TELEVİZYON KURULUŞLARINI BEKLEYEN DEĞİŞİMLERLE BİRLİKTE BAŞLAYACAK SERT REKABET ORTAMI

1992 yılında ilk özel kanalların yayın hayatına başlaması, radyo ve televizyon sektöründe yeni ve rekabetçi bir sürecin başlangıcına işaret etmekteydi. Yıllar içinde özellikle büyük metropollerde çok sayıda radyo ve televizyon peş peşe yayına başladı. Elbette bu yönelimde yayıncılık sektörünün gelecekte hayli karlı ve etkili olacağı öngörüsünün rolü büyüktü. Öngörülerin kısa süre içinde ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı.

Ancak yayıncılık yüksek yatırım ve işletme giderlerine neden olmaktaydı. O zamanki yayıncılık bugünkü gibi değildi. Kullanılan tüm sistemler verimi sürekli değişen ve sıklıkla sorun çıkaran analog sistemlerden oluşuyordu. Ayrıca bu sistemlerde manyetik band ve okuyucuların sürekli sorun çıkarması, verilerin depolanmasındaki rasyonel olmayan saklama şartları, saklama mekanlarının büyüklükleri, zaman içinde çeşitli uygun olmayan etkiler nedeniyle manyetik bantların jenerasyon kayıpları, her aktarmada kalitenin düşmesi, saklama ısısı gibi faktörlere ilave olarak stüdyo kısmında bütün bunlara eklenen yeni sorunlardan bahsedebiliriz. Diğer yandan stüdyoda oluşturulan görüntü ve sesin uyduya yollanması ve kullanılan uplink sistemlerinin yüksek maliyetleri ve sistemin analog olması nedeniyle kullanılan uydu kapasitesinin büyüklüğünü de hatırlamak gerek. Stüdyo ve uplink sistemlerinin getirdiği maliyet ve ilk yatırım giderlerini finans etmek hiçte kolay değildi.

Anlaşılır olması için basit bir karşılaştırma yapmalıyız: Günümüzde HD yayın ileten ve münferit çıkış yapan bir televizyon kanalının kullandığı uydu band genişliği yaklaşık 4 Mhz ile yapılabilirken analog sistemlerde bu band genişliğ 30 Mhz’den az değildi. Bu kapasite büyüklüğü ise çok yüksek uydu kapasite ödemesini gerektirmekteydi. Tüm bunları yerine getiren işletmeci ya da yayıncıyı bekleyen diğer büyük gider kalemi ise yani yayınları izleyiciye eriştirmek için kullanacağı ve tesis edeceği analog vericilerin (bu vericiler SD izlenmenin %20 altına inmesine rağmen hala kullanılmaktadır) sayısıydı.

Özetle analog yayın yapan bir televizyon işletmesi ana başlıklarını yukarıda belirttiğimiz gibi yatırım, işletme ve diğer giderler ilave edildiğinde maliyetlerin yüksekliği nedeniyle ulusal nitelikte yayın yapacak kuruluş sayısı tabii ki de az olacaktı. Bu nedenle ulusal nitelikli Televizyon kuruluşlarının sayısı 30 adedi geçmiyor.

Böyle bir özetten sonra günümüze gelecek olursak zaman içinde teknolojinin gelişimi ve ivmesinin artması sektörü de etkiledi. Yine stüdyodan başlayacak olursak hantal manyetik bandlar, video teypler, analog resim masaları ve buna bağlı diğer sistemler terkedildi. Büyük ve geniş band arşivleri ve üretim için harcanan zaman yerine bir tuşa basmak kadar etkili olan dijital sistemlerin kullanımı kısa sürede yaygınlaştı.

Dijitalin sağlamış olduğu imkanla birlikte işletmelerin personel sayısı, kullanışlı sistemler, jenerasyon kayıplarının ortadan kalkması, harcanan elektrik enerjisi (akkordan soğuk ışığa geçiş) kullanılan uydu kapasitesinin 1/10 oranında azalması sonucu ana giderlerden biri olan uydu giderlerinin azalması, haber birimlerinin daha dinamik hale gelmesi, dronlarla haber görüntülerinin zenginleştirilmesi, 4.5G ile taşınabilen mobil cihazlar veya akıllı telefonla anında uydu kapasitesi kullanılmadan kaliteli ses ve görüntünün ekonomik transferi, savaş ve çatışmaların izleyiciye hızlıca ulaştırılması mümkün hale geldi. Dijitalin sağladığı olanaklarla radyo ve televizyon yayıncılığı kolay, hızlı ve ekonomik hale geldi.

Dijitalin sağladığı imkanları başarıyla kullanan yayın kuruluşları henüz tek yönlü yayınları interaktife dönüştürmek için teknik bir çare bulamadılar. Geri bildirim olmaksızın devam ettirilen bu yayınlar karşısında hızla bireyselleşen izleyici ve dinleyicilerin klasik yayın formatlarından ve tek yönlü yayıncılıktan süratle uzaklaşması ciddi bir ihtimal olarak görülmektedir.

İzleyici/dinleyici, etkileyici, proaktif, katılımcı hatta yönlendirici program ve yayınları talep ediyor. Eldeki imkanlarla bunu sağlayamayan yayıncının ürünlerini talep etmek ya da takip etmek yerine hızla internete yöneliyor. Bireysel ifade ihtiyacını sınırlı sayıdaki sosyal çevre yerine internet üzerinden dile getiriyor. Bu konfordan kullanıcı, yani takipçi vazgeçmeyecektir.

Gelişen ve talep gören bu olgu karşısında televizyon ve radyo sektörü ne yapacaktır? Gerçekten çok zor bir soru. Hem teknik hem de uygulama zorlukları nedeniyle şimdilik çözümsüz gibi durmaktadır. O halde eldeki TV sistemlerinin yanı sıra kuruluşlar bu alanda da ikinci bir yayın türü oluşturmak zorunda kalacaklardır.

Ancak bu hiçte kolay değildir. İkinci mecradan (internet) yayın yapmak için yatırım ve esas ya da tali giderlerin hayli az olması bu alana ilgi duyacak yayıncı sayısını arttıracaktır. Bu da aynı cadde de aynı emtiayı satan çok sayıdaki dükkanların olması gibi sert rekabetin kaçınılmaz olmasına yol açacak ve sektör diğer paydaşlarla birlikte kan kaybedecektir.

İzleyicinin internette tüm taleplerini giderecek bir alana ulaşması hayli kolaydır. Son günlerde dünyayı etkisi altına küresel salgın nedeniyle ikili ya da çoklu toplantılar, görüşmeler, sohbetler, haber, yorum, sosyalleşme ve hatta siyaset ve politik girişimler Zoom, Skype, Periscope ve benzeri uygulama üzerinden yapılabilmektedir. Bu uygulamaların kısa sürede etkili birer portal olacağı da tahmin edilebilir.

Klasik TV ve Radyo yayıncılığının genç kuşaklara bir şey katmadığını bu yayınlara katılamadıklarını, aktif olamadıklarını görmekteyiz. Bunu doğrular verileri ise araştırmalardan öğrenmekteyiz. 50 yaş ve üzeri izleyiciler için hala klasik yayıncılık etkisini sürdürse de yakın gelecekte değişeceğini şimdiden söylemek kehanet olmayacaktır.