
Milli Eğitim Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürü Mustafa CANLI, eğitim teknolojileri sektörünü Türkiye'de güçlü ve ihracata odaklı rekabetçi bir sektör haline getirmenin öncelikli hedefleri arasında olduğunu söyledi. Kamudaki başarılı bilişim ve diğer uygulamaların yurt dışına ihraç edilmesiyle ilgili yüksek motivasyonları bulunduğunu belirten CANLI, “Yeterli devlet desteğini sağlayabilirsek birkaç sene sonra dünyanın başka ülkelerinde belki Teams'in, Zoom'un ve Skype'in yerine eğitim alanında bizim yerli ürünlerimiz kullanılacaktır” dedi. CANLI, eğitim teknolojileri sektörünü de savunma sanayi sektörü gibi kümeleştirmek istediklerini açıkladı. ICT MEDIA TV Youtube kanalında yayınlanan Murat PEHLİVAN ile Açık Açık Programı’na konuk olan CANLI, Murat Pehlivan’ın sorularını cevaplandırdı. Dergimizde özetine yer verdiğimiz programın tamamını ICT MEDIA TV Youtube kanalından izleyebilirsiniz.
Murat PEHLİVAN: Sektör sizi yakından tanıyor. ICT sektörüne ciddi emekleriniz var. TÜRKSAT'ta başladığınız kariyer yolculuğunuzda son durağınız MEB Yenilik Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü oldu. Bize kariyer yolculuğunuz ve yaptığınız çalışmalar hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Mustafa CANLI: Kariyer dediğinizde kişinin biraz kendi tercih ettiği yol veya güzergâh gibi düşünülüyor ama kamuda bu her zaman öyle ilerlemiyor. TÜRKSAT'ta işe girişim 2006 yılıydı. Uydu tasarım mühendisi olmayı beklerken bir gün genel müdürümüz geldi önüme bir proje dosyası ve bir şartname koydu. “Mustafa sen biraz bilgisayardan anlıyordun. Şu projeye bir bak” dedi. Bak dediği proje “Devlet Kapısı” isminde bir projeydi. Sanırım 20 Mayıs tarihiydi dosyayı açtım ve şartnameyi okumaya başladım. Şu anda bizim hepimizin kullandığı, tüm dünyada örnek gösterilen E-Devlet Kapısı Projesi’nin TÜRKSAT'taki yolculuğu öyle başladı. Buradan projede emeği geçmiş kişi ve kurumlara öncelikle ve özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Bilişim sektörü bilir ki, bilişim kelimesini de dilimize kazandıran kişilerin Türkiye'de ilk başlattığı ve bizim bunları yapmamıza imkân veren en büyük proje MERNİS'tir, yani Merkezi Nüfus İzleme Sistemi’dir. Bu projeyle 120 milyon vatandaşın bütün nüfus kayıt kütükleri dijitale taşındı, TC kimlik numarası formatı oluşturuldu. 1998 yılında ÖSYM'nin yaptığı sınavlarda TC kimlik numarası mecbur tutuldu. ÖSYM ve Nüfus Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bu kalitede e-Devlet hizmeti almamızın altına imza atmış kurumlardır. Öncelikle bu kurumların geçmiş yöneticilerine teşekkürü bir vatandaş olarak borç bilirim. E-Devlet’in geçmişinde Kamunet vardı. Konuyla ilgili 1998, 1999 ve 2000'lerde belli girişimlerde bulunulmuş ama hiçbiri sonuç vermemişti.
Bu işin temelinin atıldığı asıl yıl 2002’dir. AK Parti iktidarının ilk yılında Devlet Planlama Teşkilatı içerisine bir Bilgi Toplumu Dairesi kuruldu. Bilgi Toplumu Dairesi, Türkiye'de dijital dönüşümü gerçekleştirmek için 2003-2004 Kısa Dönem Eylem Planı hazırladı. Bu planla öncelikle kamuda ne var? Mevcut durum nedir? Ne yapılması gerektiğine dair kanaatler nedir? tespit edilmeye çalışıldı. Ardından Bilgi Toplumu Dairesi 2005 yılında bir eylem planı daha yayınladı. Eylem planı içerisinde bir başlık var: Kamu Hizmetlerinin Tek Noktadan Vatandaş Odaklı Sunumu İçin Bir Platform Geliştirilmesi. E-Devlet kapısının ismi tam olarak konmasa da yurt dışında benzeri yapıların adı E-Government Gateway diye geçtiği için 2005 yılında DPT'de birileri bunu hayal etmiş. 2006 yılına gelmeden önce bunu Türk Telekom yapsın demişler. Çünkü kamu da bu kadar çevik bir kurum yok. Başbakanlık icracı bir kurum değil. Herhangi bir bakanlığın diğerlerine üst bir kapı olacak bir projeyi yapması teknik olarak mümkün görünmediğinden görevi Türk Telekom'a vermişler. Ama o süreçte Türk Telekom'un özel sektöre belli miktar hisse devriyle beraber geçici süreli bir özelleştirmesi söz konusu ve Telekom bunun ihalesini yapmış. Bir yüklenici firma bir yabancı ortakla beraber ihaleyi almış ve kamuya gidip de “Hadi Devlet Kapısı yapacağız” dediklerinde herkes demiş ki, “Bir dakika! Siz kimsiniz?” Böylece proje hiç başlayamadan askıda kalmış. Bu sebeple 2006 yılında konu E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu'na havale ediliyor. E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu'nda 3 bakanımız konuyu Bakanlar Kurulu'na taşıyor. Türk Telekom'un özel sektör kontrolüne geçmesi nedeniyle Bakanlar Kurulu, projeyi TÜRKSAT'a veriyor. TÜRKSAT'ın o tarihte kendi kablo otomasyon ve iç bilgi işlemi haricinde bir ICT kabiliyeti yok. O nedenle benimkisi bir kariyer planlaması değil. Benim önüme bir şartname ve bir yüklenici geldi.
Murat PEHLİVAN: Biraz bilgisayardan anlıyorsunuz diye...
Mustafa CANLI: Evet, ancak bu neymiş diye baktığımda ise işin felsefesine de yaklaşımına da tutumuna da vuruldum. Çünkü bir vatandaş olarak o tarihte SSK'nın web sitesine gidip ayrı hizmet almanız gerekiyordu. Tapu'nun web sitesine bazı kurumlar sadece bilgi sunuyordu, bazıları başvuru alıyordu. Entegre, bütünleşik üçüncü ya da dördüncü seviye kamu hizmetleri yoktu. Bu sebeple E-Devlet kapısı bütün kamuyu zorlayıcı, tetikleyici ve bir üst seviyeye taşıyıcı bir mekanizma olma kabiliyeti barındıran bir projeydi. E-Devlet Kapısı kamunun bu konudaki bütün teknik standartlarını oluşturma kapasitesi sunan bir projeydi. Kurumların her birinin kendi başına çözmeye çalıştığı kimlik doğrulama sıkıntısını tek noktadan çözme kabiliyeti sunan bir projeydi.
Önce yüklenici ile başladık. Yüklenici firmanın yabancı partneri yurt dışında bir şehir devleti. Sağlık otomasyonu yaptım dediğinde 3 hastane, eğitim otomasyonu yaptım dediğinde 2 üniversite bağlamış bir ülke gelip bize, bizim ölçeğimizdeki bir ülkeye büyüklük taslamaya çalışıyordu. Kamunun ölçeğini gördüklerinde onlar da bu işin onların zorlayacağı standartlarla yürümeyeceğinin farkına vardı. Bir sene sonra onlarla yolumuzu ayırdık. Ben kendim bir yazılım, donanım sistemi ve network tasarım ekibi kurdum. Onlarla beraber devlet kapısını yükleniciyi çıkarttıktan bir sene sonra kendimiz açtık. Çok çetrefilli bir süreçti. Çünkü o güne kadar kapıya hiçbir hizmet sunmamış onlarca kuruma gidip hizmet vermelerini istiyorsunuz. Kendi web sitelerinden sunmaya alışmışlar herhangi bir hizmet seviyesi yönetimi olmadan ve siz onları daha üst bir hizmet sunmaya ikna etmeye çalışıyorsunuz. Yaptırım gücünüz yok aralarda protokollerle bilgi paylaşacaksınız. Hepsi muhafazakâr, bilgi paylaşımına kapalı. Neyse ki E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu vardı ve onlarla bakanlar düzeyinde belli tavsiyelerle, müsteşarlar düzeyinde iş birlikleriyle bu işleri yürütür hale gelmiştik. O dönemin en kritik konusu kurumların bu tür iş birliğine hem teknik hem hukuki hem de felsefi olarak karşı olması. Ama en güçlü yanımız, E-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu'ydu. Düzenli toplanan bu kurulda bütün sorunları tartışıyorduk. Çok keyifli bir dönemdi. Bilgi Toplumu Stratejisi 2006 yılında yayınlandığında yüzden fazla eylem yüzden fazla kurumla çalışılması gerekiyordu ve kurumlar bu tür marka projeler üretme konusunda hevesliydi ama teknik donanımları, insan kaynakları sistem odalarından tutun güvenlik altyapılarına kadar yetersizdi. O yüzden TÜRKSAT ve E-Devlet Kapısı Projesi olarak girdiğimiz kurumu, yeri geldiğinde sunucu kurarak, yeri geldiğinde web servis ara yüzünün yazılımlarını modernize ederek kapıya entegre etmek için çaba sarf ettik. E-Devlet konusunda o yıllarda şu oldu: E-Devlet sadece bürokrasi ve kırtasiyeciliğin azaltılması gözüyle bakılan, yani vatandaştan bir evrak isteyecekse hala elektronik ortamda isteyen bir noktadaydı. E-Devletin, iş süreçlerinin dönüşümünü sağlayacak ve bunu vatandaş odaklı yapacak şekilde bir reform hareketi olarak yürümesi, bütün bu E-Devlet projelerinin kapıyla beraber entegre yürümesiyle oldu. Bugün geldiğimiz noktada çoğu kurum artık düşünmeden bu tür sistemleri devreye alır hale geldi. Çoğu bakanlığımızın çok güçlü bilişim altyapıları var. O tarihte bazı kurumlarda bilgi işlem daireleri vardı, bazılarında yeni kuruluyordu. Şu anda bilgi işlemlerin çoğu genel müdürlük düzeyinde…
Murat PEHLİVAN: O dönemleri nasıl aştık? Bugünkü noktaya nasıl gelindi?
Mustafa CANLI: O dönemleri güzel aştık ama hala ilerleyeceğimiz noktalar var. E-Devlet kapısının ilk başında bizim vurguladığımız birkaç nokta vardı. Kamu hizmetlerinin hangi kurum tarafından verildiği değil, vatandaş gözünde nasıl bir noktada bu hizmetlerin tüketildiği. Bizim için bir kişinin yaşam çizgisindeki belli alanlar. Bunlar “Çalışma Hayatım”, “Araçlarım” ve sosyal güvenlik ya da sağlık gibi aslında E-Devlet kapısında yeni yeni oturmuş alansal kısımlardı. Şu anda Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi ile eğitimle ilgili alanı tekrar düzenliyoruz. Vatandaş gözünde karşı taraftaki A kurumu, B kurumu, C dairesi, B Genel Müdürlüğü olduğunun önemi yok. Ona aslında hayatının o kısmıyla ilgili bir hizmetin, o hizmetin ismiyle veriliyor olması lazım. Bizim kurum ismi ezberlememiz, bilmemiz hizmeti direkt gidip muhatap olmamız değil, vatandaş olarak devletin bize o hizmeti veriyor olması lazım. Şu anda Türkiye entegre bütünleşik hizmetler ve vatandaş gözüyle sunulan hizmetler tarafında ilerliyor.
Murat PEHLİVAN: Tüm bu konularda çalışmış biri olarak şimdi siz de hizmet veren bir noktadasınız. Türkiye’de ne kadar öğrencimiz var?
Mustafa CANLI: 18,5 milyon civarında…
Murat PEHLİVAN: Bir de bunların velileri... Hepimizi yakından ilgilendiren bir konuyla ilgili kurumda genel müdürsünüz. Şimdi siz E-Devlet kapısında hangi hizmetleri sunuyorsunuz?
Mustafa CANLI: E-Devlet kapısından verdiğimiz epey fazla hizmet var. Ama esas yaptığımız işlerin çoğu bizim E-Okul, MEBSİS dediğimiz sistemlerden işliyor. EBA diye eğitim platformumuz var. Buraya Tekil Oturum Yönetimi ile kullanıcıları da alıyoruz. E-Devlet kapısından nakil başvuru, belge sorgulama, diploma doğrulama, sertifika doğrulama, sertifika sorgulama gibi pek çok hizmet sunuyoruz. Ama biraz da okul içerisinde verilen bir yüz yüze hizmet. Bizim bununla ilgili sadece bilgilendirme servisleri ya da başvuru servislerine devletten veriyoruz. En temelinde kullandığımız bir veli bilgilendirme sistemi var. Öğrencinizle ilgili bilgilere girip çocuğunuzun sosyal etkinlikleri, notları, devamsızlığı hakkında bilgi alabildiğiniz mobil platformumuz var. EBA platformumuz eğitim veriyor. EBA ve EBA Mobile ile girip öğrencinizin ödevleri ya da ders programı ya da öğretmenin verdiği etkinliklerle ilgili bilgi alabiliyorsunuz. Bu hizmetlerin çeşidini arttırmak için çalışmalarımız devam devam ediyor.
Murat PEHLİVAN: Veliler, çocuklarıyla ilgili tüm bilgilere buradan erişebiliyor mu?
Mustafa CANLI: Aslına bakarsak evet. Ama bu verileri giren kişilerin ne kadar güncel ve doğru bilgi girdiği ile alakalı birazda… Bizim sene sonuna doğru devamsızlıklar, notlar girildi mi, öğrencileri sınıfı geçiyor mu diye takip ettiğimiz dönemler oluyor. Yaz aylarında ise öğretmenlerin yer değişikliğiyle ilgili çalışmalara yoğunlaştığımız zamanlar oluyor.
Murat PEHLİVAN: Dijitalleşmeyle beraber aslında hayatımıza giren çok önemli bir kavram daha var, o da siber güvenlik. Türkiye'nin Ulusal Siber Güvenlik Strateji Belgesi’nin hazırlanma sürecine siz de katkıda bulundunuz. Son dönemde gündeme gelen konuları da dikkate alırsak, ülkemizin siber güvenlik alanında en kritik temel ihtiyaçları nelerdir?
Mustafa CANLI: Çok net söyleyeceğim. Kurumsal yapılanma ihtiyacımız halen son safhada. 2011-2012 yıllarında siber güvenlik konusuna çok ciddi eğildim. Ulaştırma Bakanlığı’nda bakan danışmanıydım. Türkiye'de bu işin kurumsal sahipliği ile ilgili çok temel bir ihtiyaç vardı. Ancak bunu görev edinmiş, kanuni olarak icra eden bir kurumumuz yoktu. Bakanlık olarak Haberleşme Genel Müdürlüğü ve Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu'nun temel bazı teknik görevleri vardı. Ancak bu siber güvenliği ulusal düzeyde sağlayacak ya da yürütecek yasal bir yetki değildi. Ben o zamanki bakanımıza konuyu arz ettiğimde bir kurum kurmamız gerektiğini söylediğimde bunun çok uzun zaman alabileceğini, bu işin aciliyetinden dolayı çok daha hızlı aksiyona geçilmesi gerektiğini dile getirdi. Bir Başbakanlık genelgesiyle Ulusal Siber Güvenlik Kurulunu kurduk. Bir Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve Eylem Planı yayınladık. Daha sonra Ulaştırma Bakanlığı bunun ikincisini yayınladı. Buradaki kurumlara verilen görevler takip edildi. O zaman yerli siber güvenlik sektörü henüz emekleme aşamasındaydı. Bugün bir Siber Kümemiz var. Orada her alanda artık hizmet verebilen yerli muadil ürünler var. Ama halen kurumsal yapılanmada Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi'nde olan görevler var. Ulaştırma Bakanlığı'nda olanlar var. Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu ve diğer bazı kurumlarımızda olan görevler var ve bunların ana orkestrasyonu, ana sorumlusu bir kuruma yönelik ihtiyaç halen gündemde. Bu sebeple buralarda karar verici, aksiyon alıcı ve yönetici yönlendirici pozisyonda bir kurumun ihtiyacı şu anda halen biliniyor. Buna yönelik çalışmalar olduğunu da duyuyoruz.
Murat PEHLİVAN: Sektörle ilgili bu girizgahtan sonra biraz da Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün çalışmaları hakkında konuşmak isteriz. Ulaştırma Bakanlığı'ndaki görevleriniz sırasında başlayan birtakım projeler vardı. Evrenselden buraya bazı destekler sağlanıyordu. Belki oradan farklı görünüyordu. Şimdi işin içinde dümenin başındasınız. Çalışmalarınız ve öncelikli alanlarınız konusunda neler söylersiniz?
Mustafa CANLI: Dümenin başında aslında Bakan Bey var. Bakan Bey’in 2013-2018 yılları arasındaki müsteşarlığı dönemi, 2011 yılında başlayan Fatih Projesi'nin birinci altın çağıydı. Yani eğitim teknolojileri, zirveleri düzenleniyordu. Öğretmenlerin bilişim teknolojilerine yönelik hizmet içi eğitimleri yapılıyordu. İlk EBA platformu açılmıştı. Yerli yazılım geliştirme çalışmalarında TÜBİTAK ve diğer ekosistemle çalışmalar yürüyordu. Burada aslında çok ciddi bir çalışma başlamıştı. Şimdi biz bu dönemde yine Bakan Bey'in eğitimde teknolojiye verdiği önem, ağırlık ve hani özellikle buradan beklediği sonuçlardan dolayı şu anda bakanlık içerisinde de en aktif çalışan genel müdürlükler arasında olduğumuzu iddia edebilirim. Aynı vizyonla devam ediyoruz.
Murat PEHLİVAN: Yoğunluğunuzdan dolayı biz de size zor ulaşıyoruz.
Mustafa CANLI: Gerçekten sektöre olabildiğince bir katma değer üretmeye çalışıyoruz. Birkaç vizyonu aynı anda gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Birisi Türkiye'de eğitimin dijital teknolojilerle, eğitim teknolojileriyle dönüşümü. Yani öğrencilerin daha çok beceri odaklı öğrenme, öğretme modelleriyle eğitim alabildiği bir sistemi sahaya tanıtıyoruz. Aynı zamanda bakanlık bünyesinde dijital dönüşümü tetikleyici ve tüm genel müdürlüklerimizin faaliyetlerinde bilgi ve iletişim teknolojilerini etkin kullanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Eğitim teknolojileri sektörünü Türkiye'de güçlü ve ihracata odaklı rekabetçi bir sektör haline getirmek gibi önceliklerimiz de var. Bunları yapabilmek için de hem öğretmenlerimizin dijital yetkinliklerinin yüksek olması hem okullarımızın fiziki altyapı olarak hazır bulunmuşluklarının yüksek olması ve tüm bunları yaparken de ekonomik olarak da halen bütçe sınırları içerisinde ilerlememiz gerekiyor.
Murat PEHLİVAN: Hangi yenilikçi uygulamaları hayata geçirmeyi düşünüyorsunuz bu yeni dönemde?
Mustafa CANLI: Bir önceki soruyu biraz daha açmak ne yaptık ve hali hazırda ne yapıyoruzdan ne yapacağımıza gelmek gerekirse… Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü bakanlığın en eski birimlerinden birisi. 1951 yılında Öğretici Filmler Müdürlüğü ismiyle bir merkez olarak kurulmuş. Bugün nasıl eğitsel videoları platformlardan sunuyorsak o zaman da eğitsel videoları, film ruloları, projeksiyon makineleriyle kamyon kasalarında köy köy, okul okul dolaştırıp eğitimde teknoloji kullanmış bir yer burası. Televizyon kanalı, radyo kanalı, TRT okul programlarıyla 73 yıldır bu işi yapıyor. Şu anda geldiğimiz noktada okullarımızın internet erişimlerini veriyoruz. Okul içi, eski okul binalarının kablolamalarını, ağ konfigürasyonlarını ve yönetimlerini yapıyoruz. Sınıflara etkileşimli tahtaları, akıllı tahtaları biz koyuyoruz ve bugün itibariyle 626 bin 400 dersliğimizde etkileşimli tahta var. 45 bin 500 okula Fiber, DSL, Uydu ve GSM'li internet erişimi veriyoruz.
Murat PEHLİVAN: Yani her halükârda ulaşıyorsunuz.
Mustafa CANLI: Okulların bilgisayar sınıflarını, BT laboratuvarlarını kuruyoruz. Öğretmenlerin dijital beceri, dijital yetkinlik eğitimlerini veriyoruz. Eğitim platformlarını kurup işletiyoruz. EBA bilinen örneği, ÖBA Öğretmen Bilişimi, HEMBA Halk Eğitim Merkezleri Bilişimi. Şu anda üstünde çalıştığımız birkaç platform daha var. Buralardan sunulan eğitim içeriklerini üretiyoruz. Bunların içerisinde etkileşim ve üretim materyalleri, eğitsel videolar, simülasyonlar ve benzeri uygulamalarımız var. Sanal gerçeklik içerikleri üretimine bile girdik. Bütün bunlarla sahada eğitime katkı sağlamaya, sınıf içerisindeki ders işleme süreçlerinin bu videolarla, akıllı tahtalarla daha etkileşimli, daha efektif olması, öğretmenlerin daha fazla zamanı öğrencilerle ders işlemeyi ayırabilmesine, öğrencilerin etkileşimli materyallerle sadece bilgi öğrenme değil, beceri geliştirici, dijital içeriklere ulaşması gibi pek çok konu üzerinde uzun zamandır çalışıyoruz. Bakanlık bugüne kadar epey bir fiziksel altyapı yatırımı yaptı. Şu andaki önceliğimiz buralardan çalışacak öğretmenlerin ve öğrencilerin ihtiyaç duyduğu dijital içerikleri tamamlamak ve bu dijital içeriklerin sunulduğu dijital platformları çeşitlendirmek. Dil öğretimi için ayrı, yapay zekâ için ayrı, öğretmenlerin mesleki gelişim alanları için ayrı platformlar düşünüyoruz. Bütün bunları güçlendirerek bu altyapıdan sunulan hizmet çeşitliliğini arttırmaya çalışıyoruz.
Murat PEHLİVAN: Fatih Projesi’ni de yakından takip ettiğinizi biliyorum. Fatih Projesi hangi aşamada? Projede gelinen son durumun fotoğrafını anlatır mısınız? Ayrıca sizinle birlikte başlayan yeni çalışmalar var mı?
Mustafa CANLI: Fatih Projesi bitmeyecek mi diye devletin mali kurumları da soruyor. “Bitmeyen proje mi olur” diyorlar. Normalde projeyi planlarsınız, sonra başlar ve belirli süreçlerin ardından tamamlarsınız. Bitmeyen proje diye bir şey olmaz. Fatih Projesi’nin bitmesiyle ilgili çok plan yapılmamış, ama ben bir noktada projenin bitmesi gerektiğini düşünüyorum. 2011 yılında Ulaştırma Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın Eğitimde Fırsatları Arttırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi Protokolünü imzaladığımızda işin kapsamında 3360 lisemiz vardı. İlk kurguda bu liselere projeksiyon makineleri kurulacaktı. Öğretmenlere laptop verilecekti. Her okula birer tane büyük fotokopi printer verilecekti. Doküman kamera diye bir şey vardı. İşin orijinal kurgusu 3360 liseyi içeren bir proje şu anda 45 bin 500 okulu kapsıyor. Bugüne kadar 21.500'den fazla okula kablolama yaptık. Bina içi kablolama ihtiyacı hala devam eden 2 bin 800 civarında okulumuz daha var. Bir faz 4 çalışmasına başlayacağız. Biz bu projeyi yaptıktan sonra dünyada her ülke okullara internet götürdü. Okul içi kablolamaları yaptı. Sınıflara akıllı cihazları, bilgisayar artı projeksiyon, akıllı tahta ya da benzer modellerde gitti. Sınıfa kadar fiber çeken de var. Her okula ikişer BT sınıfı kuranda. Ekonomisinin gücüne göre her ülke bunu yaptı. Biz hala bütün örgün eğitim kapsamını tamamlamaya çalışıyoruz. Ama bu artık çok uzak bir hedef değil. Baktığımızda planladığımız dersliklerin %97,6'sında etkileşimli tahtamız var. Bundan sonra sadece yeni yapılan okul binalarını, yeni açılan derslikleri, şubeleri ya da derslik içindeki artık ekonomik ömrünü dolduran, yenilenmesi gereken etkileşimli tahtaları proje içerisinde tutacağız. Yeni yapılan okul binalarının hepsi zaten Fatih Projesi altyapısına uyumlu yapılıyor. Onlara sadece erişim verip, sisteme bağlayarak devam ediyoruz. Bizim artık donanım, yatırım ihtiyacımız ekonomik ömrünü dolduran cihazları yenilemeler düzeyinde kalıyor. Bizim ana yatırımımız bütün müfredata yönelik içerikleri üretip bunları güncel platformlardan sunmak ve bunların kullanımına yönelik öğretmen eğitimlerini arttırmak. Yeni ne var dediğinizde ise “Yenilikçi Sınıflar” diye bir konsept çalıştık. Avrupa Birliği ile beraber yürüttüğümüz Geleceğin Sınıfı Laboratuvarları Projesi’yle bilgi birikimi kazandığımız bir konsept. Bu sınıflar, öğretmenlerin öğrencileriyle bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanarak etkileşimli ders işleyebildiği ve aktif öğrenme, akran öğrenmesi gibi değişik modelleri işletebildiği, modüler mobilyalarla, yaratıcı alanlarla, üç boyutlu yazıcılarla, laptoplarla, yeri geldiğinde tabletlerle ders işledikleri alanlar. Sadece bilgisayar öğretmenin değil, İngilizce, Türkçe, Müzik, Matematik, Coğrafya, Tarih her branşı öğretmeninin öğrencileriyle etkileşimli ders işleyebildiği alanlar. Ankara'da, Mamak'ta, Altındağ'da, Yenimahalle'de var, Eskişehir'de var. Öğretmenlerimizin inisiyatifiyle kurulmuş geleceğin sınıfı laboratuvarlarında ders işleyen bütün öğretmen ve öğrenciler buradan memnundu. Gerçekten keyifli, eğlenceli ve beceri gelişimini sağlayan ders işleme modelleri buralarda yapılıyordu. Bu sebeple bu çalışmayı ülke geneline yaygınlaştıralım dedik. Bu sene kurmayı planladığımız 3500 BT sınıfının 500'ünü “Yenilikçi Sınıf” olarak planladık. İllerdeki okulların mevcut altyapı durumları, öğretmenlerin isteği, gönüllü liderlik edecek öğretmenler önemli. Verebildikleri fiziki dersliğin alanından tutun, teknolojik altyapısına göre değerlendirdik ve 500 okulumuza bu sene yenilikçi sınıf kurmaya başladık. Şu anda kablolamaları başladı, mobilyalar yavaştan gelmeye başladı, bilgisayarları yerleştirmeyi bitiriyoruz. Ama bu işin altyapı tarafı. Yenilikçi sınıflarda, yenilikçi pedagojilerle ders verecek öğretmenler için gerçekleştirdiğimiz eğitimci eğitimlerinin ikincisini ise geçen hafta bitirdik. Öğretmenlerimizin bu sınıflarda ders işlerken rehberlik etmesi için hazırladığımız 450'den fazla teknoloji odaklı öğrenme senaryosu var. Örneğin siz bir tarih öğretmenisiniz, bu sınıfta ders işlemek istiyorsunuz. Müfredatta diyoruz ki şu öğrenme çıktısı ya da şu kazanımlar için önce şu videoyu izlet. Sonra sınıfa şu soruyu sor. Cevapları tartıştır. İkisini seç. Öğrencileri iki gruba böl. Bir grup tahtada bununla ilgili bir araştırma yapsın. Bir grup kendi içinde bununla ilgili bir sunum hazırlasın. Yani hedef öğrenciye sadece bilgiyi öğretmek değil. Öğrencinin o bilgiyi hem alırken hem işlerken hem de öğretmenine sunarken becerilerini de geliştirici bir modelde ders işlenebileceği yenilikçi sınıflar kuruyoruz. Amacımız bu sene bunların kurulumlarını tamamlamak. İstediğimiz sonucu alırsak, ki alacağımızı düşünüyorum, 2026 ve sonrasında bu sınıfları 5000 okula daha yaygınlaştırmak.
Mustafa PEHLİVAN: Başka hangi projeleriniz var?
Mustafa CANLI: DİLİM diye, mobil tabanlı web uygulaması da olan bir dil öğrenme platformu geliştiriyoruz. Şu anda İngilizce ile başladık. Milli Eğitim Bakanlığı kontrolünde geliştirilmiş cep telefonuna yükleyecekleri, bilgisayardan erişebilecekleri, oyunlaştırılmış bir dil öğrenim platformu. Öğrencilere Bakanlık gibi görünmeyen, daha modern, daha güncel kullandıkları uygulama formatına alışmış, uyumlu, oyunlaştırılmış bir dil öğrenim platformu sunmak istiyoruz. Konuşma, dinleme, okuma, yazma gibi 4 dil becerilerini de içeren yapay zekâ destekli bir dil platformunu tüm öğrencilerimize ücretsiz açmak için çalışmalarımızı yürütüyoruz. Şu anda yazılım belli bir olgunluğa geldi. İçeriklerin epey bir kısmını ürettik. İngilizce öğretmenimiz sınıfta ders anlatıyor. Kaynaklar ve yardımcı kaynaklar var ama bu yardımcı uygulamayı da 2025 başında hizmete alıp öğrencilerimize sunmayı planlıyoruz.
Murat PEHLİVAN: Çok isabetli bir çalışma olmuş. Herkes bir yerden bir şeyler üretmeye çalışıyor ama sizin de bu konuya el atmış olmanız kıymetli. Çünkü dijital uygulamalar artık hayatımızın her yerinde. Ben ETKİM’i de merak ediyorum. ETKİM’den de bahseder misiniz?
Mustafa CANLI: Ülkemiz aslında belli sektörlerde yerli milli ürün çıkarma ve bunları uluslararası alana taşıma tecrübesini kazandı. Kamuda eskiyim. 18 sene boyunca birkaç defa kendim de yaptım. Kamu için geliştirdiğim bir yazılımı gidip yurt dışına sattım. Bu inanılmaz keyifli bir şey. Yanımda firmalarla da gidip onların satışına da aracılık ettim. Gittim teklif verdim, hazırladım. Cumhurbaşkanı yardımcımız, Maliye Bakanımız düzeyinde de kamudaki başarılı bilişim ve diğer uygulamaların yurt dışına ihraç edilmesiyle ilgili motivasyon var. Hem kendi geliştirdiğimiz hem de sektördeki firmaların ürünlerini Türkiye'nin yakın ilişki ya da iletişim içerisinde olduğu ülkelere taşıyabiliriz. ETKİM bunun bir adımı. Eğitim teknolojileri sektörünü bakanlık olarak destekleyelim, güçlendirelim. Buradan uluslararası rekabetçi firmalar çıkaralımın ilk aşaması aslında bir fikri olan öğretmen olur, eğitimci olur, yazılımcı olur. Onları bir ön kuluçkaya alıp fikirlerini nasıl bir ürüne dönüştürebileceklerine dair eğitimler vermek, fiziki imkanlar verip ön kuluçkayı tamamlamasını sağlamak, sonrasında yani Ar-Ge aşamasında profesyonel öğrenme laboratuvarında eğitimcilerle, öğrencilerle buluşturup gerekli etkileşim ve geri beslemeleri sağlayabilecekleri ortamları oluşturmak, oradan da Teknokent'e mezun ederken proje sahiplerini yatırımcılarla buluşturarak, TÜBİTAK programları, KOSGEP destekleri gibi konularda onları eğiterek eğitim teknolojileri alanında gerçekten güçlü firmalar çıkarmamız gerekiyor.
Murat PEHLİVAN: Türkiye'de bu alanda güçlü firmalar var.
Mustafa CANLI: Bugüne kadar kendi çabalarımızla, araştırmalarımızla 850 tane eğitim teknolojileri firması tespit ettik. Epey bir kısmına ulaştık. Bunlarla bir Eğitim Teknolojileri Zirvesi yaptık. O arkadaşların şu anda atölye tanıtım faaliyetleri gibi konularını yapıyoruz. Ürün testi, denemesi gibi çalışmaları yapıyoruz. Laboratuvarımızı kullandırıyoruz. Hatta Sanayi Bakanlığı’yla yakın çalışmamızı arttırıyoruz. Ulaşamadığımız daha fazla firma var. Bu firmaları biz ETKİM üzerinden eğitim teknolojileri ekosisteminde desteklediğimiz mekanizmaları ön kuluçkadan alıp uluslararası alana çıkarana kadar geliştirmeye devam edeceğiz. Örneğin Ocak ayında Londra'da eğitim teknolojilerinin dünyadaki en büyük fuarlarından Bett Fuarı var. Oraya Türkiye pavyonumuzu açıyoruz. 8 ihracat potansiyeli olan firmamızı, ikide kuluçka firmamızı götürüp orada ihracat için ilk tanıtım faaliyetlerine başlayacağız. Amacımız Dubai, Amerika ya da Hindistan'daki fuarlara katılarak sektörü bir küme haline getirmek. Küme ile devletimizin etkin ticari, bilimsel, finansal iletişimini arttırmak. Bu kümenin Ticaret Bakanlığı ya da Sanayi Bakanlığı desteklerinden yararlanması için bakanlık olarak bu bizim sektörümüz diyerek onların arkasında durmak. Uluslararası raporlara göre eğitim teknolojileri alanı 200 ila 300 milyar dolar arasında değişen bir Pazar. Donanım ve yazılım lisansları çıkarıldığında bile pazarın büyüklüğü 100 milyar doları aşıyor. Salgında eğitim teknolojileri sektörünün önemi anlaşıldı. Biz buraya ülke olarak hızlı girmiş durumdayız. Elimizde güzel ürünü olan firmalar var. Yeterli devlet desteğini sağlayabilirsek Teams'in, Zoom'un ve Skype'in yerine birkaç sene sonra belki eğitim alanında bizim yerli ürünlerimiz başka ülkeler tarafından kullanılacak.
Murat PEHLİVAN: Dijital dönüşüm sürecinde eğitimcilerin karşılaştığı ciddi zorluklar da oldu, oluyor da… Bunları aşmak için ne yapıyorsunuz? Dijital dönüşümün ana unsurlarından birisini öğretmenler oluşturuyor. Çünkü yeni teknolojileri nasıl kullanacaklarını çocuklara onlar anlatacak. Öğretmenlerin dijital yetkinliklerini artırmak için ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Mustafa CANLI: Eğitimde dijital dönüşümü yaparken birden fazla aktörümüz var. Bunlardan Bakanlık dijital teknolojilere hâkim. Öğrenciler de hâkim. Benim için şu anda dijital yetkinliği en kritik olan grup öğretmenler ve idareciler. Öğretmenlerimizin de büyük bir kısmı aslında EBA'yı, etkileşimli tahtaları erkenden kullanarak salgın dönemine çok hazırlıklı girdi. Dünyada uzaktan eğitime en hızlı adapte olabilen ve eğitimde teknoloji kullanmaya en hızlı uyum sağlayarak öğrenme kayıplarını en geride tutan ülkelerden biri yaptılar bizi. Bütün öğretmenlerimize teşekkür ediyoruz. Ellerindeki dijital teknolojileri, imkanları ve 1-2.0 araçları sınıf içerisinde daha etkin kullanmaları için bilgi ve donanımlarını arttırmak gerekiyor. Biz EĞİTEK olarak pek çok eğitim düzenliyoruz. Hem Öğretmen Bilişim Ağı'nda çevrim içi eğitimler, hem eğitmenlerimizin sunduğu webinar tabanlı çevrim içi eğitimler hem de yüz yüze eğitimlerimiz var. STEM konusunda, yapay zekâ teknolojileri konusunda mahallinde de uzaktan da eğitim veriyoruz. Bu eğitimlere katılım gönüllülük esasıyla oluyor. Şu anda bizim için en kapsamlı çalışma Avrupa Birliği finansmanıyla Öğretmen Yetiştirme Geliştirme Genel Müdürlüğümüzün yürüttüğü Dijital Öğretmen Ekosistemi Projesi. Bu projenin belli hedefleri var. Biri öğretmenlerin dijital yetkinlik çerçevesinin belirlenmesiydi. Yani bir öğretmen hangi konularda, alanlarda dijital yetkin olmalıdır. Bunun için 10 başlık belirlendi ve o 10 başlık aslında 3 alt kırılımda, yani konu hakkında bilgisi var, etkin kullanabiliyor ya da bu alana hâkim şeklinde. Biz bunların birinci ve ikinci düzey eğitimlerinin içeriklerini şu anda üretiyoruz, ürettiriyoruz. Bunlar bizim Öğretmen Bilişim Ağımıza eklenecek ve 2025 Şubat ayından itibaren bir takvim çerçevesinde 200 bin öğretmenimizi Dijital Yetkinlik Çerçevesi Eğitimlerine alacağız.
Murat PEHLİVAN: Öğretmenleri sürekli işin içerisinde tutarak bir sürdürülebilirlik sağlamaya çalışıyorsunuz. Buradan ben bunu anlıyorum.
Mustafa CANLI: Öğretmen en kritik aktör. Öğrenciyle birebir ders ve eğitim faaliyetini gerçekleştiren öğretmen. Öğrencinin hangi alanda eksik veya fazlası olduğunu, öğrenciye ne tür ek eğitimler verilmesi gerektiğini, öğrencinin ihtiyacının ne olduğunu en iyi ölçebilecek olan dijital teknolojiler değildir. Bir online test veya sınav değildir. Bu teknolojiyi doğru yerde, doğru zamanda kullanma öğrenciye online bir ödev gönderme, öğrencinin tüketmesi için bir elektronik içeriği teklif etme, tavsiye etme gibi süreçlerde baş aktör öğretmendir. Bu nedenle öğretmenin alana hakimiyeti geliştirdiğimiz bütün teknolojilerin, platformların, yazılımların, cihazların sahada etkin olabilmesi için en kritik faktördür.
Murat PEHLİVAN: Küresel bir pandemi yaşadık. Bu pandemi ile beraber hepimizin iş süreçleri değişti, eğitim süreçleri değişti. Çocuklar uzaktan eğitim aldı. Uzaktan eğitim sürecinde edinilen deneyimlerden yola çıkarak kurum olarak Türkiye'de hibrit eğitim modelinin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa CANLI: Türkiye’de hibrit eğitim, yüksek öğretimde gayet de olur. Pandeminin ardından pek çok üniversite tekrar yüz yüzeye döndü. Ancak yüksek lisans derslerinde, doktora derslerinde, lisansın bazı derslerinde gayet de olur. Hibrit eğitim baktığınızda mesleki eğitimlerde, üniversitelerin sürekli eğitim merkezlerinde ya da beceri eğitimine yönelik pek çok özel sektör eğitim kuruluşunda da olur. Bir kısmını yüz yüze, bir kısmını uzaktan, uzaktanın bir kısmını canlı ders, bir kısmını eğitim materyalleriyle gayet de sağlıklı işlenebildiğini gördük. Bizden taraftaki uygulamasında bunun olabileceği yerler var, olması mümkün olmayan yerler var. İlk öğretim 1-4 düzeyindeki bir öğrencinin arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle sınıf içerisinde bir dersi alması hem psikolojik hem pedagojik hem sosyolojik gelişme için kritiktir. Siz o eğitimi uzaktan eğitime çeviremezsiniz. Öğrenci hibrit eğitim modeli daha çok orta öğretim, ortaokullar ve liselerde kullanılabilir. Yine de eğitimin ana taşıyıcı kısmı sınıf içerisindeki kısımdır. Çünkü eğitim öğretmen öğrenci arasında sorularla etkileşimli şekilde gerçekleşen bir olgudur. Ama hibrit eğitim diyoruz. Sadece uzaktan deseydik biz buna muhalifiz. Ama hibrit eğitimde örneğin EBA'ya bir akademi alanı açtık ve oraya 17 tane bazı teknik eğitimler koyduk. Bazı seçmeli dersleri, programlama olabilir, robotik kodlama olabilir, yazılım olabilir, medya okuryazarlığı olabilir, uzaktan açabiliriz. Uzaktan açtığımız bu derslerde insanlar sadece online eğitim materyalleriyle, Udemy'den ya da Coursera'dan aldığı gibi eğitimler alabilir. Aralarda bazı dersleri o dersin bir öğretmeni, zaman mekan bağımsız, o sınıfı, o dersi alan öğrencilerle uzaktan işleyebilir. Şu anda elimizdeki teknoloji buna imkan veriyor. Öğretmen Bilişim Ağı'nda buna uygun altyapı güncellemesi yaptık. Bir ilde bir öğretmen akademisi örneğin şu üç dersi online alsın, sonra birini gelsin onu yüz yüze yapalım. Sonra dördüncüyü uzaktan ama canlı yapalım. Teams'den açalım, Zoom'dan açalım. Ondan sonra üstüne şu öğretim materyalini de bitirip bir de sınav yapalım, sertifikayı verelim diyebilir. Bunun kabiliyetini Öğretmen Bilişim Ağı'nda geliştirdik. EBA'da da buna yakın bir kabiliyetimiz var. Ama eğitim sisteminin mevcut yapısı, ilgili genel müdürlüklerin mevcut yapısı şu an bunun için uygun değil. Salgın bir olağanüstü durumdu. Bize bu kabiliyetlere sahip olduğumuzu ve bunları kullanabileceğimizi gösterdi. Şu an yüz yüze eğitime devam ediyorsak da olası bir kriz durumunda ya da herhangi bir kriz durumu olmasa bile mevcut kabiliyetleri kullanarak eğitimi çeşitlendirmek isteyeceğimiz zaman bakanlık olarak gerekli teknik altyapımız hazır. Bu sene yürürlüğe giren 2024-2028 Strateji Belgesine göre de hibrit eğitim modeliyle ilgili çalışma yapılması ve alt yapının hazır bulundurulması gerekiyor. Biz de bunu birkaç alternatif senaryoyla test ettik. Biz hazırız ama hibrit eğitim modeline yönelik ihtiyacı netleştirmek gerekiyor.
Murat PEHLİVAN: Bugünlerde malumunuz yapay zekâ çok fazla gündemde. Yapay zekâ ile ilgili sizin de faaliyetleriniz var. Yapay zekanın geleceğini nasıl görüyorsunuz? EĞİTEK olarak bu alanda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Mustafa CANLI: Çok konuşuluyor da henüz konuşulduğu kadar nüfuz vermedi. Görsel oluşturmada, metin oluşturmada efektif sonuçlar veriyor. Yapay zekada başat aktör olabilmek için dünyada birçok şirket yüzlerce milyar dolar kaynağı bu alana aktarıyor. Küçük işletmeleri satın alıyor. Bu şirketlerin tedarikçisi bir elektronik şirketin dünyanın en değerli şirketi olması meselenin balon olmadığını da gösteriyor. Geçmişte benzeri popüler olan şeyler gördük. Sonuçta onlar ürünlere evrildi. Büyük veri dedik, bulut dedik. Bugün aktif kullanıyoruz. Şimdi benzeri burada da var. Üretken yapay zekâ ve makine öğrenmesi gibi konularda ciddi katma değer sağlayacak uygulamalar çıkmaya başladı. Eğitim teknoloji kullanımında dünyada muhafazakâr alanlardan birisidir. Sağlık alanını görüyoruz. Meme kanseri teşhisinden tutun da bireyselleştirilmiş ilaç tavsiyesine kadar yapay zekanın hızlı girebileceği, ellerinde büyük veri setleri olan alanlar var. Tüm dünya eğitimde yapay zekayı nerede kullanacağına dair bir adım geride duruyor ve yavaş planlıyor. Bizde çok kritik bir nokta var. Eğitim az önce dediğimiz gibi öğretmen ve öğrenci arasında bir olgu. Burada öğretmenin rolünü yapay zekaya bırakma gibi bir lüksümüz ya da düşüncemiz asla yok. Ama tecrübeli öğretmenin ders anlatma, ders işleme, soru üretme ve soru notlama gibi bazı iş yüklerini hafifletebileceğimiz yapay zekâ araçları bizim için öncelikli alan olabilir. Dünyada 4 alanda eğitimde yapay zekâ konuşuluyor. Birincisi öğretmenler yapay zekâ araçlarını etkin kullansın ve eğitim performanslarını arttırsın. Tüm dünya öğretmenlere yapay zekâ eğitimleri geliştiriyor. Biz de yaptık. Bizde de şu anda Öğretmenlerin Yapay Zekâ Eğitici Eğitimleri var. Epey bir öğretmenimize de bu eğitimi yaygınlaştırdık. İkinci olarak öğrencilere de yapay zekayı öğretin diyorlar. Çünkü bunları kullanacaklar ve kullandıkları için üretkenlikleri artacak. Dünyanın güncel teknolojisi bu. Biz de hem temel eğitimde hem orta öğretimde, fen liselerinde, mesleki eğitimde, BİLSEMlerde yapay zekâ müfredata hazırlandı, uygulamaya kondu. Seçmeli ders olarak öğrencilerimiz alabiliyor. Merkezi bilişim sistemlerinde de yapay zekâ kullanacağımız yerler var. Bunlar örneğin okul terk ihtimalinin erkenden tespitinden tutun, bakanlık yatırım planlamalarının yapay zeka destekli yapılmasından, elimizdeki insan kaynağının etkin planlanmasına kadar pek çok yerde makine öğrenmesi ve yapay zeka kullanacağımız yerler var. Bir diğeri de saha eğitim uygulamaları. Saha eğitim uygulamalarında da Amerika biraz daha bonkör. Teknolojiyi kendi geliştirdiği için bir sorun olursa fişi çekerim havasında. Avrupa Birliği, defansta. Diyor ki bir dakika ben bu kadar iyi geliştirmiyorum. Fransa'da Brüksel’de bir iki bir şey var. “Ben direkt bir yapay zeka direktifi yayınlayayım, kişisel profil oluşturmayı yasaklayayım, eğitimi yüksek risk bölümü bana önceden kaydolsun. Eğitimde yapay zekâ geliştirecek olanı ben izleyeyim, uygulamaya girmeden benim görmem lazım” diyerek Avrupa Konseyi içerisinde bir direktörlük kurdular. AB daha temkinli gidiyor. Çin, etik kaygıların hiç bulunmadığı bir ortam olarak herkesi fişleme, profilleme, sınıf içlerinde ikişer kamerayla öğretmen performansından öğrenci uyuklamasına kadar her şeyi izleme, şehir yönetiminden eğitimi yönetimine kadar her konuda yapay zekayı çok daha kontrolsüz ve etkin kullanıyor. Türkiye olarak belli alanlarda yapay zekanın çok fayda sağlayabileceğini biliyoruz. UNESCO yakın zamanda öğretmenler ve öğrenciler için bir yapay zekâ yetkinlik çerçevesi hazırladı. Türkiye uygun ve uyarlanmış versiyonlarıyla Eğitimde Yapay Zeka Politika Belgesi hazırlıyoruz. Dil eğitiminde yapay zekanın birebir etkin faydası var. Kariyer rehberliğinde faydası olabilir. Öğrenme güçlüğü olan öğrencilere eğitim verirken sonsuz sabırlı bir eğitmen olarak bize katkı sağlaması muhtemel. Bireyselleştirilmiş öğrenme planları hazırlama konusunda da faydası olabilir. Öğrencilerin eksik fazla kazanımlarını biliyorsunuz, yetkinliklerini biliyorsunuz. Bir yapay zekâ eldeki içerik havuzundan, eldeki beceri haritalamasından o öğrenciye en uygun içerikleri üreterek çalışmasına takviye veya destek olabilir. Bu sebeplerle eğitimde yapay zekâ olacak. Nerede olacak henüz %100 emin değiliz. Pek çok kişi farklı yönlerini çalışıyor. Ama bunun kontrollü, kişisel verili ihlallerine karşı korunaklı, etik ve sahada gerçek katma değer sağlayacak çözümler olması için bakanlık olarak biz bir yol haritası çalışıyoruz.
Murat PEHLİVAN: Demek ki bu işi pas geçmiyoruz. Konuşmanızda Londra konusuna kısaca değindiniz. Bunu biraz açmanızı rica edeceğim. Bu konuda başka ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz?
Mustafa CANLI: İşin doğrusu bu mesele eğitim teknolojileri ekosistemini destekleme ve sektör olarak güçlendirme konusudur. Bakanlığın gündemine yakın zamanda gelmiş bir konudur. Benzer bir çalışmayı Savunma Sanayi çok uzun zamandır işliyordu. Onların işleyen modellerini kullandık. Siber Küme, kümelenme ile kamu alım gücünü kullanarak ürün çıkarma konusundaki modelleri kullanıyordu, “Biz de o modeli işletiriz” dedik. Şimdi baktığımızda Sanayi İşbirliği Programı var ve sadece ithal gelen bazı ürünlerle ilgili kamu alım gücünü kullanarak yerlilik şartı sağlama ve yatırım yaptırma gibi fonksiyoneliteleri işletmek istiyoruz. Yine savunma sanayinde ve başka birkaç sektörde girişim katılım sermaye fonları kamu destekli sektör tabanlı çıktı. Bunları işletmek istiyoruz. Bu alan şu anda yeni. Bu nedenle kuluçkalarımızdaki girişimcileri can suyu verecek kamu alımları yapmayı planlıyoruz. Yurt dışı fuarlara giderken onların ürünlerinin hazırlıklarının üst seviye çekmek için teşvik sağlamak da aklımızda. Fonlarıyla buradaki yatırımcıların bir ivmelendirici yatırım alması için görüşmelerimiz devam ediyor. Kamuda uygulanan her modeli diğer sektörlerde işletilmiş her modeli işletmek için Ar-Ge Ekosistem Dairesi’ni kurduk. Orada girişimcilik ekosistemi gibi birimlerimiz var. Yapılmış çalışmaların başarılı olanlarını alıp eğitim teknolojilerini uygulamak için biz de yakinen inceliyoruz.
Murat PEHLİVAN: Eğitim teknolojileri alanında yakın gelecekte öne çıkacak trendlerin neler olacağını öngörüyorsunuz? Bunların Türkiye'nin eğitim sistemine etkisi nasıl olacaktır?
Mustafa CANLI: Her öğrencinin bir cihazı var ve her gün günde iki saatini o cihazda ödev ya da proje yaparak geçiriyor. Bizde ise her öğrencinin elinde bir elektronik cihaz olmadığı bir ülke genel eğitim sistemimiz var. O yüzden öğrencinin elinde cihaz olduğu bir senaryoyu genele şamil uygulamakta yaşadığımız sorunlar var. Her okul aynı avantajlara sahip değil, dezavantajlı okullarımız var. Bir politikayı ülke genelinde uygulamak istediğinizde her yerde eşit uygulayamama ve arada bu sebepten dezavantajlı bölgelerdeki farkın artması gibi riskleri göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Ülke olarak mevcut eğitim teknolojileri yatırımlarımızı bu şekilde devam ettireceğiz ama BT sınıflarının, robotik kodlama kitlerinin, üç boyutlu yazıcıların bunları kullanan eğitim uygulamalarının yaygınlaşması bizim için birinci öncelik. Dünyada eğitim teknolojileri de sanal gerçeklik arttırılmış ve genişletilmiş gerçeklik alanlarını kapsamaya başlıyor. Yapay zekâ destekli eğitim araçlarını kapsamaya başlıyor. Yapay zekanın kurumsal sistemlerde kullanımıyla öğrencilere yönelik uygulamalar yaygınlaşıyor. Buna örnek olarak ne verilebilir derseniz fantezi gibi gelecek ama aslında sahada denemeleri var. Bir ilaç reprezantını sanal gerçeklik içerisinde yapay zekâ ile konuşturulan bir doktorun karşısına çıkarıp reprezantın aksi bir doktora ilacı tanıtmaya çalıştığı senaryodan başlıyor. Baktığımızda işte çok pahalı bir lazer kaynak makinesinin eğitiminin meslek lisesinde sanal ya da arttırılmış gerçeklik uygulamasıyla verildiği bir sanal arttırılmış gerçeklik uygulamasını da kapsıyor. Okul öncesi çocukların yaptığı çizimlerden yola çıkarak duygu durum analiziyle bir çocuğun şiddete ya da başka bir şeye maruz kaldığının tespitinden de ilerleyebiliyor. Etkin kariyer planlaması için çocuğun bütün eğitim geçmişindeki tecrübelerine bakarak kariyer rehberliği konusunda çocuk için doğru tavsiye verilmesini sağlayacak uygulamalara kadar da gidiyor. Ama eğitimin nereye gittiğini çoğu uygulamada görüyoruz. Amaç bunları yaygınlaştırmak. Yani normalde artık sınıfta ders anlatmak değil, çocuğa bir eğitim materyali verip, konuyu önden çalışmasını sağlayıp sınıfta ise pekiştirme ve uygulama yapmak. Sadece bilgi vermek, kazanım vermek değil, çocuğun becerilerinin gelişimini de sağlayacak etkileşimli öğretim materyalleri ya da içerikleri hazırlamak, eğitimleri bunlarla yapmak; akıl yürütme, sorgulama, eleştirel bakma, problem teşhisi, problem çözme gibi becerilerini de ölçen yazılımlar geliştirmek. Buradaki teknolojik kısım aslında devrim niteliğinde yeni yazılımlar değil. Aslında bu teknolojiler 15-20 yıldır kullandığımız yazılım teknolojileri. Burada devrim niteliğinde olan bunların eğitime, bilgi ve iletişim teknolojileriyle gelmeye başlamasıdır.
Murat PEHLİVAN: Peki son olarak neler eklemek istersiniz?
Mustafa CANLI: Eğitimde ailelerin de çok kritik bir rolü var. Ailelerin çocuklarının akademik ya da sosyal başarısında, mutluluğunda, huzurunda, derslerinde, diğer sosyal becerilerinde bizden çok daha fazla etkisi var. Bakanlık olarak ailelerin, velilerin çocuklarının eğitimiyle daha yakından ilgilenmesi ve okulda öğretmenle yapılan çalışmanın evde de desteklenerek devam etmesi konusuna büyük önem veriyoruz. Uluslararası eğitim ölçümlerinde, PİZA'da çok net bir şekilde yapılan araştırma sonuçları var. Ailenin çocuğun eğitimiyle yakından ilgilenmesi bir çocuğun başarısını %30 arttırıyor. Çok spesifik bazı araştırmalar var. Haftada en az 2 ya da 3 gün ailesiyle bir öğün de olsa yemek yiyen çocuğun matematik başarısı %19 artıyor. Ailelerin çocuklarıyla evde sağlıklı iletişim kurması, bir aile olarak diyalog kurması, okul hayatını sorması, okulda keyifli bir anısını anlattırması, okulda ters giden bir şeye gidip müdahale etmesi, öğretmeniyle, rehberlikçisiyle, okul müdürüyle sağlıklı iletişim kurması, o çocuğun başarısını, bizim okuluna yapacağımız milyar yatırımdan, çatısının tamirinden, camlarının yenilenmesinden, etkileşimli tahtalardan çok daha fazla olumlu etkiliyor. Biz ailelerin çocuklarının hem eğitim hem sosyal tarafına daha fazla katkı sağlamasını ve çocuklarını sadece ders çalışan ve akademik başarısıyla ölçen değil; bir sanat dalıyla, bir spor branşıyla ilgilenen, hobisi olan, daha sosyal daha mutlu bireyler olarak yetiştirmelerini istiyoruz. Ailelerden çocuklarını okuldaki kulüp faaliyetlerine, projelere katılmaları konusunda teşvik etmelerini ve bakanlığın çalışmalarına destek olmalarını rica ediyoruz.