SOSYAL GÜVENLİK KURUMU NAM-I DİĞER SONSUZ GAYYA KUYUSU

Türk Dil Kurumu'na göre Gayya, "içine düşülünce kolay çıkılamayan dertli, belalı yer veya durum" anlamına geliyor. Resmi söyleminde kendini “sosyal devlet anlayışıyla uyumlu, bürokrasiden uzak, hızlı ve adil hizmet veren bir kurum” olarak tanımlayan Sosyal Güvenlik Kurumu’nın (SGK) mali verileri adeta TDK sözlüğünde yer bulan “gayya kuyusu” gibi. Bütçenin en büyük "kara deliklerinden" biri olarak görülen SGK, faaliyet raporlarında başarılı bir imaj sergilerken, Sayıştay raporları ve bilanço incelemeleri mali savurganlığı gözler önüne seriyor.

SGK’nın resmî web sitesindeki (www.sgk.gov.tr) "Hakkımızda" bölümünde yer alan kitabi ifadeler, kurumun vizyonunu şöyle anlatıyor: "Ülkemizdeki sosyal güvenliğin genel yapısı sosyal devlet anlayışıyla birlikte sigortacılık esaslarına dayanmaktadır. Sigorta sistemimizin finansmanı alınan primler vasıtasıyla sağlanmakta olup, aktif sigortalılardan alınan primler, tüm sigortalıların ödemelerini karşılamak üzere kullanılmaktadır. Bu tür finansman, dağıtım yöntemi olarak adlandırılmakta ve nesiller arası paylaşım esasına dayanmaktadır.” Ayrıca kurum, "yeni yapısı ve uygulamalarıyla alışılagelmiş kamu bürokrasisi tarzını terk etmiş, sosyal güvenlik alanında tüm paydaşlarının ihtiyaç ve beklentilerini ön planda tutan, bürokrasiden uzak, iş ve işlemlerini yasalara ve kalite standartlarına uygun, adil, verimli ve hızlı bir şekilde hizmet verme yolunda önemli mesafeler kat etmiştir," iddiasında bulunuyor[1].

Kurum Başkanı Dr. Raci Kaya tarafından sunulan 2024-2028 Stratejik Planı Üst Yönetici Sunuşu’nda ise altı ana stratejik amaç belirlenmiştir: Prim gelirlerini artırmak, sosyal güvenliği yaygınlaştırmak, sağlık harcamalarının sürdürülebilirliğini sağlamak, kaliteli sosyal sigortacılık hizmeti vererek memnuniyeti artırmak, kurumsal yönetim sistemini ve bilişim altyapısını geliştirmek. Plana göre SGK, gelecekte de finansal istikrarı sağlamış ve toplumun tüm kesimlerine en iyi hizmeti sunan kurum olmayı sürdürecektir[2].

Ancak, Sayıştay Raporları ve kurum bilançoları incelendiğinde tablo değişiyor. Bütçenin en büyük kara deliklerinden biri olarak değerlendirilen bu kurum, kendisini faaliyet raporlarında çok başarılı gösteriyor, hatta bu duruma Sayıştay Raporlarını da alet ediyor. Ancak gerçek öyle mi? 2023 Sayıştay Raporu ve kurum bilançosu, SGK yönetiminin kendisini adeta "darı ambarında" zannettiğini düşündürüyor[3].

SGK (ve Maliye Bakanlığı), gücünü sadece düzgün ticareti olan, ahlaklı işverenlere uygulayabilen ve onlara mevzuattaki zorlukları göstererek adeta “kümesteki mükellefler” muamelesi yapan bir kurum haline geldi.

Bunun en çarpıcı örneği, Asgari İşçilik Oranları mevzuatıdır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 85. maddesi ve Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 110 ve 111. maddeleri dayanak gösterilerek, dürüst işverenlere adeta “vergi salar” gibi sigorta primi yüklenmektedir.

Mevzuatın özü basittir: 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na (KİK) göre kamu kurum ve kuruluşlarının ihalesini alan yüklenicilere, işin fiili durumuna bakılmaksızın re’sen (kendiliğinden) minimum bir işçi sayısı dayatılmaktadır. Örneğin, 10 milyon TL’lik bir hizmet işinde, işveren idare teminatı iade etmeden önce SGK’dan ilişiksizlik belgesi talep eder. SGK, iş koluna bakarak sabit bir asgari işçilik miktarı katsayısı uygular. Bu, aynı Katma Değer Vergisi (KDV) gibi dolaylı bir prim vergisi gibi işlemektedir.

Organizasyon işi örneğinde, yükleniciye kesilen hak ediş faturasının %12’si kadar Asgari İşçilik Miktarı çıkarılır. Yüklenici itiraz etmez ve ödemeyi kabul ederse bu oranın %25’i düşülür; tıpkı trafik cezalarının erken ödenmesindeki ödül gibi. Ancak hesaplama, diğer maliyetler dikkate alınmaksızın sadece hak ediş faturası üzerinden yapılır. Velhasıl, 10 milyon TL’lik bir işte yaklaşık 900 bin TL’lik işçilik miktarı çıkarılabilir ve "kümesteki yüklenici"den tahminen 330 bin TL prim ve gecikme cezası ödemesi talep edilir. SGK, yüklenicinin fiilen çalıştırdığı kayıtlı işçiye ve ödediği prime bakmaksızın, doğrudan sabit katsayı kullanarak prim tahakkuk ettirir. Alt organizasyon şirketleri üzerinden yapılan işler veya diğer maliyetler dikkate alınmaz. Kurum, yerinde denetim yapmak veya müfettiş göndermek yerine, masa başında satırı vurur.

İtiraz edilmesi halinde süreç, müfettiş incelemesine gider; ancak müfettişlerin iş yükü sebebiyle bu incelemeler aylar hatta yıllar sürebilir. Bu süreçte mükellef açısından gecikme cezası ve faiz işlemeye devam eder. Mahkeme süreci de belirsizdir. Zira, SGK’nın taraf olduğu derdest dosya sayısı 2024 itibarıyla 630 binin üzerindedir.

Adaletin geç tecellisinin bizzat adaletsizlik olduğunu gösteren ibretlik bir örnek yaşanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) 21.08.2025 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan kararında[4], SGK’nın 2010 yılında fazla ödenen devlet teşvik parasını 2013 yılında işverenden iade istediği belirtilmiştir. İşverenin iadeyi yapıp mahkeme sürecini başlattığı bu dava, iç yargı yollarında aleyhine sonuçlanmış, 2019’da AYM’ye taşınmış ve tam 6 yıl sonra, 2025 yılında işveren lehine sonuçlanmıştır. İşverenin haklılığını ispatlama süresi toplam 13 yıl (4.745 gün) sürmüştür.

Geç tecilli eden adalet, adalet midir?

Maalesef SGK’nın birçok hatalı uygulaması mevcut. 2023 ve 2022 Sayıştay raporları, bu kurumun nasıl bir "kara delik" olarak varlığını sürdürdüğünü anlamayı kolaylaştırıyor. SGK'nın 2024-2028 Strateji Raporu ile Sayıştay Raporunun karşılaştırılması, trajikomik bir tezat oluşturmakta, strateji raporunun sanki Kanada’nın sosyal güvenlik kurumundan bahsediyormuş gibi bir yanılsama yaratıyor.

Kurumun ana gelir kaynağı dürüst ve ahlaklı işverenler olmasına rağmen, en az özen onlara gösterilmektedir. (Emekliler Yılı ilan edilirken neden İşverenler Yılı ilan edilmemektedir?) İşverenlerini koruyup kollaması, büyütmesi ve istihdamı artırmaları için destek olması gereken bir kurum, masa başından mevzuat gücünü kullanarak Vergi Daireleriyle birlikte işverenleri adeta tüketmektedir. İşverenler, şirketler ve fabrikalar olmadan ne SGK’nın ne de Vergi Dairelerinin varoluş nedeni kalacaktır. İşverenlerin en çok çekindiği kurumlar Vergi Daireleri ve SGK’dır; çünkü muhatap olduklarında nasıl bir mevzuatla ve neyle karşılaşacakları bir muammadır. Adalet ve hukukun varlığına güvenmek bile, AYM’de 13 yılda kazanılan dava örneği önünde zemin kaybetmektedir. Bu durum, SGK’da yıllardır bir türlü dikiş tutmamasının temel nedenidir.

2024 yılı faaliyet raporunun 71. ve 72. sayfalarında yer alan istatistikler durumun ciddiyetini kanıtlamaktadır:

Kurumun Taraf Olduğu Hukuki Süreçler (2024)

Sayı

Kurum tarafından açılan dava sayısı

15.414

Kurum aleyhine açılan dava sayısı

42.354

Kurum aleyhine açılan icra takibi sayısı

431

Kurum tarafından açılan icra takibi sayısı

76.519

Toplam Yıl İçinde Açılan Dava ve İcra Dosyası

134.718

Devredenler ile Birlikte Toplam Dava ve İcra Dosyası

630.380

Toplam 630 binden fazla dava ve icra dosyasıyla, Sosyal Güvenlik Kurumu maalesef bir "Sonsuz Gayya Kuyusu"na dönüşmüştür. Vatandaşıyla bu kadar yüksek mahkemelik anlaşmazlık durumunun olması, kurum yönetimine ciddi bir mesaj vermelidir.

Bu davaların bir kısmı ilaç, özel hastane yolsuzlukları ve "Yenidoğan Bebek Çetesi Davası" gibi usulsüzlüklerle ilgili midir? Bu tarz davaların sayısı nedir? SGK’nın bu usulsüzlüklerden dolayı zararı ne kadardır? Konuyla ilgili kamuoyunun şeffaf bir şekilde aydınlatılması vatandaşın hakkıdır. Yenidoğan Bebek Çetesi Davasında SGK müfettiş raporları hazırlandı mı, savcılığa suç duyuruları yapıldı mı? Görevi ihmal ve kast var mı, kaç çalışan hakkında soruşturma izni verildi? Bu soruların yanıtlanması gerekmektedir.

Sayıştay Raporunda (Bulgu 3) her yıl uyarı verilen, 2017 yılından beri kesin hesap yapılmayan ve süresi dolmasına rağmen SGK Yönetim Kurulu Kararıyla 9 kez uzatılan "Arsa Payı Karşılığı İnşaat Yaptırılmasına İlişkin Protokol Kapsamındaki Eksiklikler" ne zaman ve ne şekilde giderilecektir? Bitmiş bir işin protokolü neden uzatılmaktadır?

SGK’nın "kara deliğinin" merkezinde aslında bu tip işlemlerdeki liyakat eksikliği, vurdumduymazlık, kamu malına sahip çıkamama, kayıtsızlık, kötü niyetli davranışlar, çalışanlardaki tükenmişlik duygusu ve üç maymun tavırları yatmaktadır. SGK, geçmişten geleceğe nesilleri kapsayan; yaşayan ve vefat etmiş herkesle ilgili bir hizmetler bütünüdür ve bu bakımdan aslında bir milli güvenlik meselesidir. Bu nedenle SGK’yı yönetenlerin, Beytü'l-mal'a ve işverenlere, kanun ve mevzuat çerçevesinde sahip çıkmaları şarttır. Kurumda "kim öle kim kala" anlayışına yer yoktur; bir bütün olarak yüksek bir bilinç ve sorumlulukla yönetilmelidir.

Kutsal Kitabımız Kur’an, bu noktada yol gösterici olup, Nisa 58. ayette “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi emreder. İnsanlar arasında hükmettiğinizde ise adaletle hükmedin.” buyurmuştur. Bu ayet, bireylerin yanı sıra devlete ve SGK gibi milyonların hakkını koruyan kurumlara da doğrudan hitap eder. Çünkü en büyük emanet, topluma ait ortak haklar ve gelecektir. Emanet ehil olmayanlara verilirse liyakatsizlik doğar; adalet terazisi bozulur, toplumun güveni sarsılır ve mevcut kaotik tablo oluşur. Kur’an’ın bu ilahi uyarısı SGK gibi kurumların nasıl yönetilmesi gerektiğini de bize özetler: emanete sadakat, adaletli hüküm ve kul hakkından titizlikle kaçınma. Bu emir yalnızca kişileri değil, SGK gibi milyonların hakkını taşıyan kurumları da bağlar. Adalet, liyakat ve emanete sadakatin olmadığı yerde sosyal güvenlik değil, sonsuz bir gayya kuyusu vardır.

SGK’nın e-devlet uygulamaları hakkında kısa bir bilgi notu:

 

SGK’nın e-Devlet platformunda toplam 180 e-hizmetle ilgili konu başlığı bulunuyor. “İşveren uygulamaları” ana başlığı altındaki alt başlıklar görselde yer alıyor. İşverenlere yönelik uygulamalar arasında elektronik haciz işlemleri ve SGK Bilgilendirme Cep Telefonu Beyanı yer alıyor. Ayrıca SGK müdürlüklerinde GSS (Genel Sağlık Sigortası) birimi ile yurtdışına verilen sigorta bildirimlerini (AT11) düzenleyen birimler faaliyet gösteriyor.

Çocuğu yurtdışında öğrenci olan vatandaş, AT11 belgesinden yararlanma hakkına sahip. Okunan ülkenin sigorta birimi, AT7 belgesini SGK’ya e-posta ile gönderiyor, SGK da karşılığında AT11 belgesini sunuyor. Ancak GSS birimi, öğrenciliği teyit için her 6 ayda bir Türkçe’ye tercüme edilmiş öğrenci belgesi talep ediliyor. Bu belge verilmediğinde doğrudan haciz tebligatı gönderiliyor. Oysa öğrencilik bilgisi zaten AT11 biriminin kayıtlarında bulunuyor. Vatandaş “SGK dijitalleştiyse, TC kimlik numarası girildiğinde bu bilgiyi görebilmeniz gerekmez mi?” diye itiraz ettiğinde alınan cevap şudur: “Biz o birimin evraklarını göremiyoruz.”

Sonuçta aynı öğrenci için bir yandan AT11 belgesi düzenlenirken, diğer yandan GSS birimi tarafından Türkçe tercümeli öğrenci belgesi istenmekte ve aksi durumda borç tahakkuk ettirilmektedir. Dahası, SGK tercüme hizmeti için ihale yapmasına rağmen vatandaştan yeminli tercümandan belge çevirisi talep ediliyor. YÖK sisteminden alınabilecek okul denklik yazısı da vatandaşın sırtına yükleniyor. Oysa tüm bu belgeler kurumun kendi sistemlerinden veya e-Devlet üzerinden temin edilebilir.

E-Devlette 180 adet e-hizmeti bulunan bir kurumun hâlâ vatandaşı bürokrasiye boğması, SGK çalışanlarının dijitalleşmeyi içselleştiremediğini gösteriyor, maalesef. Bu tablo, kurumdaki yapısal sorunların yalnızca finansal ve hukuki boyutta değil, aynı zamanda dijital dönüşüm alanında da derinleştiğini ortaya koyuyor.

 

 

[2] https://www.sgk.gov.tr/Politikalar/Kurumsal/b55336ad-0af5-4e78-a7c5-79734c4c476f/)

[3] https://www.sayistay.gov.tr/reports/download/0wgvnjJglL-sosyal-guvenlik-kurumu