Komik değil mi? Dünya halen Güneş’in etrafını 24 saatte dönüyor. Ama 4 boyutlu uzay zamanda, Einstein’ın İzafiyet Kuramı’nda, Görelilik denmesindeki amaç şudur; Bir olayın eşzamanlılığı yani birkaç kişi için aynı zamanda, olayın yaşanması değişkendir. Başka bir ifadeyle açıklayacak olursak, zaman evrenin her yerinde aynı hızda ilerler ancak farklı şekilde hissedilebilmektedir.
Daha da basitleştirirsek; Saatte 250 km hızla Ankara’dan İstanbul’a seyir halinde bir tren hayal edelim. Bu trenin içindeki yolcu için zaman ile, treni dışardan izleyen bir kişi için, zamanın yaşanması değişkendir. Dışardan izleyen için çok süratli olan tren, trenin içindeki yolcu için daha yavaş akmaktadır.
Bu bilimsel metaforu cebimize koyarak, başka ülkeler için 24 saat olan bir günün, bizim için nasıl 30 saat yaşanacağını biraz sosyoloji, biraz psikoloji serpiştirerek irdelemek isterim izninizle;
Geçen yazımızda da vurguladığımız üzere, “sayısal çağ treninde”, ülke olarak business vagon için rezervasyon yaptırdık. Hedefimiz bilimi takip eden değil, bilimde takip edilen ülke olmak.
Bilimde söz sahibi olan ülkeler bu vagona kabul ediliyor. Bilimde söz sahibi olmak için bilmek, bilmek için araştırmak ve çalışmak gerekiyor. Araştırmak için emek, emek için insan gerekiyor. Evet kaynağı bulduk. Ancak insan kaynağımızın bilimsel penetrasyonu ve kalifikasyonu ne kadar yüksek?
Ülkemizde muazzam bir genç nüfus mevcut. 18 milyon ilkokul-lise aralığında gencimiz var. Üniversitede okuyanları da dahil ettiğimizde yaklaşık 25 milyon genç.
Peki bu kaynak ülkemizde akılcı ve bilimsel yöntemlerle mi değerlendiriliyor?
Maalesef koskoca bir HAYIR!!!!
Çuvaldızı kendimize batırmamızın zamanı geldi de geçiyor. Önce kendi evlerimizin önüne bir bakalım!
Gençlerimizle ilgili 40 yaş üstü nesiller olarak bizler çok eleştirel olmakla beraber, esas eleştiriyi kendimize yapmalıyız. Demode ve bilimsellikten uzak eğitim sistemi maalesef bizlerin eseri.
PİSA sonuçları eğitim sistemimizin ne halde olduğunu gösteren izahtan vareste bir çalışmadır. Ve bu eser içinde, gençlerimizden bilimsel performans ve icatlar bekliyoruz.
“Başımıza yeni icat çıkartma” deyimi olan başka bir ülke bilen varsa bir adım öne çıksın.
Sadece eğitim sistemi mi ya Ebeveynler olarak bizler, ne kadar kitap okuyoruz, TV’lerde ne kadar bilimsel programlar izleyip, sorgulama yapıyoruz ki, gençlerimizden bunu bekleyelim. Ya da aile ortamında kaçımız cep telefonunu bırakıp, TV’yi kapatıp elimize bir kitap alıp okuyoruz. Sonrasında okuduğumuz kitap üzerine ailecek yorum ve tartışma yapıyoruz? Oysa bir magazin programı bir futbol programı oldu mu hepimiz uzmanız maalesef.
Eğri oturup doğru değerlendirmekte fayda var sevgili dostlar; bizler yani aileler, yüzeysel ve sürdürülebilir olmayan ve devamlı mutsuzluk üreten, morfin gibi beyinlerimize ve yüreğimize nakşedilen, bu “KÖTÜ POPÜLER” kültürden hemen bugün vazgeçmeliyiz! Kolay bir şey değil ancak ve ancak fedakarlıkla yapılabilecek bir şey bizler için. Gelişmiş ülkelerde oturdukları yerden gelişmiş ülke olmadılar. Ülkeler tarihine baktığımızda büyük fedakarlıkların sergilendiği, işin önce bireyler ve ailelerden başladığı ve “kapsayıcı demokratik kurumların” bunu takip ettiğini görürüz.
Tatili, Antalya, Bodrum sahillerinden ibaret görmeyen, bir müze gezmenin, bir kültür gezisinin daha değerli bir tatil olduğu kültürü ön plana çıkartmamız gerekiyor.
Parklarda, kurulacak Millet Bahçeleri’nde; şairlerimizin, yazarlarımızın ve bilim adamlarımızın halkla etkileşim halinde olduğu mekanları yaratmakla başlamalıyız işe. Üniversiteler kâğıt üzerinde halka açık yerlerdir. 40 yaş üstü vatandaşımıza bir anket yapsak 100 kişiden kaç kişi, üniversitelere gidip ders izliyordur, bilim adamlarıyla etkileşim kuruyordur. Bilim adamlarımız hocalarımız bu tarz etkileşim kültürüne ne kadar açıktır? Velhasıl kelam toplumsal dönüşümü hızlıca yapmamız elzemdir.
Toplumsal dönüşüm ancak bireysel bilinç dönüşümü ile beraber olduğunda anlamlı bir sonuç elde edebiliriz. Bireysel bilinç dönüşümünde ana faktör olan ÜÇ Ö (3Ö) hipotezimi kısaca aşağıdaki satırlarda açıklamaya çalıştım.
ÜÇ Ö (3Ö) adını verdiğim hipotezim; bireysel gerçekleşme ve toplumu dönüştürmede anahtar rol oynamaktadır. Nedir 3Ö?
1.Öz Sevgi, 2.Öz Saygı, 3.Öz Disiplin.
Bireyin Öz Sevgisi ve Öz Saygısı tekemmül ettiğinde her şey daha da kolaylaşacaktır. Önce kişi kendisini sevmelidir, kendisiyle barışık olmalıdır. Barışık olabilmesi için kendisini tanımalıdır. Öz Sevgisi olan bir birey, aileyi, yaşadığı toplumu ve ülkeyi de sevmektedir. Öz Sevgisi olanın Öz Saygısı da olmaktadır. İnsan sevdiği şeylere içten özden bir saygı duyar. Bireyde Öz Sevgi ve Öz Saygısı olduğunda Öz Disiplin kendiliğinden gelişmektedir.
Birey önce kendisini sevmeli ki kendisine saygısı olsun. Kendisine saygısı olanın işine, toplumuna, ülkesine, kanunlara saygısı olacaktır. Bu sevgi ve saygı bizi iş konusunda “öz disipline” götürecektir. Kendisini, ülkesini seven ve sayan nesiller, disiplinli bir eğitim ve çalışma hayatı yaşarlar. Bilim ve gelişmenin baş faktörü “sistemli çalışmaktır”. Sistemli çalışmak için öz disiplin gerekmektedir. Aksi durumlarda sistemli başlayan bir çalışmanın sistemsizlikle ve karmaşayla sonuçlanma ihtimali yüksektir. Öz disiplinle yapılan bir çalışmada bir günümüz 24 saat yerine 25 saatte olur 30 saatte olur.
Gelin evlerimizde ve işyerlerimizde odalarımıza, çalışanlarımızın odalarına, çocuklarımızın odalarına , toplantı salonlarımıza, WClerimize “3Ö”yü kağıda bastırıp asalım. Kendimize günün hengamesinde en azından görsel olarak Öz Sevgi, Öz Saygı ve Öz Disiplini hatırlatmakla başlayalım kişisel dönüşümümüze. Şirketlerde bunun faydasını almaya başlayacağımıza eminim.
Devletimizin, bireylerin öz sevgi , saygı ve disiplinini geliştirip koruyacak ve beraberinde toplumsal ortak aklı oluşturacak “Kapsayıcı Kurumlar ve Metodolojiler” tesis etmesi gerekmektedir.
Bu yazımızda sayısal çağın treninde business vagonda yer almanın ilk şartı olan “bilimde söz sahibi olan ülke” şartını yerine getirmek için; bilimsele evrilmenin temelini oluşturan “bireysel ve toplumsal bilinç dönüşümünü” hep beraber irdeleme fırsatı bulduk. Peki bu temeli nasıl geliştireceğiz ve “Kapsayıcı Kurumlar” hangileridir nasıl olmalıdır?
Gelecek sayıda….