Kendinizi bir anlığına; okyanusun ortasında, dalgalarla savrulan ve karayı göremeyen bir insan olarak hayal edin. Uçsuz bucaksız bir su kütlesinin içindesiniz ve nereye yüzeceğinizi bilmiyorsunuz. Karar veremiyorsunuz. Yani hedef belirlemeniz imkânsız gibi bir şey.
Dünya yuvarlak olduğu için aynı yöne sürekli yüzerseniz, eninde sonunda bir kara parçasına denk gelebilirsiniz. Lakin o kara parçasına ulaşmak için ömrünüzün ne kadarını feda edeceksiniz? Bu belirsizlik zirveye ulaştığında, insan tükenmişlik duygusuna kapılır ve pes eder. Umutsuzluğa düşer.
Ülkemizdeki gençlerin büyük çoğunluğunun psikolojisi, maalesef tam da bu durumda. Olayın ciddiyetini vurgulamak adına böylesine abartılı bir örnekle konuya girmek istedim.
Gençlerle hayallerini, hedeflerini, mutluluk anlayışlarını ve değerlerini konuştuğunuzda gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. Bizim kuşağımızın gençlerinden çok daha farklı bir bakış açısına sahip olduklarını görme ihtimaliniz oldukça yüksek.
Ancak temel sorun, hedefsizlik ve onun doğal sonucu olan umutsuzluk. Bu hedefsizlik gençlerin kendilerinden kaynaklanmıyor. Bu durum, yazının başında betimlemeye çalıştığım ortamdan, yani ülkenin genel atmosferinden kaynaklanıyor.
Ülkenin haber kanallarını açtığınızda (ki izlememenizi tavsiye ederim), gerçek sorunların kaynağını net biçimde görebilirsiniz. Üçüncü sayfa haberleri, magazin kirliliği, şiddet... Yayınlanan dizilerin topluma ve hâlâ varlığını sürdürebilen kültürümüze etkisini anlatmaya kelimeler yetmez.
Eğitim politikalarımıza ve uygulamalarına baktığınızda, gençlerin neden bu kadar hedefsiz olduklarını anlamak için Fransız olmanıza gerek yok.
Türkiye’deki genç nüfus, birçok ülkenin toplam nüfusundan daha fazla. Ancak bir şey çok fazla olduğunda, ona atfedilen değer düşebilir ya da değeri yeterince anlaşılamayabilir. Geleceğimizin teminatı olan gençleri anlamama konusunda ülke olarak ısrarcıyız, maalesef.
Gidiyorlar!
Çok sevdikleri ülkelerini, aslında istemeseler de terk ediyorlar. Buradan umudu kesmişler. Yeni ufuklarda umut arıyorlar. Ve ne yazık ki bunu arzuyla değil, zorunlulukla yapıyorlar. İmkânı olan gidiyor, imkânı olmayan ise gitmenin yollarını ararken hayatını tüketiyor.
Ey halkım, uyan artık! Gidiyorlar! Geleceğimizi emanet ettiğimiz nesiller elimizden kayıp gidiyor.
İş işten geçmeden, gençleri merkeze alan, gerçekçi ve samimi politikaları acilen hayata geçirmeliyiz. Umutlarını yeniden yeşertmeliyiz. Gençlerimize, onların en değerli varlıklarımız olduğunu sadece sözle değil, fiilen yaşatmalıyız.
Bunun için genç dimağlarda yeniden sevgi, adalet, hak, hukuk algısını oluşturmamız gerekiyor. Kariyer, eğitim, kültür, ekonomi, sosyoloji ve psikoloji alanlarında bütün tuşlara aynı anda basmalıyız.
Rahmetli şehit Eren’in hayattayken sosyal medyada yazdığı “Kimse de ‘İyi ki varsın Eren’ demiyor” sözünü ne zaman duyduk? Şehit olduktan sonra. Eren bunu duymadı bile. Aynı şeyi gençlerimiz ülkeyi terk ettikten sonra mı yapacağız? Gitmemeleri için gerekli politikaları iş işten geçtikten sonra mı hayata geçireceğiz?
Gidiyorlarrr...