İnsanoğlu tarih boyunca koloniler kurdu. Önce altın, sonra baharat, sonra petrol için... Şimdi ise yepyeni bir koloni türü var: Veri kolonileri. Ve bu kez sömürülen topraklar değil, toplumların zihinleri.
Bugün Afrika'nın en yoksul ülkelerinde çocukların okula gidemediği köylerde, internet erişimi sağlanıyor. Amaç eğitim mi? Hayır. Amaç veri toplamak. Çünkü artık veri, çağımızın en kıymetli hammaddesi. Ve yapay zekânın beslendiği şey, sadece işlem gücü değil, insan davranışı.
Bir yapay zekâyı geliştirmek istiyorsan, ona milyarlarca satırlık veri yedirmen gerekiyor. Bu veriler ne kadar çeşitli, kültürel, bölgesel ve sınıfsal olarak ne kadar yaygınsa, yapay zekâ o kadar “akıllı” oluyor. Ama Batı’nın elinde bu çeşitlilik yok. Çünkü onlar zaten veri okuryazarı. Onlar verinin ne olduğunu biliyor, izini sürüyor, mahkemeye veriyor.
Peki, kimlerin sesi kayıt altına alınıyor?
Kimlerin suratları analiz ediliyor?
Hangi toplumlar yapay zekâ laboratuvarlarına, farkında bile olmadan katkı sunuyor?
Cevap: Nijerya, Hindistan, Bangladeş, Kenya, Pakistan...
Batı’nın dijital şirketleri için bu ülkeler veri tarlası gibi. Google’ın Kenya’da açtığı etik laboratuvarlar, Amazon’un Uganda’daki veri merkezleri, Facebook’un Hindistan’daki “bedava internet” projeleri... Hepsi aynı şeyi yapıyor:
Sana hizmet getiriyormuş gibi görünüp, senden seni alıyor.
Yani bu sistemde artık altın arayıcıları değil, veri toplayıcıları var. Ve tıpkı sömürge döneminde olduğu gibi, bu toplayıcıların ellerinde harita değil, API’ler var.
Bir Afrika köyündeki kadın, tarlasını sürerken ne konuşuyor, hangi dille nasıl bir sözcük yapısı kuruyor, jestleri ne? Bunu izliyorlar. Çünkü ChatGPT ya da başka bir yapay zekâ, “küresel” olmak istiyorsa, sadece Amerikan İngilizcesiyle çalışamaz.
Bunun için Nijeryalı'nın, Hindistanlı'nın, Türk’ün sesine ihtiyacı var. Ama bu sesi satın almıyorlar. Kaydediyorlar. Topluyorlar. Eğitiyorlar. Kendi sistemlerini geliştiriyorlar.
Ve sonra bu ülkeler “gelişmekte olan” kalmaya devam ederken, bu verilerle eğitilmiş yapay zekâlar, onlara iş, eğitim, sağlık fırsatı sunacakmış gibi pazarlanıyor. Aslında ise sistem şöyle işliyor:
Zihinsel emek buradan, kazanç başka yerden.
Bu yüzden “veri eşitsizliği” kavramı artık sadece internet erişimi meselesi değil.
Artık mesele veriye kimin sahip olduğu değil, kimin üretip kimin kaybettiği.
Batı, verinin sahibi değil üreticisi olmak istemiyor.
Verinin sahibi olup, onu kim üretiyorsa onun üzerinden kar etmek istiyor.
Bu çok tanıdık bir sömürü biçimi.
Ama bu kez madenleri kazmak yerine anılarımızı, yüz ifadelerimizi, duygusal tepkilerimizi, sosyal medya davranışlarımızı kazıyorlar.
Ve adı da “yapay zekâ geliştirme” oluyor.
Şunu unutmamak gerek:
Yapay zekâ nötr değil.
Onu eğiten, şekillendiren, doğruları-yanlışları belirleyen şey, kimin verisinin, nasıl işlendiğidir.
Eğer bu sistemin temelinde Batı dışı halkların verisi varsa ama karar vericiler Batı’daysa, bu 21. yüzyılın veri sömürgeciliğidir.
Bugün ChatGPT İngilizce aksanınızı düzeltip “Harvard seviyesinde” konuşturabilir. Ama Gana’daki bir çocuğun aksanını neden düzeltemiyor? Çünkü onu sistem dışı görüyor. Onun sesi, sadece bir etiket değeri. Bir fonksiyon girdisi.
Yani herkesin sesi duyuluyor, ama herkesin sesi aynı sayılmıyor.
Türkiye de bu veri haritasında yer alıyor. Bizim sosyal medya alışkanlıklarımız, siyasi eğilimlerimiz, emoji kullanma oranlarımız, ne zaman sinirlendiğimiz, hangi reklamda durduğumuz, hangi görselde gözümüzü kaçırdığımız...
Hepsi birer veri.
Ve bu veriler başka ülkelerin yapay zekâ modellerini büyütüyor.
Ama bizim kamuoyumuz hâlâ “gizlilik sözleşmesi kabul ediyor musunuz?” noktasında takılı.
Ez cümle;
Yeni koloni çağında toprağınız değil, zihniniz sömürülüyor.
Madeniniz değil, sesiniz çıkarılıyor.
Ürettiğiniz değil, düşündüğünüz şey satılıyor.
Yapay zekâ çağında kimse size zincir takmıyor.
Ama sizi veriyle etkisiz, faydanızla görünmez hale getiriyor.
Bu yüzden artık veri politikası, sadece teknoloji haberi değil.
Bir ülkenin bağımsızlık stratejisidir.