Aynı yollardan gelip geçen birçok hemcinsin oldu. Hepsinin ortak noktasında geldiğini kabul, gideceğine dipten ve çaresiz bir itiraz vardı. Geldiler ve gittiler…
Gelip geçenler arasında en azından insanı anlama adına en anlamlı işleri yapanlardan birisi Dr. Frankl diyebilirim kendi payıma (düşsel tebessümümü kabul buyurun) Bilenler bilir, insanı kendi mucizesi ile tanıştırmaya adanmış bir ömür ve bir dünya acı, bir dünya acıdan damıtılmış deney birikim… Artık kâğıt parçalarının üzerine yazılan kocaman ANLAM… Satır aralarında: Sen bir mucizesin ey insan! Diye ciğerlerini yırtarcasına bağırdığını gördüm. Vallahi gördüm… Bire bir tecrübe ettiği üç tane Nazi kampından kurtulan ve uzunca yaşayan adamı değil de kimi dinleyeceğiz? Malum bitmeyen gecelerin çağdaşları, başka önerisi olan var mı?
Ona göre insanın, “her şeyden yoksun kalmış yaşamından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını” ansızın kavradığı zaman neler yaptığını görür. Onun bu, coşkudan ve duygu yitiminden oluşan karışıma ilişkin tanımı şöyledir: İlk önce, kişinin kendi kaderine yönelik soğuk ve duygudan arındırılmış bir merak imdada yetişir. Bunun hemen sonrasında, yaşama şansının son derece az olmasına karşın, kişinin yaşamından arta kalanları korumasına yönelik stratejiler gelir. Sevilen insanlara ilişkin sıkı sıkıya korunan imgeler, din, keskin bir mizah duygusu, hatta doğanın şifa kaynağı güzelliklerine (bir ağaca, günbatımına) kaçamak bakışlar atmak yoluyla, açlığa, korkuya ve haksızlık karşısındaki derin öfkeye katlanmak mümkün olabilmektedir. Ancak bu yaşananlar yani görünürdeki anlamsız ve acı verici durumlar bireyin daha büyük bir anlam çıkarmasına yardım edemediği sürece yaşama isteğini oluşturmaya ve sürdürmeye yardım etmemektedir. Ona göre yaşamak için bir nedeni olan insan her nasılsa yaşar…
Anlamı dehşet verici her tür kelime ile pekiştirilen Auschwitz kamplarındaki hayatı anlatırken Frankl ve tıp tahsili görmüş diğer tutsaklar şöyle der: “Kitaplar yalan söylüyor!” İnsanın şu kadar saat uyumaksızın yaşayamayacağı söylenirdi. Kesinlikle yanlış! Günlük şu kadar yiyeceğe ihtiyacı var şu kadar süre açlığa dayanabilir deniyordu. Kesinlikle yanlış! Şu vitamini almazsan diş etlerin vücudun şu tepkileri verir deniyordu. Kesinlikle yanlış! Su yok temizlenemiyoruz ama açık yaralarımız iltihap kapmıyor. Ellerimizin üzerinde sadece soğuk ısırmaları var diyerek aktarır. Ve ekler: Dostoyevski’nin söylediği gibi “Evet, insan her şeye alışabilir, ama nasıl olduğunu bize sormayın.” psikolojik araştırmalarımız henüz oraya gelmedi. Bir tutsak olarak ben de henüz ruhsal tepkimin ilk evresindeydim…
Auschwitz kampında krematoryuma (gaz odaları, yakma odaları) gitmekten kurtulan minik azınlık tutsak, şokun ilk evresinde ölümden korkmuyordu. İlk birkaç günden sonra gaz odaları bile dehşetini kaybediyordu. Ne olursa olsun bu dehşet içinde varoluş onu intihar etmekten de alıkoyuyordu. Kamplarda birbirlerine tutunmuş yaşama gayretindeki bu insanların kendi kendilerine ve diğerlerine yaptıkları uyarı şöyledir: Traş olun, dik yürüyün, becerikli olun, sağlıklı ve akıllı görünün… (Nasılsa evin içindeyim pijamalarla akşamı ederim değil, giyiminize, bakımınıza beslenmenize, enerji ve neşenize dikkat edin. )
Frankl bazı tutsakların erken ve zamansız ölümlerine bazılarının azmi ve yaşama sevincine odaklanır ve sorar: Kimi erken ölüyor, kimi çok enerjik ve mücadele ediyor aradaki fark nedir? Bu fark sorulduğunda çoğu zaman net ve açık bir şekilde ifade edilemeyen “anlam” kelimesinin can alıcı etkisidir. Uzun yaşayan ve kamptan kurtulanların çoğu kendi dışında bir varoluş amacı ve anlamı olan insanlardır. Yine bu insanlar her nasılsa diğerlerinden daha fazla psikolojik ve fizyolojik dayanıklılık göstermekteydiler. Bu aşamada tekrar bilinenlere dönüp stres, korku, kaygı ile ilgili bilgilerimizi tazelemekte fayda vardır diye düşünüyorum.
19. yüzyılın başlarında “stres” ve “strain” bilimsel sayılmasa bile, sezgi yoluyla bedensel ve ruhsal hastalıkların sebebi olarak düşünülmüştü. 19 yüzyılda bugünkü anlamı ile stresi ele alan kişi büyük Fransız fizyolog Claude Bernard’dır. Dış çevre değişikliklerine rağmen canlı organizmanın iç çevresindeki bütünlüğü korumasının zorunlu olduğunu kesin olarak ifade etmiştir. Böylece tıbba serbest ve bağımsız hayatın temel şartı olarak “iç yapının dengeliliği” prensibini getirmiştir. Ona göre sağlıklı bir hayattan söz edebilmek için bu içyapıdaki hiçbir şeyin kendi normlarından uzaklaşmasına izin verilmemelidir. Aynı tarihlerde Luis Pasteur laboratuar çalışmaları ile insan sağlığını tehdit eden temel unsurun “mikrop” olduğunu dile getiriyordu. Bu sebeple Bernard ile hayatı boyunca tartışmıştır. Pasteur hastalanıp yatağa düştüğünde hayatının son günlerini yaşarken şu tarihi sözleri ile tartışmayı noktalamıştır. “Bernard haklı, insanı hasta eden mikrop değil, dengenin bozulmasıdır.”
Bugün gelinen noktada Bernard ve Pasteur’un dediklerine ama covid19 farklı bildiğiniz gibi değil demek isteyenlerimiz vardır elbette. Ancak durum tam da Pasteur’un son sözlerinde dediği gibi “mikrop öldürmez iç dengenin bozulması öldürür” Pasteur’a kendi çocuğunu kötülemek adına bunu söyleten iç gözlemi merak etmekle birlikte, iç denge nasıl bozulur o dengenin bozulmasında etkili olabilecek kavramlar nelerdir bir bakalım.
Yakın zamanda psikolojik ihtiyaçlar listesine dâhil edilebilecek iki kavram olduğunu düşünüyorum. Bunlardan 1. Problem çözme ihtiyacı, 2. Hayal kurma ihtiyacıdır. Bu iki ihtiyaçta hem eksi hem art boyutta ele alınabilecek ya da şöyle söylenebilir: artı boyutta ihtiyaç karşılanmazsa, eksi boyutta karşılanan ihtiyaçlardır.
Problem çözme ihtiyacına daha yakından bakacak olursak, çevresini tetkik edip, analiz edip problem çözüp ürün ortaya koyarak kendini var etmek zorunda olan insan kendine tanımanmış bir problem bulamazsa dayatılan problemlerle veya diğerlerinin hayatına ilişkin problemlerle meşgul olma yolunu seçecektir. Ancak sahipleneceği problemlerinin olabilmesi için ön koşul ise bir amacının olmasıdır. Problemin en basit tanımı; sizi amaçlarınıza erişmekten alıkoyan durumdur yani amacınız olmadan problemden bahsedilebilmesi zordur. Bu bir anlamda Frankl’ın önemle üzerinde durduğu ve kendini adadığı “anlam”ın ta kendisidir.
Problem çözme ihtiyacını karşılamış ve bu konuda beceri geliştirmiş bireyin en belirgin özelliklerinde birisi de kendi kontrol alanına düşen ve çözebileceği problemlerin neler olduğunu bilmesi ve bunlara yönelmesidir. Yani kontrol yanılsamasına kapılıp çözemeyeceği problemlerle ilgili gereksiz enerji harcamaz, ucundan tutup sonuca erdirebileceği durumların neler olduğunu bilir, gereksiz kaygı ve endişe durumları ile kendisini yıpratmaz.
Hayal kurma ihtiyacını da benzer şekilde doğrusal olarak değerlendirip eksi ve artı boyutları tercih durumunda görüle davranışları ele alacak olursak, ancak öncesinde şunu belirtmek isterim, artı boyutta ilerleyemezse birey otomatik olarak eksi boyutta ilerlemeye başlayacaktır. Bir durumu ihtiyaç olarak ele alırsanız, karşılanmayan ihtiyaçlar yok olmaz sadece form değiştirir ve davranışın yorumunu çözümlenmesini karmaşık hale getirir.
Meselenin özü tek cümle ile anlatılacak olursa kaygı hayal kurma ihtiyacını karşılamak için bu kabiliyetin negatif yönde işletilmesidir. Gerçekçiliği kötümserlikle karıştırmadığımız güzel günlerde buluşmak üzere… Gelmiş geçmiş olsun Türkiye’m