
Rumlarla iş birliği yapan İsrail’in KKTC’de toprak alımları stratejik işgal mi? MİA raporu ve uzman yorumları ciddi uyarılar içeriyor.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) arsa, arazi ve bina alımlarının arkasındaki İsrail sermayesi, yalnızca ekonomik bir hareketlilik değil, jeopolitik bir strateji olarak değerlendiriliyor. Bu kritik gerçek, Millî İstihbarat Akademisi’nin (MİA) hazırladığı çarpıcı “12 Gün Savaşı (İran-İsrail) ve Türkiye için Dersler Raporu” ile bir kez daha gün yüzüne çıktı.
Güney Kıbrıs’tan İsrail’e Stratejik Derinlik!
Raporda İsrail’in, coğrafi dezavantajını aşmak için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) lojistik ve sivil kaçış noktası olarak kullandığına dikkat çekiliyor. İran saldırıları öncesi sivil uçaklarını GKRY’ye yönlendiren İsrail’in, bu bölgeyi “stratejik derinlik” olarak gördüğü açıkça belirtiliyor. Ancak bu derinlik yalnızca Rum kesimiyle sınırlı değil; KKTC’ye uzanan yeni bir hat inşa ediliyor. Ve bu hat, doğrudan mülkiyet alımları üzerinden şekilleniyor.
“Konunun Türkiye tarafından da yakından takip edilmesi ve gereken önlemlerin alınması elzemdir,” denilen raporda, İsrail’in KKTC’deki hareketliliği doğrudan ulusal güvenlik tehdidi olarak işaret ediliyor.
Tarih Tekerrür Ediyor: Yine Kıbrıs, Yine Siyonist Plan!
Ortadoğu uzmanı Prof. Dr. Ahmet Uysal’a göre, İsrail, yapay bir devlet olmanın verdiği güven eksikliğiyle hareket ediyor ve kriz anında kaçış ve destek üssü olarak KKTC’yi konumlandırmak istiyor. Uysal, “Tarihsel olarak da benzer bir örnek var. İngiliz mandası döneminde Filistin’e göç eden Yahudiler önce Kıbrıs’a getirilmişti. Şimdi bu plan başka bir biçimde yeniden karşımıza çıkıyor” diyor.
Uysal, KKTC’deki ekonomik etkilerin zamanla medya, sosyal ve siyasi nüfuza dönüşebileceğini belirterek şu uyarıda bulunuyor:
“Bu yayılmanın önüne geçilmezse, Kuzey Kıbrıs’ta kendi ülkesinde alan bulamayan bir başka devletin gölgesi hâkim olur. Bu da sadece Kıbrıs Türk halkını değil, doğrudan Türkiye’yi de ilgilendirir.”
Orallı: “Toprak Bir Kere Giderse, Savaşla Bile Zor Geri Alınır”
Dış politika uzmanı Doç. Dr. Levent Ersin Orallı ise meseleyi yalnızca ekonomik bir yatırım değil, stratejik bir sızma olarak değerlendiriyor:
“İsrail vatandaşlarının KKTC’deki yoğun toprak alımları, demografik mühendisliğin ilk adımıdır. Bu, açık bir nüfuz ve egemenlik planıdır.”
Orallı’nın sözleri bir uyarı değil, alarm çanıdır:
“Bu satışlar kamu düzenini, güvenliği ve ülkenin demografik yapısını tehdit edecek boyuta ulaşabilir. Tapuyla gelen bu tehdit, hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde ve kamu yararı gözetilerek derhal denetlenmelidir.”
Ekonomik Kılıfa Sarılı Jeopolitik Hamle
Bugün bazı çevreler, KKTC’deki toprak satışlarını yalnızca yabancı yatırım olarak görse de uzmanlara göre bu ekonomik maskeli bir stratejik yayılmadır. Unutulmamalıdır ki:
“Toprak, satıldığı gün değil, geri alınamadığı gün elden gider.”
Türkiye ve KKTC için Millî Görev: Toprağı Korumak
Millî İstihbarat Akademisi’nin raporu, Türkiye’nin garantör ülke sıfatıyla KKTC üzerindeki sorumluluğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Toprak mülkiyeti yalnızca ekonomik değil, doğrudan bir millî güvenlik meselesidir.
KKTC’deki bu sinsi satın alımlar karşısında sadece hukuki değil, millî bilinç ve siyasi kararlılık gerekmektedir. Aksi hâlde “toprağın el değiştirmesi”, sadece tapuda değil, geleceğin haritalarında da değişiklik anlamına gelebilir.