Satış bölümünde çalışırken firmamız (NETAŞ) “Siz kendi arabanızı kullanın, yakıt giderlerini biz karşılayalım” dedi. Ayrıca amortisör gideri altında bir miktar ücret de ödemeyi kararlaştırdı. Durum böyle olunca sadece Ankara Genel Müdürlükte değil ihtiyaçları belirleme adına bölgelere de benim arabamla birlikte gitmeye başladık. Bir talihsiz kaza geçirdiğim için ehliyetime 1 ay el konulmuştu. Telekomcu arkadaşlarımdan bazıları ehliyeti yeni almışlardı. Onlar ile giderken sorun olmaz diye düşündüm. Bandırma’ya gidilecekti.
Yola çıktım. Polisin olmadığını kesin tahmin ettiğimiz yerlerde aracı ben kullanıyordum. İlçeye vardığımızda bir arkadaşın yakından tanıdığı Bandırmalı Ali Efendi’yi de ziyaret ettik. Ali Bey 90’lı yaşlarındaydı. Pastanesindeki Fatih’in İstanbul’u fethettiği anı resmeden tabloyu göstererek 1940’lı yıllarda bu tabloyu astığı için nasıl sorgulandığını anlatmıştı. Bandırma’da görüşmelerimizi tamamladıktan sonra Kapıdağ Yarımadasını ziyaret için yola çıktık. Bir ay önce ehliyet almış hevesli bir Telekomcu arkadaş sürekli arabayı bana ver diye ısrar edip duruyordu. Daha önce verdiğimde az kalsın yolun sağından giden biçer dövere çarpacaktı. O nedenle talebini reddettim. Bandırmaya dönerken hafif bir yokuş vardı. 2-3 Km ileride polis kontrol yapıyordu. Arabayı sağa çektim, “Gel arabayı sana vereyim” dedimse de kızgın olduğu için teklifimi kabul etmedi söz konusu arkadaş. Çaresiz kontrol noktasına doğru ilerledim. Polisler bizi de durdurdu. Polis memurunun ehliyeti çıkar demesine fırsat vermeden, yıllar önce ehliyetsiz okul müdürümüzün Ankara girişinde yapmış olduğu numarayı hatırladım ve aynen uyguladım. Polise “Bandırma’ya nasıl gidilir” diye sordum. Memur güldü ve “Burada tek yol var, Kapıdağ’ına gidişte nasıl gittiyseniz öyle de dönersiniz” dedi. “Biz Telekomcuyuz, Ankara’dan geliyoruz, biraz kafamız karıştı” deyince polis memuru birden heyecanlandı ve “Ankara’dan mı?” diye sordu. “Evet” deyince “Hem şehrim ben de Ankaralıyım, tayinim yeni buraya çıktı. Dışkapı’da oturuyordum” sözleriyle sohbete başladı. Memur çok yakın bir dostunu görmüş gibi muhabbeti uzatırken arkamdaki arkadaşlar alttan koltuğumu tekmeliyordu. Ehliyeti sorgulamadan bir an önce gidelim diyorlardı adeta. Memur gülerek bizi uğurladı, böylece ben de ceza yemeden kurtulmuştum.
O yıl yine sene başında taahhüt ettiğimiz kotanın üzerinde satış gerçekleştirdik. Başarılı satışçıları ödüllendirmek için Nortel bizi Almanya’ya (Berlin) davet etti. Direktörüm ödül töreni için hazırlıklı olmam gerektiğini ve takım elbise ile gelmemi talep etti. Halamın çocukları da Berlin de çalıştıkları için küçük kızımı da yanıma alıp Almanya’ya uçtuk.
Kendim Nortel ekibiyle birlikte otelde kalırken kızımı akrabalara bıraktım. Bir iki günlük satış konferansından sonra ödül gecesi için takım elbise ile otelin salonuna indik. Biraz mahcup biraz telaşlı satıştan sorumlu direktörümüz yanıma geldi ve “Zuhuri kusura bakma senin ismini Nortel’e iletmeyi ihmal etmişiz... O nedenle ödül vermeyecekler” dedi. İçimden biraz kızsam da “Önemli değil” dedim Direktörüme. Salona geçtiğimde bir bayan arkadaş sağa sola öfkeyle “Neden benim ismimi Nortel’e vermediniz” diye söylenip duruyordu. Anlaşıldı ki hak ettiği halde ona da benim gibi ödül verilmeyecekti. Törene katıldık, ödüllendirilenler Safari turu için Kenya’ya gönderilecekti. Bayan arkadaşla birlikte ödül alamayanlar olarak tören boyunca bir yandan öfkeyle söyleniyor, diğer yandan ise masamızdaki meyve sularını içiyorduk.
Ertesi gün kızımla Fransa’ya geçtim. Birkaç gün Paris’te gezdikten sonra Ankara’ya döndük. Rutin ziyaret ve satış işleri devam ederken hafta sonuna doğru İstanbul’daki Direktörümüzün sekreteri aradı. “Zuhuri Bey Pazartesi İstanbul’a gelebilir misiniz?” diye sorunca “Neden?” dedim. Genel Müdür çağırıyormuş. Pazartesi İstanbul’a geçtim. Öğleden sonraya randevu vermişti Genel Müdürümüz. Odasına girdiğimde hafif tebessümle beni karşıladı. Çay söyledi ve bana “Almanya’daki organizasyon için özür dileriz. Senin ismini geç bildirmişler. Nortel daha önceden belirlenen isimlere göre ödül vermiş” dedi. Ben de sakin bir şekilde “Önemli değil” diye karşılık verdim. Genel Müdürümüz “Hayır önemli, sen hak etmiştin bu ödülü. Eğer uygun görürsen hakkının bir kısmını karşılamak adına Netaş’tan şunu kabul et!” diyerek bir zarf uzattı. “Gerek yok” dedimse de ısrarcı oldu.
Odadan ayrıldıktan sonra zarfı hemen açmadım. Arkadaşlarla ayak üstü konuştuktan sonra taksiyle Taksim’e geçtim. Bu arada zarfı da taksi de açtım. Şaşırmıştım. İçinde tam tamına 5.000$ vardı. İnönü Stadını yukarı tırmanırken Gümüşsuyu mevkiinde Emirates firmasının ofisi önünden geçiyorduk. Cama kocaman bir ilan koymuşlar. O dönem çok moda olan Dubai seyahatini kampanyalı yapmışlar. Türk sanatçılar Dubai’den sürekli görüntü verdikçe eşimde “Keşke biz de gitseydik” derdi. Birden bunu hatırladım. Taksiciye “Burada ineceğim” dedim. Emirates ofisine girdim. Beni karşılayan hostes kampanya hakkında bilgi verdi; Dubai’de 2 gece kalmanın yanında uzak doğuda seçeceğimiz bir ülkeye gidiş dönüş de ücretsizdi. Benim için tatile uygun olan zamanımda sadece dönüşü Singapur olacak şekilde Bankong’a gidiş vardı. Singapur üzerinde iki gece Dubai’de misafir edeceklerdi. Hanımı arayıp olurunu aldıktan sonra hemen biletleri aldım.
Ban Kong’da iki gece kaldık, sonrasında Malezya’ya geçtik. Burada 2 gece kaldıktan sonra Singapur’a geçtik. Buradan gece yarısı Birleşik Arap Emirlikleri uçağıyla Dubai’ye gittik. Dubai’de 2 gece ücretsiz kalıp İstanbul’a dönüş yaptık. Bana tüm bu seyahatin maliyeti 2500$ olmuştu. Yani yaklaşık 2500 $ da cebimde kalmıştı. Evet Afrika’ya safariye gidememiştim ama birden fazla ülkeyi gezmiştim. Sizce hangisi daha karlı oldu?