Bugün çoğu insanımıza garip gelecek ama benim elektrikle ilk tanışma dönemim 5-6’lı yaşlardı. Köye elektrik çok geç gelmişti. Sanırım bir nedeni de köyün bulunduğu alanın baraj olma ihtimali nedeniyle gereksiz yatırım gibi görülmüş olmasıdır. Sene 1965 ve ilk kez bir şehre, Zonguldak’a babamın yanına gideceğiz. O zamana kadar aydınlatmamız gaz lambası ve son dönemde lüks diye tabir ettiğimiz daha çok aydınlık veren bir başka gazlı lamba idi. Şimdi Ankara-İstanbul otobanın 80. Kilometresinde solunuzda görünecek olan baraj alanı eskiden bizim köydü. Üstü açık bir kamyonet ile Gerede üzerinden Reşadiye (Yeniçağ) oradan da Karabük’e geçtik. Karabük’te tren istasyonunda uzun süre Ankara’dan gelecek treni bekledik ve sonrasında tren geldi ve birçok tünellerden geçerek gecenin karanlığında Zonguldak’a ulaştık. Ama şehir ışıl ışıldı. İlk kez elektrikle tanışmanın mutluluğundan olsa gerek o gece geç vakte kadar uyuyamamıştım.
Ülkemizde elektrik üretiminin 1/5 Hidroelektrik santrallerden sağlanıyor. Baraj kurulumlarının barajın alanında doğanın bozulmasına neden olduğu bir gerçek. Bir başka elektrik üretim kaynağı olan termik santrallerin de sanırım fayda/zarar noktası bir hayli tartışmalıdır. Son yıllarda artan doğalgaz üzerinden elektrik üretiminin iklim üzerindeki olumsuz etkisinin yanı sıra ülkemize maliyeti bir hayli yüksektir. Öte yandan ithal ettiğimiz ülkeler arasında çıkabilecek her türlü sorunda kimin nasıl davranacağı da ayrı bir bahis konusudur.
Herkesin tartışmasız mutabık kaldığı iyi enerji üretimi; kirlilik yaratmayan, kurulum dışında fazla bir masraf gerektirmeyen ve uzun vadede kârlı olan sistemdir. Bu sistemi nerede mi buluruz? Cevabı çok basit: Dışarı çıktığınızda parlayan güneş ve yüzünüze çalan esintidir. Bu iki enerji kaynağı açısından Türkiye oldukça da zengin bir ülkedir.
İkincisinden yani rüzgârdan başlayacak olursak yel değirmenleri sanırım rüzgâr enerjisinden yararlanılan ilk uygulamalar olsa gerek. Ki bunların kullanımı Mısır’da İskenderiye’de milatta sonra 7 yüzyıla kadar uzanır.
2010 yılında birazda Mahsun Kırmızıgül’ün filminden (Güneşi Gördüm) etkilenerek Malmö’yü Kopenhag’a bağlayan köprüden geçtim. Ancak denizin Kopenhag tarafı adeta rüzgâr enerjisi ile çalışan rüzgar türbinleriyle doluydu. Daha sonra Danimarkalılara sorduğumda anlattılar. Kışın kuvvetli rüzgarlar olurmuş bu Baltık Denizi’nin okyanusa açılan boğazında… Aynı yıllarda bizde de Alacatı, Çanakkale, Bozcaada gibi rüzgarı bol olan yerlerde rüzgar türbinlerini görmeye başladık.
https://www.enerjiatlasi.com/ruzgar-enerjisi-haritasi/canakkale
Güneş enerjisine gelince… Yine eski günlere dönecek olursam lise yıllarımda yazın köye geldiğimde bakır güğümü hanaya (balkon) koyar ikindi vakti eve döndüğümde bir hayli sıcak olan su ile masrafsız duşumu alırdım. Bilim adamları diyor ki; Yeryüzüne her yıl düşen güneş ısı enerjisi, yeryüzünde şimdiye kadar belirlenen fosil yakıt miktarının yaklaşık 150 katı kadar. Bu güneş enerjisi, fosil, nükleer ve hidroelektrik tesislerinin bir yılda üreteceği enerjiden 15.000 kat kadar daha fazla.
Her iki enerji kaynağının çevreye zararı ise yok denecek kadar azdır. Ve sürekli yenilenebilir bir enerji kaynaklarıdır. 2000’li yıların başında Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nin tespitlerine göre Ege, Marmara ve Doğu Akdeniz’de 50 metre yüksekliğindeki alanlarda rüzgar enerji potansiyeli 50.000 MW civarında.
https://www.enerjiatlasi.com/ruzgar-enerjisi-haritasi/turkiye
2017 yılında Yenilenebilir Enerji Kaynakları için ilk ihale gerçekleştirildi. Ancak yasal düzenlemeler halen sadece büyük oyunculara hitap edebilir noktasında.
Güneş enerjisine gelecek olursak, ülkemizin yıllık güneşlenme süresi yaklaşık 2640 saat olup en yüksek güneşlenme ayı ise 362 saat ile Temmuz ayıdır (Güneş ve Rüzgâr Enerjisi. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Araştırma ve Geliştirme Çalışmaları). Güneydoğu Anadolu bölgesi güneş enerjisinde en başı çekmektedir. Avrupa Birliği 2007 yılında bu yıl için (2020) koyduğu hedeflerde yenilenebilir enerji kaynağını %20’ye çıkartmayı planlamaktadır.
Akıllı yenilenebilir enerji sistemleri nasıl olacak? Güneş enerji santralleri akıllı enerji şebekeleri üzerinde çalıştırılarak elde edilen enerjinin en verimli şekilde aktarımını sağlamalıdır. Üretici, dağıtım firmasının bir sonraki günkü ihtiyacına göre enerji aktarımı yapabilmelidir. Dağıtım işini gerçekleştiren firma ise hava durumu tahminleri üzerinden sonraki günün üretim kapasitesini görebilmeli ve eksiği var ise diğer yenilenebilir kaynaklarından üreterek dağıtım hattına iletebilmelidir. Böylece günlük enerji ihtiyacına göre enerji akıllı sistemler sayesinde en verimli şekilde üretilebilecektir. Kurum ve AVM’lerin akıllı binalarında da soğutma aküleri aracılığıyla rüzgâr ve güneşten yararlanarak enerji tasarrufu sağlanır.
İki hatıram ile makaleyi tamamlayayım:
Türk Telekom’da çalıştığım dönemlerde bir ara sayaçları uzaktan okuma projesi hazırlamıştık. Kullanılacak teknoloji BPL (Broadband Power Line) teknolojisinin şehir içi elektrik iletim hatlarına uygulanmasından ibaretti. Sanırım TEDAŞ’ın Genel Müdürü Haşim Keklik Bey idi, ki benim Mamak Muhabere Okulu’ndan arkadaşımdı. Bilgi işlemde de Ahmet Bey vardı. Bir hayli isteklilerdi ancak daha sonra her nedense projeden vazgeçildi ve halen sayaç okuma memurları kapımıza kadar gelip sayaçları okumaya devam ediyorlar
Yeni genel müdür bu işlerle uğraşmış tecrübeli birisi. “Köyde münferiden evimin çatısına güneş paneli kursam elektriği Elektrik İdaresi’nden almama göre daha mı ucuz olur” diye sorduğumda, “Henüz bu işe kalkışma, şu an maliyeti halen yüksek” demişti. Bana kalırsa şehre uzak mesafelerdeki konutlarda/köylerde devlet kendi adına masrafı azaltabilmek için teşvik vermeli. Kendi enerjimi kendim üretebilmeliyim, ama ekonomik şekilde. Almanya bize göre doğru dürüst güneş görmediği halde bizden 46 kat daha fazla güneş enerjisi üretimi yapıyor.