“Reklamcılık açgözlülüğün kurumsallaştırıldığı bir sektördür.”
“Azrail korkakları arar, korkma çocuk!”
Çok basit bir sistemik kısıtımız alabildiğine kullanılıyor: İnsanoğlunun “belirsizliğe tahammülü düşüktür.” Akıbeti tayin edebilmek ister. Netlik arar, bulamazsa netleştirmek için olmadık hikâyelere inanır. Otoriteye sığınır, çözüm diye sunulan her tüketim argümanına sahip olur/olmaya çalışır. Ha bire hakkında konuşur, bilinci kapatır, inanca sığınır neye inandığı değil nerede felah bulduğudur önemli olan. Fal, büyü, tılsım… sığındığı limanlardır. Yani hoş geldin irrasyonalite, anlaşılacağı üzere savunmasızdır, sömürüye açıktır, kırılgan ve dayanıksızdır. Belki de kanırtılan belirsizlik=kaotik durumlar sadece bu davranışların ortaya çıkması içindir ne dersiniz?
Korku kitleselleştiğinde gerçeklikle bağı sorgulanmaz, viral bir şekilde kitleyi teşekkül ettiren fertlerin tamamının zihnini dolayısı ile hayatını kontrol altına alır. Kendisini kendisinden öte inandığı bir şeye adamayı başaramayan “oyun insanı” için, oyun içinde oyundur kitlesel korkular. Buradaki oyun insanının en temel özelliği; kaygısının beden sınırlarının dışına çıkamayışıdır. Gençliğini, dinçliğini yitiren yaşlanan bir dünyada en güzel motivasyon aracı; gizli gizli yaklaşan ölümün doğal korkusunu görünür kılıp somutlaştırmak olabilir. O korku için her şeyi yapabilir “oyun insanı”, yaklaşan çok yakına gelmemeli… Yaşlı dünya gençliğini ve dinçliğini yitirmeye devam ettikçe korku girdaplarının içine çekileceğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni; emek emek biriktirdiğiniz paralarınızın ve mülklerinizin bir sonraki neslin hayatını kolaylaştıracak yatırımlar olarak kalması değil, tüketim sürecine dâhil edilmesi gerekir. Artırılan ve kışkırtılan korkularınız, robotik cihazlardan teyit almadan sağlıklı olmadığınızı düşünmenize neden olur. Ve o cihazlardan tam puanı hiçbir zaman alamayıp minik bir ecza deposu gibi yaşamanız sistemin menfaatinedir. Eee yaklaşan çok yakına gelmemeli…
Yıl 30 Ekim 1938, yer; Amerika Orson Welles, CBS (Columbia Broadcasting System) radyoda Mercury Tiyatrosu isimli bir radyo tiyatrosunu seslendirir. Çok kişi tarafından takip edilmeyen program insanların iş çıkış saatinde yayınlanır. Araçlarına binen radyolarını açan insanlar programın ortasından yayını takip etmeye başlarlar. Ülke de Marslıların dünyayı bastığı ve hali hazırda bir dünya savaşının başladığı fısıltıları yayılmaya başlar. Büyük bir korku ve panik hızla yayılır halk sokaklara dökülür. Bilimsel çalışmalara konu olan bu vakıa analizlerinde, programı dinleyen 6 milyon insan olduğunu, 1.7 milyon insanın bunun oyun değil haber olduğuna inandığını söylemektedir. Dünyanın istila edildiğine inanan ve korkan paniğe kapılan insan sayısı ise 1.2 milyon olarak hesaplanmıştır.
Bir korkuyu kitleselleştirmek istiyorsanız her zaman Orson Welles gibi eşsiz oyunculara ihtiyacınız yok çok daha basit taktiklerle de bunu yapabilirsiniz. Yarına kalmak için inşa ettiğimiz korku savunmasının “korkudan korkma”ya dönüştüğü günlerde, kullanma kılavuzumuzun başkalarınca kullanılıyor olması, hayatımızın yönetimini sorgulatıyor mu? Bu çok yönlü kullanıma müsait duygu bütün terörleri besleyen ve büyüten duygu… Gelecek endişesine kapılan âdemoğlu bir tek kendi istediğini yapamaz.
Üretilmiş korku Mercury Tiyatrosu’ndan hayatın olağan akışını bozan “bulaş terörü”ne doğru ilerleyelim; viral bir durum değil asla demiyorum ama, sağlığımıza yönelik tehdidin abartılması, hastalık boyutlarının dışına çıkması yaşam kalitemizi daha fazla bozacaktır. Sağlık sektörünün de reklam endüstrisi ile birlikte hareket ettiğini düşünürsek, her birimizin basit sıradan birer tüketici olarak görüldüğünü akılda tutmamızda fayda var. Onlara göre: “Gelecek tehdit edici ve belirsiz hale gelince, yalnızca aptallar bugün tadabilecekleri zevkleri yarına bırakırlar.” Zaman duygumuzdaki bu esaslı dönüşümün iş alışkanlıklarını ve değerleri de dönüştürüp değiştirdiğini unutmayalım. Kendini koruma, dünyevi varoluşun amacı olarak, kendini geliştirmenin, gelecek nesillere ilham olacak erdemler bırakmanın yerini almış olabilir. Kendini koruma kapsülüne almış insan ilkin diğerkâmlık meziyetlerinden uzaklaşır, bencilleşir. Ama olsun onu da bireyi kutsayarak vicdanı rahatsız etmeyecek anlam bohçasına sararlar. O koruma kapsülünün içinde yaşaya kalmanın iki ön koşulu vardır; aç(ık)gözlü olmak zorundadır ve muhteşem reklam endüstrisine bingo! çığlıklarını attıran yerde burasıdır. Çünkü bu endüstri: Açgözlülüğün ve hasedin kurumsallaştırıldığı bir endüstridir.
Üretilmiş acılar cenneti dünyamız, içindekilerin cehennemi olmaya doğru hızlıca yol almaktadır. Kitlelerin kaybı, mutlu azınlığın kazancına evrilirken, evinizde ne kadar maske stoğu yaptınız sahi? Son dönem gelişmiş dünyanın laboratuarlarında daha yeni sürüm cep telefonları veya pc’ler üretilemediği için mi, virüslere umut bağladılar dersiniz? Yoksa gizlenen büyük buhrandan çıkışın yolunu silah satışı ile değil de ilaç satışı, yan ürünler satışı ve savaşla yaptıklarında soykırım denilecek can kaybına kestirme çözüm mü buldular? Ne ala dünya, paranı kazanacak, dünyanın bakir alanlarında nüfusu seyreltecek ve her dediğine inanacak kitleler oluşturacaksın… Bilim adamları satın alırken keyif alacağımız muhteşem buluşlarla çıksın laboratuarlarından zira beyaz atlı prenslerimizin gözü doymayacak… Mutlak gücün verildiği iyi(!) çocuklar mutsuz mu olsunlar? Daha çok tüketeceğiz söz… Gelecekte ve bugün güvenliğimizi sağlayabilmenin bedelini siz ne derseniz onu yaparak ödeyeceğiz söz… Kendimize ait sandığımız hayatın bugünü ve yarını şahsınıza ipotekli biliyoruz. Bu ipoteği kaldırabilme şansımızda yok. Sağlıklı olacağını varsaydığınız günleri kredilerle satın aldınız, sağlıksız günleri özel sağlık sigortaları ile, kontrol edemediklerinizi de “bulaş terörü” ile kontrol altına alırsınız tamam… Şimdi bu kötülüğün sıradanlaştığı dünyada en asil varoluş “delilik”tir desem ne dersiniz?