Sosyal medya algoritmaları bizi şekillendiriyor; neye inanacağımızı, neyi satın alacağımızı, hatta neyi hissedeceğimizi belirliyor. Bu noktada, ICT sektörünün insan üzerindeki etkisi araçsal aklı aşarak varoluşsal bir sorgulamayı gerekli kılıyor: İnsan, bu teknolojilerle kendi özgürlüğünü mü artırıyor yoksa onları birer modern kölelik aracı haline mi getiriyor?
Bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT) sektörü, modern yaşamın en dinamik ve belirleyici alanlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu alanı yalnızca teknik ilerlemeler, ürünler ya da pazar dinamikleri üzerinden ele almak, onun insanlık için taşıdığı derin anlamı gözden kaçırmak olur. Bu nedenle, ICT sektörüne felsefi bir mercekle bakmak; insan, araç ve anlam arasındaki karmaşık ilişkiyi yeniden düşünmek için önemli bir fırsat sunuyor.
İnsanın Araçla İlişkisi: Araç mı, Amaç mı?
Martin Heidegger’in “Teknik Üzerine” adlı eserinde sorduğu bir soru, ICT sektörüne dair felsefi bir değerlendirme için başlangıç noktası olabilir: Teknoloji, insana hizmet eden bir araç mı, yoksa insan teknolojiye hizmet eden bir araca mı dönüşüyor? Günümüzde akıllı telefonlardan bulut teknolojisine, yapay zekâdan nesnelerin internetine kadar her şey, hayatı kolaylaştırmak adına tasarlanmış araçlar olarak sunuluyor. Ancak, bu araçların bizim üzerimizdeki kontrolü giderek artıyor.
Mesela, sosyal medya algoritmaları bizi şekillendiriyor; neye inanacağımızı, neyi satın alacağımızı, hatta neyi hissedeceğimizi belirliyor. Bu noktada, ICT sektörünün insan üzerindeki etkisi araçsal aklı aşarak varoluşsal bir sorgulamayı gerekli kılıyor: İnsan, bu teknolojilerle kendi özgürlüğünü mi artırıyor yoksa onları birer modern kölelik aracı haline mi getiriyor?
İletişimin Metafiziği: Daha Fazla Bağlantı, Daha Az Anlam mı?
Jean Baudrillard, “simülasyon” kavramıyla modern dünyanın gerçekliğini sorgularken, günümüz İCT dünyasını da adeta tarif etmişti. İnternet ve dijital iletişim araçları, bizleri “bağlı” kılarken aynı zamanda anlamı yüzeysel bir bilgi bombardımanına indirgedi. Artık her şey erişilebilir, ama hiçbir şey derinlemesine anlaşılmıyor.
Zoom toplantılarında “orada” gibi görünsek de ruhen çoğu zaman yokuz. Mesajlaşma uygulamalarıyla her an “bağlı” olsak da yalnızlık hissimiz giderek büyüyor. Bu çelişki, ICT sektörünün insanlık üzerinde yarattığı iletişim krizinin altını çiziyor. İletişim, salt veri aktarımından ibaret mi, yoksa insanın diğerine dokunduğu bir anlam yaratma süreci mi olmalı?
Teknoloji ve Etik Gücün Sorumluluğu
Her teknoloji, aynı zamanda bir iktidar aracıdır. Michel Foucault'nun "iktidar ve bilgi" arasındaki ilişki üzerine yazdıkları, BİT sektöründe etik sorunları anlamamız için değerli bir perspektif sunuyor. Büyük veri analitiği, yapay zekâ ve sosyal medya platformları, gücü elinde bulunduran az sayıdaki şirketin bireyler üzerinde muazzam bir denetim kurmasına olanak tanıyor.
Bu durum, "kim izliyor?" ve "neden izliyor?" sorularını gündeme getiriyor. Kullanıcı verilerinin ticari kazanç için istismar edilmesi, mahremiyetin yitirilmesi ve dijital eşitsizlikler, teknolojinin etik sınırlarının ne olması gerektiği konusunda derin bir tartışmayı zorunlu kılıyor.
İnsan, Teknoloji ve Anlam Arayışı
ICT sektörüne felsefi bir perspektiften bakmak, onun yalnızca teknik bir alan olmadığını, aynı zamanda insanlık için varoluşsal bir meydan okuma içerdiğini gösteriyor. Bu meydan okuma, teknolojiyi yalnızca geliştirmekle değil, aynı zamanda onu anlamlı bir şekilde yönlendirmekle ilgilidir.
Belki de sorulması gereken asıl soru şudur: Teknoloji, bizi "daha iyi" bir insan haline getirebiliyor mu? Yoksa bizi insandan uzaklaştırarak, yalnızca daha "verimli" birer makineye mi dönüştürüyor? Felsefe, bu sorulara cevap ararken BİT sektörüne, insan onurunu ve anlam arayışını koruyacak bir pusula sunabilir. Çünkü teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanın gerçek ihtiyacı her zaman anlamlı bir yaşam olacaktır.