Bu yazıdaki ön kabuller:
Tarihsel ilerlemenin insanları daha mutlu ve müreffeh kıldığına dair elimizde kanıt yok,
Teknolojik gelişmenin insanoğlunda arzu edilen gelişmişlik düzeyine erişmenin işareti olduğuna dair deney birikime sahip değiliz,
Sorusu olmayan insanın yani; araştırıp, tetkik edip sonuca varacağı bir yolu olmayan insanın, yolculuğunun devam edeceği, ancak bu yolculuğun öyle sanıldığı gibi kitleleri daha huzurlu ve daha gelişmiş ve daha zeki yapmayacağıdır…
“Düşünsel firar”larımız var bizim, “hayat çokta fazla kafa yorulacak bir şey değildir” diyoruz. Bu durum algılayabileceğimizin çok üstünde uyarana maruz kalmamızdan ve kafalarımızın fazlaca karışmasından kaynaklanıyor olabilir. Hayatımızın odağında ne var, hangi soru veya sorunlarla meşgulüz? Neye cevap bulursak son nefesimizde “mesudum yarabbi” diyeceğiz? Yuval aldatmaca olarak değerlendirdiği “tarım devrimi”nde, buğdayın evcilleştirdiği “insan”dan bahseder. 1000 yıl sonra halen düşünen ve üreten insan beyni kalırsa, bu dönem insanını anlatırken ne söylenecektir. Bilgisayar ve makinelerin “ilkel”leştirdiği ve insana özgü gelişmenin durduğu bir dönem mi anlatılacak. Söylediklerimin fazlaca tenkit içerdiğini düşünüyor olabilirsiniz. Okuduğunuz derginin bu ay ki dosya konusu “Deep Web” ve orada, iç yularları serbest bırakılmış sanal kimliklerin, insanoğlunun en asil davranış örneklerini sergilediğini düşünüyor olamazsınız.
Deep Web hem düşünsel firarların hem de sahici firarilerin iç yularlarını serbest bıraktıkları (belki de hiçbir zaman toplayamadıkları) bir varoluş ortamıdır. Sanal evrenin kanalizasyonları orada akar birleşir çoğalır. Biz ancak oradaki koku dışarı yansımaya başladığında neler olduğunu anlayacağız. Uyuşturucu satışı, illegal para transferleri, cinai öfke ve olay içeren görüntü satışı ve pazarı, pedofilik görseller vb. Bu aslında insanın içinde aynı anda yer alan kötünün kuralsız ortamda kendini sergilemesi kısıt yok, sınır yok yular yok… Sosyalleşme kural inşası, bireye rağmen gerçekleşir. Belli bir düzeye gelindiğinde içselleşen bu kuralların toplamından “vicdan” oluşur (şuan için bildiğimiz). Deep Web’in cıngılı; “Hadi gel! primitif hayatımıza geri dönelim” diyor. Bizim ana akım medyada izlediğimiz çocuk istismarları ve cinayet haberlerinin görüntüleri Deep Web’te kaç Dolar veya Euro’ya alıcı buluyor bilmiyoruz. Ve bu suçların ne kadarı Deep Wep’e ürün oluşturmak için işleniyor kim bilir? İnsanlığın bütün gelişmelere (!) rağmen rehabilitasyonunu gerçekleştiremediği evlatlarına açtığı oyun alanı/ kum havuzu mudur Deep Web? İstendik teknolojik gelişmenin istenmedik sonucu mudur? Aslında insanlığın “iyiliği ve gelişimi için” gibi sözler birer kandırmaca mıdır, gerçekte istenen ve var olan dünya orası da biz bu gerçeğin reddi üzerine mi kurguluyoruz gerçekliğimizi? Söylemleri bir kenara bıraktığınızda tecrübe ettiğimiz gerçeklik bambaşka ve hatırı sayılır miktarda insanın acısı ve yok oluşu üzerine inşa edilen mutlu azınlık varoluşu söz konusu… Çağlar boyunca insanoğlunun asıl odağındaki davranışın “kötülük” olduğu gerçeğini en azından bir kere her birimiz hissetmişizdir. Evet gerçekleştiremediği diyorum çünkü gelişen/gürbüzleşen “Bilim Tanrısı” hali hazırda insan zihninin nasıl “bilinç” ürettiğine cevap bulabilmiş değil… Derin internetin, normal sitelerden daha fazla olduğu, tüm internetten çok çok daha fazla bir içeriğe sahip olduğu söyleniyor, normal internete %20 Deep Web ise %80’lik bir paya sahip olduğu söyleniyor. Deep Web’te var olanlara ilişkin söyleyeceklerimiz en azından benim için tahmin ve varsayımın ötesine geçememektedir. Yapabileceğimiz yorum ise tıpkı ruhsal aygıtta olduğu gibi buzdağının görünen, bilinen kısmı derinlerde var olan kısmına oranla çok küçük bir parça ve legalde var olanı yönlendirme marifeti görünmeyen kısıma ait… Buradan bakınca her teknolojik gelişim ve üretimde olduğu gibi üretim motivasyonunun farklı olduğunu düşünebileceğimiz bir dünya internet… Gücü elinde bulundurma, etki ve kontrol alanını genişletme ve kaybetmeme maksatlı olabilir. İnternetin derin kısmı kriminal açıdan ele alınacak konular barındırıyor. Biz görünen %20’lik bölümünün sebep olduğu sorunlara önlem geliştirebilirsek anlamlı bir şeyler yapmış olabiliriz.
Önümüzdeki dönemin insan profili; geriye ve içe çekilmiş, kendini yalnız hissetmemek içinde bütün ihtiyaçlarını ekrandan gideren alabildiğine atomize, sanal-sosyal etkileşim ortamlarının yönlendirmesine açık belki de internette derinleşmiş(!) insanlar olacaktır. Bu gidişe dur demenin mümkün olmadığının farkındayız, kontrollü ilerlemenin sağlanması mümkün iken artık onun içinde yapılacak bir şey olduğu kanaatinde değilim. Bağımlılığın bir türü olarak karşımıza çıkan dijital bağımlılıkla mücadele hususunda kendimizi geliştirsek iyi olacak… Bu kötümser değil gerçekçi bakış açısı. Öğrenim hayatında duraksamaların yaşandığı çocuklar, yanlış olduğunu bile bile kendine engel olmayan gençler, evlatları ile ilgilenmesi gerekirken sosyal medya siyasi tartışmalarına yetişmeye çalışan babalar, yardım isteyen çocuğunu azarlayan eş zamanlı yazıştığı gruba smile gönderen anneler… Bu aktarılanlar ilk elden ulaşılan bilgiler, meselenin duygusal ve ilişkilere yansıyan boyutlarına bu yazıda giremeyeceğim.
Son sözü mitolojiden bir alıntıyla bitirelim; Cassandra’nın güzelliğinden etkilenen Apollo kendisiyle birlikte olmasının karşılığı olarak, çok arzu ettiği akıbeti bilme yetisini kendisine vereceğini vaad eder. Cassandra bu yetiyi Apollo’dan aldıktan sonra sözünde durmaz çünkü o aynı zamanda rahibe olmak istemektedir. Bunun üzerine Apollo tarafından lanetlenir. Akıbeti bilecektir ancak kimseyi inandıramayacak, rahibe olamayacak ve bir kadın olarak sürekli aşağılanacaktır. Cassandra, Truva Savaşı’nın sonuçlarını ve daha birçok şeyi bilmekle beraber kimseyi bildiklerine inandıramamış, büyük felaketleri öngörebilmesi engel olabilmesine yardım etmemiştir. Yunan mitolojisinden alınan bu bilgi, psikoloji alanına “Cassandra Sendromu” olarak geçmiştir: Öngörülen gelecek yaşantıları, olumsuz gelişmelerin önüne geçilememesi ve öngörenlerin yaşadığı acıların anlatımında yardımcı olabilecek bir somutlama örneği olarak kullanılmaktadır.
Başlı başına çalıştayların, sempozyumların konusu olabilecek sorular bunlar bu çağın soruları aynı zamanda amansız sorular. Bilinen bir şey var ki gidiş iyiye değil harekete geçmekte geç kalındı…