YAPAY ZEKÂ, ETİK İLKELER VE HUKUKİ GEREKLİLİKLER ÜZERİNE FELSEFİ BİR DÜŞÜNÜM

"Etik ilkeler, insanlığın ideal dünyasına işaret ederken; hukuk, gerçek dünyanın sınırları içinde işlemeye çalışır. Bu iki alan arasındaki gerilim, yapay zekâ çağında daha da belirginleşiyor. Bir yapay zekânın sanatsal eserler üretebilmesi etik açıdan yaratıcı özgürlüğü teşvik edebilirken, hukuk açısından telif hakları sorunlarına yol açabilir. Ya da otonom araçlar, etik olarak insan hayatını korumak için programlanırken, hukuki açıdan kimin sorumlu tutulacağı belirsizleşebilir."

 

Teknoloji, insanlığın varoluş serüveninde daima hem bir araç hem de bir sınav olmuştur. Yapay zekâ (YZ), bu sınavın belki de en karmaşık aşamalarından birini temsil ediyor. Kendine özgü öğrenme yetisiyle YZ, insan muhakemesine yaklaşan ve hatta onu aşabilen kapasitesiyle etik ve hukuki açıdan derin soruları gündeme getiriyor: Zekânın kendisi etik olabilir mi? Hukuk, hızla evrilen bir teknolojiyi düzenlemede yeterli olabilir mi? Ve en önemlisi, insanlık kendi yarattığı zekâya hangi sınırları çizmelidir?

Bu sorular, yalnızca teknik ya da yasal meseleler değil, insan varoluşunun en temel felsefi sorunlarına dokunuyor. Zira yapay zekâ, bir aynaya dönüşerek insanlığın kendine bakmasını sağlıyor: Adalet anlayışımız ne kadar tutarlı? Özgürlük dediğimiz kavram gerçekten neyi ifade ediyor? İnsan, kendi yarattığı zekâyı denetleyebilecek ahlaki bilince sahip mi? Tüm bu sorular, yapay zekâ etiği ve hukuku üzerine düşünürken kaçınılmaz şekilde karşımıza çıkıyor. Bu yazıda, dünyada uygulanan ve uygulanması gereken etik ilkeler ile hukuki düzenlemeleri felsefi bir çerçevede kıyaslayarak, yapay zekânın insanlık için ne anlama gelebileceğini sorgulayacağız.

İnsanlığın Vicdanı mı, Çıkarların Dengesi mi?

Yapay zekâ etiği, temelinde insan hakları, mahremiyet, özerklik ve adalet gibi evrensel değerlere dayanır. Avrupa Birliği’nin “Güvenilir Yapay Zekâ” ilkeleri, şeffaflık, hesap verebilirlik ve insan gözetimi gibi prensipleri vurgular. Benzer şekilde OECD’nin YZ ilkeleri, insan merkezli yapay zekâ tasarımını savunur. Fakat burada kritik bir nokta vardır: Bu ilkeler ne kadar evrensel ne kadar bağlamsaldır?

Teknolojik ilerlemeler, etik ve hukuki çerçevelerin de güncellenmesini gerektirmektedir. Türkiye’de, YZ’nin etik kullanımı konusunda çeşitli girişimler bulunmaktadır. Türkiye Yapay Zekâ İnisiyatifi (TRAI), “Yapay Zekâ Etik İlkeler ve Hukuki Düzenlemeler Raporu” ile işletmelere ve kurumlara yol göstermeyi amaçlamaktadır. Bu rapor, YZ’nin etik kullanımına dair temel prensipleri ve hukuki düzenlemeleri detaylandırmaktadır.

Ayrıca, Yükseköğretim Kurulu (YÖK), “Üretken Yapay Zekâ Kullanımına Dair Etik Rehber” yayımlayarak, şeffaflık, hesap verebilirlik ve insan gözetimi gibi ilkelerin önemini vurgulamıştır. Bu rehber, akademik ve araştırma camiasına YZ’nin etik kullanımı konusunda rehberlik etmektedir.

Etik ilkeler, tarih boyunca insanlığın vicdanından doğmuş gibi görünse de aslında çoğu zaman güç dinamiklerinden etkilenmiştir. Örneğin, bir yapay zekâ sistemi işe alım süreçlerinde kadınları ya da azınlıkları sistematik olarak dezavantajlı konuma düşürüyorsa, bu yalnızca algoritmik bir hata değil, tarihsel adaletsizliklerin dijital bir yansımasıdır. Bu noktada etik ilkeler yalnızca soyut idealler değil, teknolojik kararların somut toplumsal etkilerini değerlendiren aktif bir denetim mekanizmasıdır.

Bununla birlikte, etik kuralların uygulanabilirliği de tartışmalıdır. Örneğin, bir şirket etik kodlarını gerçekten ahlaki kaygılarla mı benimser, yoksa tüketici güvenini artırmak için mi? Etik ilkeler bazen bir pazarlama aracı haline gelebilir ve bu da yapay zekâ etiğinin içini boşaltabilir. Yani etik, teoride insanlığın vicdanını temsil ederken, pratikte güç ilişkilerinin ve ekonomik çıkarların gölgesinde kalabilir.

Evrensel Yasalar mı, Kültürel Çeşitlilik mi?

Hukuk, yapay zekânın denetlenebilir ve güvenli sınırlar içinde işlemesini sağlamak için devreye girer. AB’nin Yapay Zekâ Yasası, risk temelli yaklaşımıyla düşük, orta ve yüksek risk kategorileri belirleyerek YZ sistemlerini düzenler. Örneğin, sağlık sektöründe kullanılan bir YZ sistemi daha sıkı denetimlere tabi tutulurken, öneri algoritmaları daha hafif düzenlemelere tabi olabilir. Ancak hukuk, her zaman teknolojinin hızına yetişemeyebilir.

Bu durum, hukuk felsefesinde klasikleşmiş bir tartışmayı hatırlatır: Hukuk, doğal adalet ilkelerine mi dayanmalıdır, yoksa toplumsal düzeni sağlamak için pratik bir araç mıdır? Yapay zekâ gibi hızla evrilen bir alanda, hukukun statik yapısı çoğu zaman yeterli gelmez. Derin sahte içerikler (deepfake) ya da otonom silah sistemleri gibi yeni tehditler ortaya çıktıkça, yasalar ya geride kalır ya da teknolojiyi kısıtlamak adına aşırı sertleşir.

Ayrıca hukuk kültürel bağlamlardan bağımsız değildir. Avrupa’da bireysel mahremiyet ön plandayken, bazı Asya ülkelerinde kamu güvenliği daha ağır basar. Bu farklılıklar, küresel bir YZ düzenlemesi fikrini zorlaştırır. Yani hukuk, evrensel bir zemin ararken bile yerel değerlerle çatışabilir.

Özgürlük mü, Kontrol mü?

Etik ilkeler, insanlığın ideal dünyasına işaret ederken; hukuk, gerçek dünyanın sınırları içinde işlemeye çalışır. Bu iki alan arasındaki gerilim, yapay zekâ çağında daha da belirginleşiyor. Bir yapay zekânın sanatsal eserler üretebilmesi etik açıdan yaratıcı özgürlüğü teşvik edebilirken, hukuk açısından telif hakları sorunlarına yol açabilir. Ya da otonom araçlar, etik olarak insan hayatını korumak için programlanırken, hukuki açıdan kimin sorumlu tutulacağı belirsizleşebilir.

Bu noktada Hannah Arendt’in insan eylemi üzerine düşünceleri bize ilham verebilir. Arendt’e göre insan, dünyaya eylemleriyle şekil verir ve bu eylemler geri döndürülemezdir. Yapay zekâ da insanlığın bir eylemidir ve geri döndürülemez etkiler yaratabilir. Bu nedenle, etik ilkeler ve hukuk arasında sıkışmak yerine, insanlığın kendini sorgulaması gerekebilir: Biz yapay zekâyı denetlemeye mi çalışıyoruz, yoksa onu kontrol edememe korkumuzla mı yüzleşiyoruz?

Ez Cümle: Yapay Zekânın Geleceği, İnsanlığın kendini anlamasında mı saklı? Yapay zekâya sınır çizerken, aslında kendimize mi sınır çiziyoruz? Yapay zekânın etik ve hukuki çerçevesini inşa ederken, insan olmanın ne anlama geldiğini yeniden tanımlıyoruz. Adaletin, özgürlüğün ve sorumluluğun sınırlarını sorguluyor; kendi hatalarımızı teknolojide görüp onlardan ders alıyoruz.

Bu nedenle, yapay zekânın geleceği yalnızca kodlarda ya da yasal metinlerde değil, insanlığın kendine bakışında şekillenecek. Etik ilkeler ve hukuk, birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan iki yapı taşı olarak insanlığın ortak vicdanında yer bulmalı. Ve belki de asıl mesele, yapay zekâyı anlamaktan çok, onun karşısında kendimizi daha derinlemesine tanımakta yatıyordur.

Peki siz ne düşünüyorsunuz? Yapay zekâya sınır çizerken, özgürlüğümüzü mü kaybediyoruz, yoksa gerçek özgürlüğün ne olduğunu mu keşfediyoruz?