TELEKOM ANILARI: LAS VEGAS ve SONUN BAŞLANGICI

Satışlar tüm hızıyla devam ediyordu. Bu arada sosyal yönümün çok güçlü olmasını ve ‘’Networking’’ diye tanımlanan kişilerle bağlantı kurma yetilerimin olabildiğince iyi olduğunu fark ettim. İnsanlar zamanla aynı işi yapmaktan bıkkınlık duymaya başlıyorlar. Doktorların edebiyata, beyaz yakalıların veya teknik elemanların kırsala yöneldiği gibi farklı alanlara yönelebiliyorlar.

Satışa başladığım ilk günlerde birkaç kıdemli satışçıya “Neyi/nasıl yapmalıyım?” diye sorduğumda; “3 şeyi asla yapma: Siyaset-Futbol-Din konularını asla açma” dedilerse de doğallığımın dışına çıktığı için pek uymadım bu kurallara. Ölçüsünde olduğu müddetçe pek sorun yaşamadım taa ki İstanbul Telekom Müdürlüğünden Bilgi İşlem Müdürünün fanatik BJK’lı sekreteri ile karşılaşana kadar!

Bizden istenen satış kotalarını yıl sonu itibariyle fazlasıyla gerçekleştirmiştim. Amerikan tarzı satış motivasyon sisteminde havuç performans yöntemi çok makbuldü. 2006 sonunda başarılı satışçıları Las Vegas’a davet ediyorlardı. ABD Büyükelçiliğine Nortel’de çalıştığıma ilişkin belgelerin yanısıra seyahat ettiğim diğer ülkelerin vizelerini içeren pasaportlarımla gittim. Kapıda vize memuru olarak Türk mü, ABD’li mi istersin diye sordular. Ben de belki Türk görevli ABD adına ince eler sık dokur diye Amerikalı birini talep ettim. 2 hafta sonra gittiğimde şişman ve zenci bir ABD’li memurun evraklarımı hiç açmadığını gördüm. Vize sayfasına baktım 10 yıllık vize vermiş. Şaşırdım! Evrakları neden incelemediğini ve neden 10 yıllık vize verdiğini sorduğumda “Zaten Nortel’de çalışıyormuşsunuz, bu bizim için yeterli” dedi.

Ocak 2007 yılında bu uzun yolculuğa başladım. Firmamın gösterdiği esneklik sayesinde Şikago üzerinden Las Vegas’a gitmek, dönüşü ise New York üzerinden yapmak istedim. Şikago’dan Las Vegas’a geçerken bineceğim diğer uçakla araya uzun bir süre koymuştum. Şikago’da hava soğuk ve sisli idi. Yine de havalimanına bıraktığım bavulum sonrası rahatlıkla gezmeye çalıştım. Willis Kulesi denilen gökdelene çıkmaya da niyet ettim. Bunun için bilek almak istediğimde görevli kişi “Parana yazık, zaten hava sisli ve karanlık. Bir şey göremeyeceksin” dedi, ben de bu düşüncemden vaz geçtim.  

Las Vegas’a uçağımız inerken adeta şehrin ortasına iniyormuş hissine kapıldım. Kalacağım otel şehrin hemen girişinde yer alan MGM Grand Oteli’ydi. Otelin sadece konaklamak için odaları yoktu, aynı zamanda eğitim, konferans, spor müsabakaları yapmak için düzenlenmiş çok sayıda salonu vardı. Ayrıca çok sayıda kumar masaları, boynuna –garip ama- köle gibi zincir takılmış yarı çıplak zenci kızlar dolaştıran beyaz sahipleri, içki içilen çok sayıda barları vs. mevcuttu. Boks müsabakaları esnasında otelin geceliği 1600$’a kadar çıkıyormuş. Muhammed Ali’nin birçok maçı burada organize edilmiş.

Otele her ay ünlü bir sanatçı geliyormuş. Bizim gittiğimiz ay Tom Jones vardı. Jones’u ilk gençlik yıllarımda ünlü olan Delilah şarkısıyla hatırlıyorum. Sanırım daha önce de belirtmiştim. Yurt dışına her çıkışımda mutlaka yanımda Türk sanatçılarına ait bir CD bulundurur ve onu birilerine hediye ederdim. Bu kez yanımda enstrümantel bir CD vardı. ABD’li ünlü şarkıcıya CD’yi hediye ettim. CD ne miydi? Delillah’ın söylenişine uygun “Fidayda” ve Ankara havaları olan bir CD’ydi.

Otel salonlarından birinde bizdeki “Kim 500 Milyon İster?”e benzer  TV programı yapılıyordu. İzlemek için salona girdim, ancak kendimde yarışmaya katılacak cesareti bulamadım.

Boks müsabakalarının yapıldığı salonda Nortel CEO’su gelip bir konuşma yaptı. Yeni çıkan ürünler tanıtıldı. Ardından satışta hedeflerini gerçekleştirenler için ödül olarak gönderilecek lokasyon açıklandı. Bu lokasyon Fas’ın Marakeş şehriydi.

Toplu yemekler esnasında Nortel’de çalışan bir Filistinli genç mühendis ile tanıştım. Zaten onlara özel bir sempatim vardı. Birlikte yemek yiyorduk çoğu zaman. Bana ertesi gün saat 14:00-15:00 arası ismini verdiği salonda bir demo yapacağını, salonu kalabalıklaştırma adına gelirsem çok sevineceğini söyledi. Kendisine tereddütsüz söz verdim.

Ertesi gün birlikte yemek yedikten sonra ben odama, o arkadaşta salona geçti. Odamdan inip Filistinli arkadaşımın yanına giderken bizimle gelen en üst düzey yöneticilerimizden biri yanında ABD’li bir üst düzey yönetici ile birlikte yürüyordu. El ederek, beni de yanına çağırdı.  Amerikalı yöneticiye, heyecanla satışlarımızdan, neyi nasıl başardığımızdan bahsediyordu. Konuşma hayli uzun sürdü. Ancak ne beni bu şahısla tanıştırdı ne de hakkımda bir şeyler anlattı. Filistinli arkadaşımın demosunun tamamlanmasına da az bir süre kalmıştı. Nortel yöneticisiyle gözlerimle vedalaştıktan sonra sessizce yanlarından ayrıldım. Filistinli arkadaşın demosunu geç de olsa izleyebildim.

Akşam yemeğinden sonra kıyamet kopmuştu. Satış direktörümüz beni koridorda görünce “Seni yöneticimiz görmek istiyor” dedi. Birlikte boşaltılmış bir salona geçtik. Salonun ortasında kızgın bir şekilde bekleyen yöneticimizle karşılaştık. Beni hiç konuşturmadan, savunma hakkı bile vermeden “Nasıl haber etmeden yanından gidersin” diye bağırmaya başladı. Satışlarımla ilgili Nortel yöneticisine bilgilendirme yapacakmış, adamın sorularının bazılarına cevap verememiş. Bir şey söyleyecek olsam lafı ağzıma tıkıyor ve ayaklarını sürekli yere vuruyor adeta bu darbeler aslında sana demeye çalışıyordu. Haklı olabilirdi ama olayı bu derece büyütmesi ve savunma hakkı vermemesi hiç hoş değildi. Oysa başımıza geçtiğinde çoğu zaman bana karşı patron gibi davranmamıştı. Bağırıp çağırması 10-15 dakika sürdü. Üzerime içindekileri iyice boşalttıktan sonra biraz rahatlamış olacak ki beni serbest bıraktı. Kulaklarıma kadar kızarmış, sinirden dudaklarımı ısırmış ve kanatmıştım. En çok üzüldüğüm nokta ise beni hiç konuşturmaması oldu.

Kendimi otelin dışına attım. Las Vegas adeta up uzun caddeye benzeyen bir şehirdi. Her iki yanında bol sayıda devasa oteller vardı. Öğle sıcağında rahat dolaşabilmek için oteller yer altından birbirine bağlanıyordu. Sokakları hızlı hızlı arşınlarken uyuşturucu satan Güney Amerikalı insanları gördüm. Muhabbet tellallarının uzattığı kağıtları elimin tersiyle iteleyerek yürümeye devam ettim. Düşünmeye başladım; “Zuhuri bunları çekmeye değer mi? Ben artık bu firmada duramam, acil başka bir kuruma/firmaya geçmeliyim” diye sessizce söyleniyordum. Bir baktım ki düşüne düşüne, söylene söylene neredeyse bu günah şehrinin sonuna gelmiştim. Geri döndüm ve odama kendimi zor attım. Zor da olsa geç vakit uyumuşum.

Ertesi günü kimseye görünmeden biraz dışarıda dolaştım. Daha önce gitmediğim otellerin içini gezdim. Akşama uçağım vardı. Eşyalarımı alıp kimseye görünmeden otelden çıktım. Havalimanına geldiğimde Las Vegas’ta hiç ihtiyaç duymadığım montumu kapının arkasında unuttuğumu farkettim. Bereket ki havalimanı ile otel arası fazla uzak değildi. Aynı taksi ile otele dönüp montumu aldım. New York’a inince montumla bile titrerken “İyi ki montumu unuttuğumu hatırladım” dedim.

New York’ta Central Park’ı dolaştıktan sonra 5. Caddeye geçip BM binasına kadar yürüdüm. Harlem’i de gezmeyi düşünüyordum ama Metro’da şahit olduğum bazı görüntülerden sonra “Zuhuri macera arama!” diyerek vaz geçtim. Ve düşünceli bir şekilde Türkiye’ye geri döndüm!