"Beğendiğiniz bir renk, gece çevrimiçi olduğunuz saat, öfkelendiğiniz bir haber… Bunların hepsi kayıt altında. Sonra bu veriler birleştiriliyor, bir “davranış haritası”na dönüşüyor. Sadece reklamcıların değil; siyasetçilerin, istihbarat servislerinin, hatta yapay zekâ geliştiricilerinin elinde."
Bir sabah uyandınız. Elinizi telefona uzattınız. Daha gözünüzü tam açmadan TikTok’un renkli videoları, Instagram’ın parıltılı hikâyeleri ya da YouTube’un önerdiği sıradaki içerik önünüzde. Eğlence gibi görünen bu rutin, aslında görünmez bir işgalin ilk adımı.
Bir zamanlar toprak için savaşılırdı. Sonra petrol uğruna tanklar yürüdü, denizlerde tankerler yarıştı. Şimdi ise hiçbir sınır askeri geçmeden yeni bir sömürge başladı: Veri sömürgeciliği.
Türkiye’de 58 milyondan fazla sosyal medya kullanıcısı var. Günlük ortalama 2 saat 43 dakikamız bu mecralarda geçiyor. Biz gülüyoruz, izliyoruz, kaydırıyoruz. Ama her hareketimiz bir iz bırakıyor.
Beğendiğiniz bir renk, gece çevrimiçi olduğunuz saat, öfkelendiğiniz bir haber… Bunların hepsi kayıt altında. Sonra bu veriler birleştiriliyor, bir “davranış haritası”na dönüşüyor. Sadece reklamcıların değil; siyasetçilerin, istihbarat servislerinin, hatta yapay zekâ geliştiricilerinin elinde.
Artık ülkeler sınır aşmıyor, algoritmalar aşındırıyor.
- Algoritmalar: Kime hangi haberin gösterileceğini, hangi sesin kısılacağını onlar belirliyor.
- Kültürel içerikler: Netflix dizileri, YouTube yıldızları, TikTok trendleri “evrensel norm” diye sunuluyor.
- Veri üsleri: Dublin’de, Norveç’te, Finlandiya’da kurulan dev veri merkezleri sadece dosya saklamıyor; toplumların zihinsel haritasını depoluyor.
Bir zamanlar ülkeler limanlarını kaybettiğinde güçsüzleşirdi. Şimdi verisini kaybeden ülke, geleceğini kaybediyor.
Sanmayın ki bu veriler sadece size ürün satmak ya da seçim kampanyası düzenlemek için kullanılıyor. Daha derin, daha sessiz alanlarda da iş başındalar:
- Finans: Büyük fonlar sosyal medya akışlarını analiz ederek hisse senetlerinin gidişatını tahmin ediyor.
- Güvenlik: Devletler, kitlelerin ruh hâlini ölçüyor, toplumsal tepkileri önceden görüyor.
- Sağlık: Arama motorlarındaki küçük artışlardan salgınlar tespit ediliyor.
- Davranış mühendisliği: Facebook’un gizlice yaptığı bir deneyde, kullanıcıların haber akışı değiştirildi ve ruh hâlleri oynatıldı.
- Adliye koridorları: Bugün sosyal medya mesajları mahkeme salonlarında delil olarak sunuluyor.
Veri artık sadece kaydedilmiyor; yapay zekâların hafızasına işleniyor.
- Dil modelleri internet yazılarından, görsel modeller milyonlarca fotoğraftan, ses sistemleri podcastlerden besleniyor.
- Sosyal medya geçmişiniz, alışveriş tercihleriniz, hatta gece çevrimiçi olduğunuz saatler bile kişisel algoritmaların eğitimi için kullanılıyor.
- Reklamdan siyasete, kitlesel davranış tahminine kadar her alanda yapay zekâ modelleri artık geleceği şekillendirme aracı.
Ve kritik soru: Bu verilerin kaynağı kim? Çoğu zaman kullanıcı bile farkında olmadan kendi zihnini yarınki yapay zekânın ham maddesi haline getiriyor.
Avrupa Birliği, bu görünmez işgali fark etti. Dijital Hizmetler Yasası, Dijital Piyasalar Yasası, Yapay Zekâ Yasası… Her biri teknoloji devlerinin gücünü sınırlamaya çalışıyor. Ama hep geç kalınmış bir mücadele.
Türkiye’de ise tablo farklı. Sosyal medya devleri milyonların verisini topluyor. KVKK güçlense de, yerli veri merkezleri artsa da kritik soru hâlâ yanıtsız:
Bu verilere kim erişiyor? Hangi hukukla korunuyor? Hangi amaçla kullanılıyor?
Sömürgecilik artık haritalarda değil, ekranlarda yaşanıyor. Tanklarla değil, “tıklamalarla” yapılıyor.
Türkiye’nin önünde iki yol var:
Ya veri sömürgesi olacak,
Ya da kendi dijital egemenliğini kuracak.
Çünkü geleceğin en değerli toprağı, artık insan zihnidir. Ve o toprak, şu an avuçlarımızın içindeki ekranlarda.