MAVİ VATAN: TÜRKİYE’NİN DENİZLERDEKİ GELECEĞİ

 

 

Akdeniz, sadece coğrafi bir güzellik değil, aynı zamanda uluslararası mücadelenin de merkezinde yer alan bir sahne. Kıbrıs Adası çevresindeki zengin hidrokarbon yatakları ve deniz yetki alanları üzerindeki çekişmeler, bölgeyi hem ekonomik hem de stratejik açıdan kritik bir konuma taşıyor. Türkiye, bu sularda haklarını korumak için Mavi Vatan doktrini ile kararlılıkla hareket ediyor. Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı ile bu stratejiyi ve Doğu Akdeniz’deki mücadeleyi konuştuk. Onun görüşleri, bölgenin ve Türkiye’nin geleceği adına hayati öneme sahip.

 

Enerji koridorları açısından da Akdeniz, kritik bir öneme sahip. Bu bölge sadece orta doğu ve hazar bölgesi enerji merkezlerine ev sahipliği yapmakla kalmaz, aynı zamanda global enerji arzı için hayati öneme sahip boru hatlarını da kontrol eder.

Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı gibi projeler, Doğu Akdeniz’deki stratejik dengeyi belirleyen unsurlardır.

Bu hat, İskenderun Körfezi’ni Hazar Denizi’nin doğusundaki ülkeler için önemli bir ithalat ve ihracat kapısı haline getirmiştir. Yük gemilerinin %75'i Ege Denizi'nin merkezinden geçerken, küresel ekonomideki dengeler değişiyor ve doğu-batı eksenindeki ulaşım koridoru giderek daha fazla değer kazanıyor.

Üretim ve finans merkezi, hızla Pasifik’e doğru kayarken, bu koridor Çin’in geliştirdiği deniz İpekyolu’nun da önemli bir güzergâhı haline geliyor. Diğer yandan, Akdeniz, dünya denizlerinin yalnızca %1'lik bir yüzölçümüne sahip olmasına rağmen, Süveyş Kanalı ile Cebelitarık boğazı arasındaki suyolu, dünya deniz ticaretinin %25'ini oluşturuyor.

Bu da her dört yük gemisinden birinin bu kritik suları kullandığını gösteriyor; Akdeniz, küçük fakat stratejik bir ticaret merkezi olarak ön plana çıkıyor. Enerji taşımacılığının ötesinde, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol rezervlerinin varlığı, bu bölgeyi ekonomik ve stratejik açıdan dünya sahnesinde öne çıkarıyor.

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “Denizlerimizde bulunan hidrokarbonlar ve madenler şunlardır: petrol, doğal gaz, gaz hidratlar, manyetit ve uranyum. Doğal gaz, gaz hidrat yataklarının üzerinde çıkar. Bu kaynaklar, katılaşmış hidrokarbonlar olarak adlandırılır.”

2010 yılında ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin yayınladığı bir rapor, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan Levant Havzası’nda büyük miktarda doğalgaz ve petrol rezervi bulunduğunu ortaya koydu.

Rapora göre, Levant Havzası 3,45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol barındırıyor. Bu keşifler, Doğu Akdeniz'i dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından biri olarak işaret ediyor.

Aynı kurumun tahminlerine göre, Nil Delta Havzası'nda yaklaşık 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon metreküp doğalgaz keşfedildi. Bu kaynakların yanı sıra, Kıbrıs adası çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol rezervinin değeri yaklaşık 400 milyar dolar olarak belirlendi.

'Herodot' olarak adlandırılan bölge, Girit'in güney ve güneydoğusunda yer almakta ve toplamda 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz rezervine ev sahipliği yapıyor.

Doğu Akdeniz'deki toplam hidrokarbon yataklarının değeri ise yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor.

Ayrıca, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nın tespitlerine göre, Karadeniz ve Doğu Akdeniz'de bulunan gaz hidrat yatakları, geleceğin enerji kaynağı olarak gösteriliyor.  

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: Bir birim gaz hidrat çözeltildiğinde 164 birim doğalgaz oluşuyor. Şöyle düşünün: sönük bir balon, küçük bir hacme sahipken şişirdiğinizde hacmi yüzlerce katına çıkar. Gaz hidratlar da aynı şekilde davranır. Karadeniz'deki gaz hidratlar, Türkiye'nin 572 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek kapasitededir.

 2010 yılında ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu tarafından yayımlanan bu çarpıcı raporun ardından, İtalyan enerji devi ENİ'nin bölgede doğal gaz keşfetmesi uluslararası ilgiyi hızla doğu Akdeniz'e çevirdi. Doğu Akdeniz, küresel enerji politikalarında yeni ve stratejik bir odak noktası haline geldi.

Bu raporların yayınlanmasından 7 yıl önce ise bir harita dünya gündemine oturdu. 2003 yılında Sevilla Üniversitesi'nden Profesör Suarez De Vivero'nun hazırladığı bu harita, Doğu Akdeniz'deki deniz sınırları üzerine yıllardır süregelen tartışmaların fitilini ateşledi.

Sevilla haritası, özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin deniz üzerindeki iddialarını desteklerken, Türkiye'ye ve KKTC’ye oldukça sınırlı bir alan bıraktı. İşte bu harita, Ankara için bir anlamda modern bir Sevr antlaşması olarak görüldü; çünkü tıpkı 1920'deki Sevr antlaşması gibi Türkiye'nin Akdeniz'le ve KKTC ile olan doğal bağını kesme tehdidi oluşturdu.

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 189 bin kilometrekarelik bir deniz yetki alanı, yani Mavi Vatan’ı bulunmaktadır. Ancak Sevilla Üniversitesi Haritası’na göre bu alan 40 bin kilometrekareye düşürülmekte, yani yaklaşık beşte biri kadar küçültülmektedir. Bu haritaya göre, Antalya Körfezi gibi hayati alanlar Türkiye’ye bırakılırken, Adalar Denizi’nde kara sularımız bile tanınmamaktadır. “

Peki, Mavi Vatan denilince ne anlamalıyız?

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “Mavi Vatan, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatleri çerçevesinde belirlenen ve ilan edilen deniz yetki alanlarını ifade eder. Bu alanlar münhasır ekonomik bölgelerdir. Karadeniz’de Mavi Vatan sınırları, bölgenin yaklaşık yarısını kapsamaktadır. Adalar Denizi’nde ise Mavi Vatan, Türkiye ve Yunanistan ana karaları arasındaki ortay hattı esas alır. Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan sınırları ise Libya, Mısır, Filistin, İsrail, Lübnan ve Suriye ile karşılıklı kıyılar temel alınarak uluslararası deniz hukuku prensiplerine uygun şekilde belirlenmiştir. Tüm bu alanların toplamı 432 bin kilometrekareye ulaşmaktadır. Bu, Türkiye’nin kara yüzölçümünün yarısından fazladır ve büyük bir zenginlik kaynağıdır.”

Türkiye'nin 'MAVİ VATAN' olarak adlandırdığı bu kavram, sadece topraklarla sınırlı değil; Türkiye'nin çevresini saran denizlerle olan derin bağını ifade eden ciddi bir beyandır. Türkiye kuzeyde ekonomik çıkarlarını ve çevresel korumayı savunarak haklarına sahip çıkıyor.

Batıda ise tartışmalı Adalar Denizi, yani ege denizi yer alıyor. Burası, Yunan adalarının Türk kıyılarına yakınlığı, karasuları ve hava sahası üzerinde karmaşık bir diplomasi trafiğine neden oluyor. 

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “Yunanistan, kendisini bir takımada devleti olarak tanımlıyor. Endonezya, Filipinler veya Japonya gibi bir takımada devleti olduğunu iddia ediyor. Bu doğrultuda, ülkesinin sınırlarının en dıştaki adalarının birbiriyle birleştiği hat olduğunu savunuyor. Örneğin Meis, Rodos, Kerpe, Kaşot, Girit, Küçük Çağ, Büyük Çağ ve Mora Yarımadası’nı birleştiren hattın Yunanistan’ın sınırı olduğunu ileri sürüyor. Bu suların da kendi toprağı olduğunu ve adeta bir göl gibi değerlendirileceğini söylüyor.

Sevilla Üniversitesi Haritası’nda bu iddiaların dikkate alınarak Türkiye’ye Adalar Denizi’nde kara suyu dahi tanınmadığını görüyoruz. Bunun nedeni, Yunanistan’ın kendisini bir takımada devleti gibi lanse etmesi ve içindeki suların kendi toprağı olduğunu iddia etmesidir. Ancak bu durum tamamen uluslararası hukuka aykırıdır. Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın neden payı olmadığı buradan anlaşılabilir.

Yunanistan bir takımada devleti değildir. Dünyadaki diğer devletlere bu iddiasını kabul ettiremediği gibi, şimdi Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaktadır. Aslında Yunanistan, adaları bulunan bir yarımada devletidir. Bu nedenle deniz yetki alanı ölçümleri, en dıştaki adalara göre değil, ana kara sınırına göre yapılmalıdır. Eğer bu ölçümler ana kara sınırına göre yapılırsa, Yunanistan Güney Kıbrıs veya Mısır ile anlaşma yapabilecek kadar yakın değildir. Aradaki mesafe 400 milden fazladır. Karşılıklı sınırlar 200’er mil olsa ve birleşse bile 400 milin altında bir mesafe gerekir ki anlaşma yapılabilsin. Ancak bu durum Doğu Akdeniz’de söz konusu değildir.”

Deniz yetki alanlarının belirlenmesinde, bir ilke var ki sadece sınırları çizmez, aynı zamanda doğal yapının hakem rolünü vurgular, bu da uluslararası hukukta adil sınırların çizilmesinde belirleyici bir faktördür.

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “Adaların ne zaman kıta sahanlığına ve münhasır ekonomik bölgeye sahip olacağı son derece açıktır. Coğrafyanın üstünlüğü ilkesi vardır; yani anakara, adaya üstün gelir. Bu, şu anlama gelir: Eğer bir anakarada, deniz altından devam eden 200 millik kıta sahanlığında bir ada oluşmuşsa, yani dağlar ve tepeler suyun üstüne çıkmışsa, bu ada anakaraya ait bir uzantıdır. Anakara kıta sahanlığında bulunan bir ada, "Benim kıta sahanlığım var," diyemez. Bu adalar, anakaraların kıta sahanlığında neşet etmiş, yani onların devamı niteliğindedir. Dolayısıyla, bu adaların ayrıca bir kıta sahanlığı olması mümkün değildir.”

Peki, Yunanistan’ın tezi doğru olsa dünyadaki deniz yetki alanları nasıl şekillenmeliydi?

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “Şimdi, dünyada Yunanistan gibi davranan başka bir ülke var mı? Yok. Eğer olmuş olsaydı, örneğin Orta Akdeniz, Malta’nın münhasır ekonomik bölgesi olurdu. Mesela İspanya’nın Fas kıyılarında adaları var. Bu adaların bırakın kıta sahanlığını, kara suyu bile bulunmuyor. İngiltere’nin Şövalye Adaları, Fransa’nın önünde, Fransa kıyılarının hemen yakınında yer alıyor. Ancak bu adaların sadece kara suları kadar yetki alanları var. Bunun sebebi ise bu adaların, Fransa’nın kıta sahanlığı üzerinde oluşmuş adalar olmasıdır. Aynı şekilde, bu adaların ayrıca bir kıta sahanlığı olamaz. İngiltere, uluslararası deniz hukukunun kurucularından biri olarak bu kurala uygun davranmıştır. Eğer İngiltere, Yunanistan gibi davransaydı, Manş Denizi İngiltere’nin münhasır ekonomik bölgesi olurdu ve Fransa’nın Manş Denizi’nde hiçbir hakkı kalmazdı. Ancak İngiltere ve Fransa, Manş Denizi’ndeki deniz yetki alanlarını ortay hattan paylaşmıştır. Bu paylaşım sonucunda, İngiltere’nin adaları ortay hattın diğer tarafında kalmıştır. Bu durum, Adalar Denizi’ndeki duruma çok benzemektedir.”

Daha güneyde ise Akdeniz bulunuyor. İşte 'Mavi Vatan' vizyonunun belki de en iddialı sınırlarına uzandığı yer.

Yeraltı doğal kaynaklarıyla zengin olan Akdeniz, enerji politikalarının modern kavşağı olarak Türkiye’nin geniş deniz bölgeleri üzerindeki iddialarını jeopolitik bir fırtınanın merkezine yerleştiriyor.

Müstafi Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı: “KKTC’yi yok sayarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) münhasır ekonomik bölge ilan ediyor ve ruhsatlandırma yapıyor. Adanın 360 derece çevresinde bu ruhsat sahalarını oluşturuyorlar. Sakın zannetmeyin ki ruhsat sahaları sadece güneyde ve GKRY sadece güneyde münhasır ekonomik bölge ilan etti, kuzeyde hiçbir şey yapmıyor. Hayır, bu alanlar sadece ruhsat sahası değil. 2003 yılında ilan ettikleri münhasır ekonomik bölge, adanın tamamını kapsıyor. Bu ilan, Sevilla Üniversitesi haritasına uygun bir şekilde yapılmıştır.”

Mavi Vatan, sadece bir deniz iddiasından daha fazlası; Türkiye ve KKTC’nin dünyadaki yerini stratejik olarak ilan eden, çıkarlarını koruma ve denizlerin sunduğu fırsatları değerlendirme kararlılığını yansıtan bir kavram.    

Akdeniz’de, dünya güçlerinin çıkarları, enerji yolları ve tarih boyunca süregelen mücadeleler kesişiyor. Kıbrıs, Akdeniz’in kalbinde stratejik bir dansın içinde yer alıyor.

Mavi Vatan’ın suları, geleceğimizi şekillendirmeye devam ederken, Türkiye ve KKTC kendi rotasını çiziyor, diplomasi akıntıları ve değişim gelgitleri arasında yol alıyor.