DEPREMLER VE HABERLEŞME

Eski Turkcell Genel Müdürü Süreyya Ciliv, ODTU-Teknokentteki hatıralarını da içeren sunumda aşağıda anlatacağım konuyu bu derece önemli görmeseydi, bu ayki yazımda farklı bir anımı paylaşacaktım. İş hayatım boyunca 3 büyük deprem yaşadım. İlki Erzincan depremiydi. Askerliğimin bir bölümünü 3. Ordu’da yani Erzincan Muhabere Taburu’nda yapmış ve Temmuz 1983 yılında yeni terhis olmuştum ki, eve döndükten birkaç ay sonra Erzincan Depremi yaşandı. Erzincan’da her kimle konuşsanız 1939 depreminden mutlaka bahseder.

Yine Netaş’ta çalıştığım yıllar... 17 Ağustos 1999’da ülke tarihinin en büyük depremlerinden birisi oldu. Akşam televizyonu izlerken depreme hazırlıksız yakalanan Sakarya ve Gölcük halkının ekmek ve su ihtiyaçları konuşuluyordu.

Ben, yetişme tarzım gereği müşterilerimi hem arkadaş hem de dost edinmeye çalışır hatta bazıları ile ailecek görüşürüm. O yıllarda Türk Telekom’a data çözümleri sunuyorduk. Türk Telekom’un Bilişim Ağları Başkanlığı’nda çalışan arkadaşlarla iyi bir diyaloğumuz olmuştu ki halen de devam eder dostluğumuz. Depremin ertesi günü onları ziyaret ettim. Deprem mağdurlarına nasıl yardımımız olur diye konuştuk. Alacağımız şeyler belliydi: Ekmek ve Su. Ancak bunları nasıl oraya götürecektik. Sağ olsun başkan yardımcısı “Ben Türk Telekom’dan iki kamyon tahsis ettiririm” deyince işin büyük kısmı çözüldü. Ben de “Halk Ekmeğin başındaki şahıs arkadaşım olur, ekmek işini de oradan hallederiz” dedim. Nitekim planladığımız gibi de oldu. Netaş’tan konuyu açınca izin almam kolay oldu.

Halk Ekmeğin başındaki Ali İlkbahar’ı aradım, bize rezerve bir kamyonu dolduracak kadar ekmek ayırdı. Toptan-perakende reklamlı bir mağazadan da suları aldık. Mağazaya girince gözüme çikolatalar takıldı. Akşam televizyonu izlerken annelerinin peşine takılan 3-5 yaşlarındaki çocukları hatırladım birden. Birkaç kutu da ondan alırken Telekom’daki arkadaşım “Ya Zuhuri millet açlık çekiyor, sen Fransa kraliçesi gibi çikolata yiyin dercesine çikolata götürüyorsun” diye itiraz da bulunduysa da dikkate almadım.

Gece yarısı yola çıktık. Önce Düzce’ye uğradık. Telekom’a ilk başladığım yıllarda kursuma katılan Düzce santral sorumlusu Adem ile görüştük. Binaya girmek tehlikeli idi. Uzun bir kablo çekilmiş ve NMS konsolu dışarıya alınmıştı. Bereket santralimiz çalışıyordu. Ama görüştüğüm Türk Telekom elemanı Adem Bey sonraki Düzce depreminde maalesef hayatını kaybedecekti.

 

Düzce Telekom’dan Adem beye eğitim verdiğim Aydınlıkevler Eğitim Merkezi. Yıl 1983.

Sabaha karşı Sakarya’daydık. Ankara’dan çıkmadan önce bir Telekomcu arkadaş eşinin sağlık görevlisi olduğunu ve geçici olarak Sakarya’da görevlendirildiğini belirttikten sonra bize de vermemiz için birkaç emanet verdi. Kadıncağızı Sakarya Devlet Hastanesi’nin morgunda bulduk. Tablo çok acıydı. Hastanenin koridorlarına kefeniyle serilmiş birçok insan cesedi ve dışarda bekleyen soğutucusu olan TIR’lar. Malum bu yöredeki insanların büyük kısmı doğu Karadeniz’den göç etmişler. Aileleri cenazeleri ata toprağına defnetmek istemişler.

Sabah olup Valiliğin önüne gittiğimizde -herkes bizim gibi düşünmüş olacak ki- binanın önüne ekmekler bir dağ gibi yığılmıştı. Şehrin yanı başına kurulan çadırlara gittik. Orda bir miktar ekmeği elimizden çıkarırken suların yarısını dağıttık. Bu arada Sakarya Telekom’a uğradık. Her ne kadar bina hafif yana yatmışsa da bizim sistemler çalışıyordu. Bizim montaj ekibi sistemleri alışkanlıkları gereği hem tabana hem tavana monte ediyordu. Oysa diğer firma ürünleri sarsıntıda ya devrilmişler ya da çalışamaz hale gelmişti.

Deprem sonrası şehirden görünüm

Sonra Gölcük. Yolda eli sopalı gençler ambulans hariç arabaları şehre sokmuyorlar. Bizi de çevirdiler. Bizde “Santral arızası var, Türk Telekom’dan geliyoruz” deyince salıverdiler. Şehir tam bir savaş alanı. Sıcakta kokmuş ve halen betonların altında çıkarılmayı bekleyen insan bedenleri. Son derece pahalı tüller, koltukların sahipsiz kaldığı evler. Bu kez doğrudan tepenin üzerinde kurulan çadırların olduğu yere gittik. Ekmeği gönülsüz alsalar da sulara hayır demediler. Ama benim birkaç kutu çikolatam anında eridi. Arkadaşım mahcup şekilde “Zuhuri sen işi bizden iyi biliyormuşsun” demek zorunda kaldı. Telekom binasına giremedik bile, çünkü çalışanların yakınları da depremzede olduğu için muhatap bulamadık. Gölcük Telekom binası daha sonra belediyeye devredilmiş. Akşam gerisin geriye dönerken eli sopalı genç bizi tanıdı. Ve bize kızgın kızgın baktıktan sonra “Hani bir halt etmemişsiniz, telefonlar yine çalışmıyor” diye sitem ettiler.

Gölcük Telekom Binası

Deprem bölgesindeki illerin birinin yöneticisi yeterli koordinasyonu sağlayamadığı için bizim de Düzce de karşılaştığımız zamanın üst düzey yöneticilerinin birinden iyi bir fırça yer. Çok zaman sonra bu ildeki yöneticinin yakın olduğu bir parti koalisyon hükümetine dahil olur ve milletvekillerinden birisi de Ulaştırma Bakanı. Sonrası malum, rütbeler değişir.

2011 Ekim ayının sonuna doğru TTNET’de Kapadokya gezisi düzenlenmişti. Dönüş yolunda radyoda Van’da deprem olduğunu duyduk. O zaman TTNET’de çalışıyordum. İstanbul’dan aradılar, “Van’a gidermişin” diye. “Tabii” dedim. Ve ertesi gün sabah uçağıyla Van’da idim. Van Valiliği’nin önüne bir haberleşme çadırı kurduk. Yine valiliğin gösterdiği yerlere Access Pointleri monte ettik. Telekom olarak ücretsiz internet hizmeti vermeye başladık. Gece soğuk oluyordu ama nöbetçilerimiz sağ olsun sabaha kadar hizmet vermeye devam ediyorlardı.

Ertesi gün Van Telekom’un tahsis ettiği araçla depremin merkezi olan Erciş’e geçtik. En çok kaybın verildiği içinde daha çok dışardan gelen memur ve öğretmenlerin takıldığı lokal binasıymış. Bina dümdüz olmuştu. İçinden canlı çıkmak mucizelere kalmıştı. Bu kez yollarda terör örgütü PKK sempatizanı gençler nöbet tutuyor ve resmi plakalı araçlara, Ankara plakalı araçlara ve bazı lüks sayılabilecek araçlara izin vermedikleri gibi gelen yardım kamyonlarını da sabote ediyorlardı. Genel müdürümüz İstanbul’dan gelecekti. Bana yapılan bildirimde genel müdürle Kaymakam öncülüğünde kurulan kriz merkezinde “Ne yapabiliriz, nasıl katkıda bulunuruz”u tartışacaktık. Genel Müdür’ün tarifeli uçağı inmiş olmasına rağmen bir türlü gelemedi. Olması gereken saatten bir iki saat sonra siyah bir Mercedes minibüs ile kan-ter içinde geldi. Yolda bahsettiğim PKK sempatizanı gençler arabayı çevirmişler. Araç kaymakamlığın önüne gelince de bir grup minibüse doğru saldırmaya kalkıştıysa da polis yetişip engel oldu. Alınan kararlar gereği mobil hatlar, internet ve sabit hatlar belli bir süreliğine ücretsiz hizmet verilmesi kararı alındı. Erciş sokaklarında dolaşırken uzun uzun düşünceye daldım ki güneş batınca hava dondurucu soğuğa döndü. Sokaklarda hala yarı yırtık ayakkabılarıyla dolaşan çocuklar, elbisesi ve elleri iki gündür bina altlarından gelen seslere göre kazma vuran Ercişliler ve İstanbul’dan hatta yabancı ülkelerden gelen kurtarma ekipleri… Yanımda, şehrin göbeğindeki camiden değil ama uzaklardan gelen ezan sesiyle kendime geldim. Baktım meydandaki caminin minaresi çoktan yıkılmış. Caminin elektriği de yoktu. İki yaşlı amcanın önünde vakti eda ederken arkamda 3 sıra Ercişli tefekkürle cemaate uydular. Akşam Van’a geri döndüğümde duvarları çatlak da olsa bir otel buldum.

Not: İnşallah bu yazım deprem felaketini çağrıştırmaz.