaşayan Türklere ve yabancılara sağlık hizmeti ihracatı yapabileceğiz.
Tabii bunun ithalat tarafını da düşünmek lazım. Yurt dışındaki alanında uzman doktorlardan vatandaşlarımızın faydalanması çok kıymetli. Çünkü bazen çaresizlik durumu hepimizin başına gelebilir. Böyle durumlarda yurt dışındaki uzman bir hekimin görüşünü almak çok değerli olabilir. Dolayısıyla Doktor Evinizde gerçekten iyi bir hizmet olarak önümüzdeki yıllarda sahada yerini alacak.
Murat PEHLİVAN: Ben de onu soracaktım. Yurt dışında kendisini ispatlamış doktorlar, hekimler var. Onları da bu sisteme dahil edecek misiniz diye soracaktım. Cevabını vermiş oldunuz. Sağlık verisinin korunması da kritik. Burada sistemin Sağlık Bakanlığı onaylı olması çok önemli.
Osman AKIN: Kesinlikle. Sağlık verisi, özel nitelikli çok kıymetli kişisel bir veri. Hem Kişisel Verileri Koruma Kanunu açısından, hem de Sağlık Bakanlığı’nın regülasyonları açısından uygun olması da gerekiyor. Şimdi bir kısım insanlar bunu WhatsApp üzerinden doktorlar ne yazık ki, hekimler bu işin ciddiyetinin farkında değiller, ama hasta görüşmelerinin kesinlikle WhatsApp gibi ya da başka benzer görüntülü yapmamak gerekiyor. Tamamen Sağlık Bakanlığı onaylı sistem üzerinden yapılması gerekiyor. Aksi takdirde hem hasta hem de doktor açısından ciddi yasal sorunlar doğabilir. Buna da dikkat etmeleri gerekiyor.
Murat PEHLİVAN: Peki, bu hizmeti belediyeler üzerinden vatandaşlara ulaştırmak yönünde bir çalışmanız oldu mu?
Osman AKIN: Oldu. İki belediye ile bu konuda görüştük. Üç temel alanda projeler geliştirdik: Birincisi, sınav öncesi öğrencilere stres danışmanlığı. TC kimlik numarası ile belediye sınırları içinde oturduğu teyit edilen öğrencilere ücretsiz destek sunuluyor. İkincisi, uyuşturucu ile mücadele konusunda uzaktan psikolojik destek. Bakın farkında değiliz ama ülkede özellikle genç nesil içerisinde ciddi bir uyuşturucu sorunumuz var. Bunu uzaktan daha rahat yapacaklar. Bu konuda belediyeler hizmet verecekler. Çünkü bizzat belediyeye gelerek ya da bizzat doktora, psikoloğa giderek bu hizmeti almak istemeyen çok sayıda insan var. Bu, doğrudan görüşmeye çekinen bireyler için çok etkili bir yöntem. Üçüncüsü ise yaşlılara evde bakım ve uzaktan sağlık hizmetleri. Sistemimiz buna hazır, ancak belediyelerin bütçesi yetersiz. Avrupa Birliği projeleri aracılığıyla bu hizmetleri yaygınlaştırmak isteyen belediyelere destek verebiliriz. Biz bu konuda hazırız. Ürün de hazır, her şey hazır.
Murat PEHLİVAN: Gerçekten kıymetli bir hizmet. Belediyelerin vatandaşa doğrudan dokunması açısından çok önemli.
Osman AKIN: Aynen öyle. Ticaretin bir boyutu da sosyal sorumluluk. Bu tarz projelerle hem topluma katkı sağlıyoruz hem de teknoloji aracılığıyla insanların hayatlarını kolaylaştırıyoruz.
Murat PEHLİVAN: Bence bu hizmet çok kıymetli. Belediyelerin vatandaşa dokunma anlamında, vatandaşın temel sorunlarına en azından bir çare olma noktasında önemli bir hizmet sunduğunu düşünüyorum. Ticaret de böyle ilerliyor. Ayrıca sizin çok değerli başka bir şapkanız daha var; aslında birden fazla şapkanız var. Sivil toplum kuruluşlarıyla, özellikle öncelikli olarak Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, ardından Marmara İş Adamları Federasyonu ve Türkiye’nin en büyük çatı iş adamları derneği olan TÜRKONFED ile neler yapıyorsunuz?
Osman AKIN: 37 yıldır sivil toplum gönüllüsü olarak faaliyet gösteriyorum. Bu gerçekten bir gönüllülük işi. Bir arkadaşımız bunu çok güzel ifade ediyor; diyor ki, “Paranın zekâtı vardır, bilginin de.” İşte sivil toplum gönüllülüğü, bilginin zekatıdır. 37 önce Elektrik Mühendisleri Odası ile başlayan ve bugünlere kadar uzanan uzun bir yolculuk oldu bu; sektörel alanlarda, iş dünyasında, Bursaspor gibi farklı platformlarda hep gönüllü olarak mücadele ettim. Demokrasiye, ülkeye, kente, mesleğe katkı sağlamak amacıyla hep gönüllü bir çaba içinde oldum. Bu süreç bana çok şey kattı; Türkiye’nin dört bir yanından inanılmaz dostlar, kardeşler edindim. Gittiğimde beni karşılayacak, misafir edecek çok sayıda arkadaşım var. Onlarla tanışmak benim için çok kıymetli. Benim önceliğim almak değil, vermek. Sivil toplumun en önemli kısmı budur; önce vermek gerekir. Çünkü ben hayatım boyunca devlet okullarında okudum, özel okul, özel kurs, özel dershane nedir hiç bilmem. Devlet beni yetiştirdi, ülkenin iş insanlarının vergileriyle okudum. Dolayısıyla bu ülkeye olan borcumuzu ödememiz gerektiğine inanıyorum; bu, askerlik gibi bir sorumluluk.
Murat PEHLİVAN: Burada borcu ödemekten kasıt yanlış anlaşılmamalı. Vergi vermek zaten bir vatandaşlık görevi; bu bir borç değil, görevdir. Ben de size katılıyorum: Nasıl paranızın zekatını veriyorsanız, bilginizin de zekatını vermeniz gerekir. Ülkeye ve sektöre katkı sağlayarak borcunuzu bu şekilde ödemiş olursunuz. Bursa Ticaret Odası’nı ayrı bir başlık olarak konuşmak istiyorum, ancak öncelikle MARSİFED ve TÜRKONFED’i bize kısaca tanıtabilir misiniz?
Osman AKIN: Elbette. MARSİFED, yani Marmara ve İç Anadolu İş Dünyası Federasyonu, TÜRKONFED’e bağlı bir federasyondur. TÜRKONFED çatısı altında bugün 32 federasyon ve 380’den fazla dernek bulunuyor. Toplamda 100 bini aşkın şirket bu yapının içinde yer alıyor. Bu şirketler, Türkiye ihracatının %88’ini ve ödenen kurumlar vergisinin %83’ünü oluşturuyor. Yani ülkemizin en kıymetli işletmeleri bu yapı altında bir araya geliyor.
TÜRKONFED çok büyük bir güç. Merkezi İstanbul’da ve şu anda 26 ilde örgütlü. Ayrıca “TÜRKONFED International” adında uluslararası bir yapılanmamız da var. Başında Burak Pehlivan yer alıyor. Ben de şu anda İstanbul’daki TÜRKONFED yönetim kurulu üyesiyim ve bu benim ikinci dönemim.
Türkiye'deki dernek sayısı her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz hafta federasyon sayısı 32’ye yükseldi; Serbest Mimarlar Federasyonu gibi sektörel odaklı, çok değerli yapılar da aramıza katıldı. KALDER başta olmak üzere Türkiye'nin birçok önemli sivil toplum örgütü TÜRKONFED çatısı altında yer alıyor.
Burada altını çizmek isterim: TÜRKONFED, siyaset üstü bir yapıdır. Hiçbir siyasi partiye yakın ya da uzak değildir. Bizim için tek esas Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Çünkü biz iş insanıyız. Hükümetlere, bakanlara, milletvekillerine, mülki idare amirlerine iş dünyasının hem sorunlarını hem de memnuniyetlerini iletiyoruz. Gerekli görüldüğünde yasa taslaklarına katkı sunuyoruz. Komisyonlarımızla ciddi ve etkili çalışmalar yürütüyoruz.
Avrupa Birliği ile olan yoğun ihracatımız nedeniyle AB’deki sivil toplum örgütleriyle iş birliğine de önem veriyoruz. Özellikle sürdürülebilirlik ve dijital dönüşüm gibi konularda ortak etkinlikler düzenliyoruz. Ancak bizim odak noktamız sadece ve sadece Türkiye’nin kalkınması ve iş dünyasının gelişmesidir.
Murat PEHLİVAN: Yani Türkiye’nin refah seviyesine katkı sağlamayı amaçlıyorsunuz?
Osman AKIN: Aynen öyle. TÜRKONFED’in amacı budur. MARSİFED'e gelince, ben şu anda MARSİFED’in Yönetim Kurulu Başkanıyım. Bünyemizde 12 dernek yer alıyor. Üyelerimiz arasında Türkiye’nin ilk sivil toplum örgütleri de var. Yani MARSİFED oldukça köklü ve güçlü bir federasyon.
Tabii bu güç beraberinde büyük bir sorumluluğu da getiriyor. Derneklerimiz çok aktif; iki kadın derneğimiz, üç gençlik derneğimiz var. Hepsi faaliyet bakımından çok yoğun çalışıyor. Dolayısıyla sadece bu derneklerin etkinliklerine destek olmak bile ciddi bir zaman gerektiriyor.
Federasyon olarak bizim görevimiz, dernekleri bir araya getirerek ortak projeler üretmek. Örneğin 27 Mayıs’ta Bursa’da büyük bir B2B (işletmeden işletmeye) etkinlik, ilham veren konuşmalar ve networking organizasyonu düzenliyoruz. Bu etkinliğe sadece 12 derneğimizi değil, çevre federasyonları da dahil ederek Türkiye çapında ses getirecek bir organizasyon planlıyoruz. Türkiye'nin en iyi şirketlerinden güçlü sponsorluklar da alıyoruz.
Ayrıca “Cumhuriyete Değer Katanlar” adıyla ödüller verdiğimiz geleneksel bir balomuz var. Öte yandan Bursa’nın kültür-sanat eksikliği dikkat çekiyor. Burası sanayi kenti; 17 organize sanayi bölgesi var. Dijitalleşme olsa bile kültür-sanat boyutu geride kalabiliyor. Bu nedenle, DasDas iş birliğiyle Mert Fırat’ın katkılarıyla bir kültür-sanat haftası planladık.
Son olarak, çok önemli bulduğum bir başka projeyi hayata geçiriyoruz: Sivil Toplum Çalıştayı.
Murat PEHLİVAN: Neyi amaçlıyorsunuz?
Osman AKIN: Amacımız yeni nesil bir sivil toplum anlayışını tartışmak. Dernek nedir, federasyon nedir, konfederasyon nedir gibi temel kavramlar çoğu zaman anlaşılmıyor. Katılımcıların birçoğu bile bu farkları yeterince bilmeden bu yapılar içinde yer alıyor. Biz bu çalıştayla hem bu farkındalığı artırmak hem de toplumun sivil toplumdan ne beklediğini tartışmak istiyoruz. Sosyal medya ile birlikte sivil toplumda da bir dejenerasyon başladı. Bu sürecin önüne geçmek ve gerçek anlamda etkili bir sivil toplum yapısını yeniden inşa etmek istiyoruz.
Murat PEHLİVAN: Yani siz sivil toplumu lokal düzeyden çıkarıp ulusal hatta uluslararası bir yapıya dönüştürmek istiyorsunuz?
Osman AKIN: Kesinlikle. 37 yıllık sivil toplum deneyimim var ama artık yeni şeyler söylemenin zamanı geldi. Dünya değişiyor. Bizim de bu değişime bir pencere açmamız gerekiyor. Aksi halde klasik dernekçilik anlayışıyla sivil toplum giderek etkisini yitirecek ve silinip gidecek.
Murat PEHLİVAN: En önemli vurgularınızdan bir tanesi Kültür Sanat. Türkiye'nin sanat güneşi, Zeki Müren'in kabrinin Bursa'da olduğunu bilmeyenler…
Osman AKIN: Müzeyyen Senar?
Murat PEHLİVAN: Ve Müzeyyen Senar... Her ikisini de rahmetle anmış olalım. Zeki Müren'in de kabri Bursa'da. Bilmeyen varsa da öğrenmiş olsunlar.
Osman AKIN: Zeki Müren gerçekten çok değerli. Sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda değerli bir sanatçı tasarımları var. Zeki Müren çok kıymetli bir sanatçı gerçekten.
Murat PEHLİVAN: Yani onun belgeselini izlemek lazım. İzlediğiniz zaman Türkiye'deki sahne sanatının dönüşümünü çok net görürsünüz. Cesareti, uygulamaları, kendi tasarımları çok kıymetli.
Gelelim Bursa Ticaret Sanayi Odası'na. Bursa Sanayi Ticaret Odası, daha doğrusu Bursa sadece bir bildiğimiz makine, ekipman endüstrisine haiz bir il değil. Tarımdan tutun hayvancılarına kadar çok ciddi bir ekonomik güç Türkiye için. Neden diyorum bunu? Çünkü tarımda da çok büyük yatırımları var. Burada sizinle beraber, Türk Telekom'un ana sponsorunda yapmış olduğumuz Teknoloji ve İnovasyon Buluşmaları kapsamında dijitalleşme sürecindeki birkaç firmayı tanıma fırsatım oldu. Hakikaten çok mutlu olduk. Türkiye'de bu tarz işlerin yapıldığı, sadece Türkiye'de değil dünya çapında büyük firmalar olduğunu görünce insan hakikaten hem özgüveni yerine geliyor hem de gururlanıyor. Şimdi Bursa Ticaret Sanayi Odası'nda dijital dönüşümle ilgili bir komisyon başkanısınız.
Osman AKIN: Aslında daha doğru bir ifadeyle, Bilgi İşlem ve Otomasyon alanlarını kapsıyorum. Şirketlerdeki tüm bilgi işlem ve otomasyon süreçleri bizim alanımıza giriyor. Üç farklı komiteden oluşan bir yapımız var: Yazılımcılar, elektronikçiler ve otomasyoncular. Ayrıca bilgisayar donanımıyla ilgilenenler de bizimle birlikte çalışıyor.
Murat PEHLİVAN: Dolayısıyla artık sürdürülebilirlik de bu işin önemli bir parçası haline geldi. Az önce Türkiye’de özellikle iş dünyasıyla ilgili en önemli sivil toplum kuruluşlarından ilk beş arasında yer aldığınızı söylediniz, yanlış anlamadıysam. Aslında Bursa sanayicisi ve iş insanı, geleceği öngörmeye çalışan bir profile sahip. Sayısallaşma, dijital dönüşüm, sürdürülebilirlik ve yeşil ekonomi başlıklarında ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Hangi faaliyetleriniz var? Ayrıca, Bursa sanayisinin bu dönüşümlere ve Türkiye genelindeki değişime etkisi ve katkısı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Osman AKIN: Çok doğru ve yerinde bir soru oldu. Hepsini şimdi iç içe anlatayım. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nın 57.000 üyesi bulunuyor. Türkiye’nin sanayi ve ticaretin birlikte yer aldığı en büyük odası konumunda. Biliyorsunuz, İstanbul’da sanayi ve ticaret odaları ayrı, Ankara’da da öyle; ancak bizde birleşik bir yapı var. Üyelerimiz arasında Tofaş, Renault, Bosch, TOGG gibi dev firmalar yer alıyor. Yani adeta devler ligi diyebileceğimiz bir yapı Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nda bulunuyor. Büyük bir oda ve çok büyük bir güçten söz ediyoruz.
Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesi de 1960 yılında Bursa’da kurulmuş. Şu anda Bursa’da 17 organize sanayi bölgesi var. Bursa sanayisi, makine ve otomotiv endüstrileriyle, hatta güç kaybetmiş olsa da hâlâ tekstil endüstrisiyle, Türkiye’de ve dünyada çok güçlü bir konuma sahip. Özellikle otomotivde dünya çapında önemli bir merkez. Makine üretimi açısından da aynı şekilde öne çıkıyor.
Yeşil dönüşüm ve sürdürülebilirlik konusunda oda olarak faaliyet göstermemek zaten mümkün değil. Çünkü ihracatımızın büyük bir bölümü Avrupa Birliği’ne yapılıyor. Bu nedenle, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası bünyesinde “Yeşil Dönüşüm Konseyi” kurduk ve bu alanda aktif olarak çalışmalar yürütüyoruz.
Murat PEHLİVAN: Yeşil dönüşüm konseyiniz var, değil mi?
Osman AKIN: Evet, yeşil dönüşümle ilgili bir konseyimiz var. Ayrıca enerji konseyimiz de mevcut. Aslında 22 konseyimiz ve 70 komitemiz var; bunların neredeyse tamamında sürdürülebilirlik, dijital dönüşüm gibi kavramlar ana başlıklarımızı oluşturuyor. Göreve başladığımızda tüm konseyler çalıştaylar düzenledi. Sürdürülebilirlik, markalaşma, dijitalleşme bu çalıştayların ana konularıydı. Her komite kendi yol haritasını belirledi, biz de bunları kitapçık haline getirdik. Masamın üzerinde bile duruyor, dört yıllık bir faaliyet planı var elimizde. Herkes ne yapacağını biliyor, çünkü bunu birlikte belirledik.
Murat PEHLİVAN: Yani herkesin sorumluluğu ve rotası belli aslında.
Osman AKIN: Aslında herkes bu konuları artık biliyor; çünkü bunlar yapılan arama çalıştaylarında ve konferanslarda sıkça gündeme geliyor. Özellikle yeşil dönüşüm konusunda neler yapılması gerektiği artık netleşmiş durumda. Biz de bu alanda diğer kurumlarla ortak çalışmalar yürütüyoruz.
Örneğin, 18-19 Haziran’da Uludağ’daki Business School’da bir yapay zekâ zirvesi düzenleyeceğiz. Kendi otelimiz ve yaşam boyu eğitim merkezimizde gerçekleştireceğimiz bu zirveyi, otomotiv sektörü odağında ve otomotiv konseyiyle iş birliği içinde yapıyoruz. Neden otomotiv? Çünkü Bursa, Türkiye’nin otomotiv merkezi. Yapay zekâ çok geniş bir alan; telekomünikasyonda farklı, sağlıkta farklı uygulamaları var. Ancak otomotiv hem Bursa hem de ülkemiz için çok kritik bir sektör.
Artık otomotivde sac, metal ve plastiğe dayalı üretimden çıkıp dijital, elektronik ve yazılıma dayalı bir yapıya geçmemiz gerekiyor. Eğer bu dönüşümü sağlayamazsak, tıpkı tekstil sektöründe yaşadığımız gibi, önümüzdeki 5-10 yıl içinde otomotivde de avantajımızı kaybedebiliriz. Bu nedenle, bu farkındalığın hızla oluşması şart.
Ana sanayi ve yan sanayi devam ederken, Bursa’da özellikle yapay zekâ, teknoloji ve elektronik üretimi yapan firmalara, hatta çip üreticilerine destek vermeliyiz. Bu çalışmaları Kocaeli ile iş birliği içinde de yürütebiliriz; orada bir Bilişim Vadisi var. Aslında, ülkenin neresinde olursa olsun, doğru yerde ve birlikte hareket etmek önemli. Bursa olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız; diğer bölgeler de kendi katkılarını sunmalı ve bu süreci bir plan dahilinde yürütmeliyiz.
Şu anda Bursa’da TEKNOSAB içinde 110 milyon dolarlık bir veri merkezi (data center) projesi planlıyoruz. Bu yatırım, geleceğin ihtiyaçları açısından çok önemli. Ayrıca, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası olarak güneş enerjisi alanında da ciddi yatırımlar yapıyoruz. Bunun yanında, 210 milyon dolarlık bir yatırımla büyük bir lojistik park kuruyoruz. Bu park, Bursa’da üretilen ürünlerin dünyanın her yerine ulaştırılmasını sağlayacak ve önemli anayol bağlantılarına sahip olacak.
Bu projeleri girişim sermayesi yatırım fonu modeliyle gerçekleştiriyoruz. Şu an bine yakın ortağımız var ve Türkiye’nin en büyük girişim sermayesi yatırım fonunu Bursa Ticaret ve Sanayi Odası kurdu. Böylece, zayıflayan sektörlerdeki sanayicilerimizin sermayesini bu tür fonlara aktararak yeni iş ve kazanç modelleri geliştirmelerine, birlikte iş yapma kültürünü sürdürmelerine olanak tanıyoruz. Bunu adeta modern bir ahilik anlayışıyla sürdürüyoruz.
Bizim için sürdürülebilirlik sadece karbon ayak iziyle sınırlı değil. Yaptığımız her işin sürdürülebilir olması gerektiğine inanıyoruz. Eğer bir iş sürdürülebilir değilse, bu bir iş insanı için sonun başlangıcı demektir. Bilmiyorum, anlatabildim mi?
Murat PEHLİVAN: Çok net. Bana göre burada en önemli nokta şu: Türkiye’de ticaret ve sanayi odaları ya da sanayi odaları, nihayetinde birer sivil toplum kuruluşudur.
Osman AKIN: Tabii, yarı kamu kuruluşu da diyebiliriz.
Murat PEHLİVAN: Evet, yarı kamu ama yine de bir STK olarak değerlendirilebilirler. Üyelerinden topladıkları ciddi bir gelirleri var. Ciddi derken, toplamda kümülatif olarak önemli bir bütçe söz konusu. Özellikle aidat gelirleri esas kalem.
Osman AKIN: Evet, vize ve aidat gelirleri var.
Murat PEHLİVAN: Benim bu konudaki eleştirim şu oldu: Ticaret ve sanayi odaları, bu kaynaklarını neden girişim sermayesi fonları veya kitle fonlaması gibi alanlarda değerlendirmiyor? Türkiye’de yatırım kültürünü zenginleştirmek adına neden öncülük yapmıyorlar?
Osman AKIN: Sorunuzun cevabını almış oldunuz aslında.
Murat PEHLİVAN: Evet, cevabını aldım ama niye bu kadar geç kalındı diye düşünüyorum. Yine de hiçbir şey için geç değil, öyle bakmak lazım.
Osman AKIN: Tabii, biraz da odanın kanunuyla ilgili bu durum. Bildiğiniz gibi biz Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği kanununa tabi yapılarız. O kanunda bazı şeyler yapılamaz diye açık maddeler var. Yani aslında sizin söylediğiniz gibi bu önemli konuların yapılabilmesi için kanunda değişiklik yapılması gereken yerler var. Mesela spor kulüplerine odalar yardım edemiyor.
Murat PEHLİVAN: Doğru, etmemeli de zaten.
Osman AKIN: Evet, çünkü üyelerinin parasını alıp bir spor kulübüne bağış yapması oda için doğru olmaz.
Murat PEHLİVAN: Gerekli de değil zaten.
Osman AKIN: Aynen, böyle doğru sınırlar var.
Murat PEHLİVAN: Ama sermaye fonu oluşturması kesinlikle çok doğru bir adım.
Osman AKIN: Tabii, ama odalar üyelerine rakip olmamalı. Üyelerini bir araya getiren, onların ortak problemlerini çözen bir yapı olmalı. Bizim yaptığımız işler, tek bir üyenin ya da birkaç üyenin tek başına yapamayacağı işler. Aynı zamanda bütün üyelere hizmet eden işler. Bunlar çok kıymetli. Mesela data center işi. Kimseyle rekabeti yok, olmayacak da zaten.
Murat PEHLİVAN: Kesinlikle. Data center işinin ne kadar önemli olduğu Türkiye’de henüz tam anlaşılamadı bence. Geçenlerde bir istatistiğe baktım; Amerika’da 5 binden fazla data center var. Çin’de de binlerce var. Çin’i en büyük rakip olarak düşünürsek, Türkiye henüz onların yanına bile yaklaşamıyor. Avrupa bile Amerika’ya yaklaşamıyor bu konuda. Biz ne diyoruz? Veri, veri, veri… Ve bu verileri işlemek için ne lazım? Data center’lar lazım. Sayısallaşmanın en önemli parametrelerinden biri olacak. Çünkü teknoloji burada koşmaya başlayacak ve sizin alanınız da tam burası oluyor.
Osman AKIN: Data center işi gerçekten çok değerli bir alan. Aynı zamanda Türkiye için ciddi bir hizmet ihracatı potansiyeli var. Bunu iyi değerlendirmemiz gerekiyor.
Murat PEHLİVAN: Peki, komisyon olarak Bursa’daki sanayinin dönüşümünü nasıl görüyorsunuz? Çünkü faaliyetlerin içindesiniz, sürekli temas halindesiniz. Dediğiniz bir cümle çok önemliydi, “Sürdürülebilirliği göremiyorsak, yapamıyorsak bittik.” Sürdürülebilirlik de aslında geleceği okumakla ilgili.
Osman AKIN: Aynen öyle. Şimdi, özellikle KOBİ düzeyinde dönüşüm daha hızlı ve daha iyi ilerliyor. Büyük şirketler zaten bunun olmazsa olmaz olduğunu gördü, ayrıca bütçeleri de var.
Murat PEHLİVAN: Farkındalar yani!
Osman AKIN: Evet, farkındalar ve bir şekilde bu işin içine giriyorlar. En azından farkındalık çok yüksek. Belli bir mesafe de alındı. Yanlış alanlar, doğru alanlar konusu ayrıca konuşulmalı. Dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm zaten iç içe geçmiş konular. Ama en azından yola çıkıldı, süreçte eksikler düzelecektir. Burada bir sıkıntı yok.
Ama KOBİ ölçeğine indiğimizde durum biraz farklı. Hem farkındalık daha az hem de dönüşüm daha yavaş. Niyet var ama bütçe yok, zamanları yok ya da ilgileri yok. İşte burası bizim üzerine gitmemiz gereken alan. Çünkü işletmelerin büyük çoğunluğu KOBİ’de BOBİ’de değil! Yani bu KOBİ düzeyini bizim bir an evvel yapmamamız lazım. Çünkü burada çok ciddi bir ihracat kalemimiz var.
Sürdürülebilirlik konularını başarsalar, aslında bir ölçek atlaması da yapacaklar. Küçükten ortaya, ortalar büyüğe geçişi sağlayabilirler. Kurumsallaşma, dijitalleşme, yeşil dönüşüm, karbon ayak izi gibi konularda başarılı olurlarsa, Avrupa ve dünya pazarlarında büyük fırsatlar onları bekliyor. Bunu başarırsalar hem maliyet avantajı sağlanacak hem de şirket yönetimi kolaylaşacak.
Ancak bu süreçte, yani bir küçük işletmenin ortaya, orta düzey işletmenin büyük işletmeye dönmesinde en çok yaşanan zorluk, kurumsallaşma ve yönetişimde oluyor. Bu acı en derin şekilde burada hissediliyor. Bu acıyı azaltmak ve ölçek değişikliğini daha az sancılı yapmak için destek mekanizmaları şart.
Bursa’da ve Türkiye’nin her yerinde bu konuda sıkıntılar var. Biz BTSO Akademi, konsey çalışmaları ve mükemmelliyet merkezleri, model fabrikalar gibi yapılarla bu sürecin önünü açmaya çalışıyoruz ama kolay değil. Ticaret ve sanayi odalarının liderlik sorumluluğu büyük ama tek başına bu dönüşümü gerçekleştirmesi mümkün değil.
Murat PEHLİVAN: Tek başına dönüştürme şansı yok!
Osman AKIN: Kesinlikle. Devletin elinin değmesi gerekiyor. Döverek, kızarak değil; teşvik mekanizmalarıyla, vergisel desteklerle... Cebine doğrudan para koymak değil, ama KOSGEB, Ticaret Bakanlığı gibi kurumlar üzerinden teşvikler sağlanmalı. Bu alan devletin mutlaka müdahale etmesi gereken bir alan.
Murat PEHLİVAN: Yani süreci yönetmesi gerekiyor.
Osman AKIN: Kesinlikle. Sonuçta veri dijitalleşiyor, karbon ayak izi azalıyor. Günün sonunda yapay zekâ ile yönetilen bir sanayi ve ticaret üretimi var. Eğer bunu yakalayabilirsek, sanayinin ve ticaretin dönüşümü, ihracattaki 500 milyar dolar hedefi rahatlıkla gerçekleşir. Bu bir maraton, 42 kilometre ama biz bunu koşabiliriz. Başaramazsak, yarışı tamamlayamayız ve nefesimiz tükenir.
Murat PEHLİVAN: 100 metre koşusuna gerek yok, maratonu koşmak lazım.
Osman AKIN: Evet, sürdürülebilirlik tam da bu maraton koşusu.
Murat PEHLİVAN: Ticareti, STK’yı konuştuk. Aslında Bursa Ticaret ve Sanayi Odası faaliyetlerini konuşurken ülke ekonomisini ve sorunlarını da ele aldık. Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Osman AKIN: Öncelikle teşekkür ederim, benim için çok keyifliydi. Hepsini iç içe anlattınız. Kolay değil tabii, umarım dinleyenler sıkılmamıştır. Genel olarak şunu söylemek lazım; artık dünya farklı bir yerde. Eskisi gibi değil. Dünya yuvarlak ve dönüyor ama eskisi gibi değil. Artık her sabah yeni bir şeye uyanacağımızı bilerek yatmak gerekiyor. İş insanlarının, profesyonellerin, girişimcilerin, yatırımcıların, sivil toplumdaki herkesin yeni dünyadaki iş modellerini, iş yapma biçimlerini ve süreçlerini anlaması, hayatlarını buna göre yeniden düzenlemesi şart.
Özellikle bizim kuşağımızın ve bizden önceki kuşakların bunu daha iyi anlaması gerekiyor. Çünkü biz iş hayatından henüz 10-15 yıl içinde çekileceğiz. Bu süreçte bizim kuşağın bu dönüşümü algılayıp gerçekleştirmesi, arkadan gelen genç ve orta kuşağın önünü açması lazım.
Benim ikinci nesil oğlum var, şirkete çok farklı katkıları oluyor. Onun bakış açılarını dikkatle dinliyorum. Onların katkıları çok değerli. Ama önlerini açacak şey, bizim iş modelini doğru anlamamız. Türkiye’nin şu zihniyetten çıkması gerekiyor: “6 ay sonra düzelecek” gibi beklentiler gerçekçi değil. Siyasette şu olursa böyle olur, dünya ekonomisi şöyle olur gibi beklentilerle iş yapamayız.
Dünyadaki siyasi ve ekonomik konjonktürden bağımsız, her gün yeniden doğmuş gibi iş hayatına başlamayı alışkanlık haline getirmeliyiz. İş dünyası olarak, depremlere dayanıklı kentler gibi, iş hayatındaki depremlere dayanıklı işletmeler kurmalı ve geleceğe böyle bakmalıyız. Aksi takdirde umutsuzluk, karamsarlık ve “6 ay sonra düzelecek” mantığıyla hareket edersek, Türkiye’nin 101 yılda kazandığı cumhuriyetin kazanımlarını yavaş yavaş kaybederiz. Daha kötüsü, Osmanlı’nın “hasta adam” modeline düşeriz.
Burada devlet önemli ama asıl güç millettedir, iş insanındır, çalışan bizleriz. Kendimizi değiştirdiğimiz sürece yönetenler de değişmek zorunda kalır. Yanlış insanlar seçebiliriz, doğru insanlar seçebiliriz ama önemli olan yönetilenlerin doğru işleri yapmasıdır. Yöneticilerimizi zaten kendi içimizden çıkarıyoruz ve onlar da evrilir. Bütün iş insanlarına, profesyonellere, devlet memurlarına, yatırımcılara şunu söylüyorum: Yeni bir dünya var. Bu klasik bir cümle ama artık herkes çayını yeniden demlemeli, bardağa koymalı ve her sabah yeniden başlayacak enerjiyle işe gitmeli. Çünkü anlamak gerekiyor.