“Uyusun çocuklar, canım çocuklar,
ellerinden geleceği alınmış canım çocuklar…”
Çolpan Ana uyumalı çocuklar dedi, sizin düşünsel sefaletinizin izlerini yeryüzünden silene dek uyumalı çocuklar… Gözlerini sizin distopik yarınlarınıza değil, hak ettikleri cennetlerin engin maviliklerine açana dek uyumalı çocuklar… Şimdi sizin topraklarınız kötülüğün vasat bulduğu topraklar olunca, o artık istisna olmaktan çıkar norm olur. Kötülüğü norm yapanlar uykularından uyanana dek uyusun canım çocuklar… Kararmış kalpleriniz ağarana dek, kendinize gelene dek uyusun canım çocuklar… Çolpan Ana iç sesini susturup çocukların en sevdiği şiiri ninni tadında okumaya başladı:Çocuktum, ufacıktım,/Top oynadım, acıktım./ Buldum yerde bir erik,/Kaptı bir Ala Geyik./Geyik kaçtı ormana,/Bindim bir akdoğana… Uyusun canım çocuklar…
Çocukların uyuduğundan emin olduğunda Çolpan Ana düşüncelere daldı. Elinde iki ciğerpare vardı, acılarından başlarına taç değil akıllarına filtre yapmalıyım dedi. İnandıkları esaslara sadakatlerini koruyacak bir filtre, vasatın “yalnız bırakma terörü”ne rağmen inandıklarından vazgeçmelerini engelleyecek bir filtre… Aydora’nın sorusunun cevabını öyle güzel yaşantıya dönüştürmeliydi ki, öğrenmeliydi çocuklar. Pes etmemeli ve bekli de bir savaşçı olmalıydılar. Başkaca bir şansları da yok zaten!
Erken büyümez mi anasız babasız çocuklar? Hemen yürümez mi ana babası olup ta olmayan muğlâk kaybın mirasçısı çocuklar? Ah o muğlâk kayıplar ah! Az önce sinirlerini alt üst eden konuşmayı yapan Özgür ana-babasından bahsederken şöyle demişti Çolpan Ana’ya; serinliği ve huzuru olmayan gölge gibi, yeşerten değil kol kanat kıran, erkenden büyüten bir şeydiler ana baba değillerdi Çolpan Ana… Kol kanat kıran diye tekrarladı içinden Çolpan Ana, Özgürün ana-babasını düşündü. Hikâyelerini aklından geçirdi. Ne demeli şimdi? Kıyasladığında Aydora’nın, Vera’nın kayıplarından daha örseleyici Özgür’ün kaybı. Bağımlı bir ana-baba, ihtiyaçları karşılanmamış kimi zaman ihmal, çoğunlukla işgal edilmiş bir çocukluğun yetişkini, Özgür: Kıyılmış, parçalanmış, gölgesinde huzur bulamamış ağaçların, karaçalıların dikenlerini bilmiş. Ne yavşan kokusunu bilir ne huzurun dağ kekiği kokusunu… Güneşler ısıtmamış kavurmuş yakmış… Evet ama onun da tercih şansı vardı, başka şeyler düşünüp başka şeylerin peşinden gidebilirdi. Hiçbir şey ama hiçbir şey insanı çaresiz kılamaz. Ve her zaman bir başka yol bir başka çıkış var olmak zorunda… Asla ümitsizliğe düşmeyen insanın gücünden daha muhteşem bir şey olamaz. Alp’lerde üç yüz fit derinliğinde olan devasa granit geçitler vardır. Bu muhteşem geçitleri sayısız yaz boyunca oluşturan şey hiç durmadan akan, kumla yüklü nehirlerdir; sürekli yinelenen en ufacık eylemler bile en sonunda amaçlarına ulaşmayı başarır. Doğa gibi bizim elimizde yüzyıllar yok ama granit geçitlerin açılmasının illa bizim ömrümüze denk gelmesi de şart değil. Asıl olan umut ve mücadele bitiş noktası insan için insanlık için değil ki. Ve Özgür, insanlar kendine hükmedebildiği ölçüde kendisi ile gurur duymalıdır. İç yularlarını salıverdiği vahşi hayvanın sınırsız yapabilirliği karşısında çaresiz çırpınışlara özgürlük demiyoruz, diyemiyoruz. dedi kendi kendine Çolpan Ana…