Özbekistan Veri Ağı ihalesini 1996 yılında Netaş kazanmıştı. Firmamız adına Özbekistan’da bulunan arkadaşım “Pasaporta da vizeye de gerek yok, ben seni havalimanından sorunsuz aldırırım” demişti.
Özbekistan’a indiğimde havalimanında kimse karşılamadığı gibi ufak bir sorgulama odasına alındım. Uzunca bir dil dökmenin ardından ikna oldular. 50 $ karşılığında 1 haftalık vize verdiler. İşleri halledip dışarı çıktığımda arkadaşım nihayet kafasını gösterdi. Pis bir gülümsemeyle “Kusura bakma, seni alıkoyan memurla aramız iyi değildi, görünmek istemedim” dedi.
Otel Özbekistan oteliydi. Geniş bir meydana bakıyordu. Meydan da daha önce at üstündeki Lenin heykeli yerine bir gecede yeleği uçuşan ve dünyayı titreten (Özbekler öyle söylerler) bakışıyla Timur heykeli oturtulmuş.
Emir Timur
Sahnede çoğu Rus kökenli şarkıcılar. Çıkan sanatçının kapanış şarkısı benim için sürpriz oldu. Sezen Aksu’nun Hadi Bakalım, Kolay gelsin şarkısı. Tarkan, Sezen Aksu Özbekistan’da o zaman çok popülerdi.
Meydanda atın üzerinde büyük bir Timur heykeli vardı. Alanda daha önce Lenin’in heykeli varmış. Sovyetler dağılıp da Özbekistan Devleti bağımsızlığını ilan edince, bir gecede Lenin’in yerini Emir Timur almış.
Telekom binasına geçtik. 3 bayandan ikisi Rus, diğeri ise Kazak kökenli. Erkek mühendislerin birisi Tatar, diğeri Özbek, 2 Rus bir de Ukraynalı vardı. Ukraynalı yaşı ve bilgisi gereği amirleriydi. Genç olanlardan Rus bayan son derece sessiz ve efendiydi. Özbek ve Ferganalı olan Alişar’ın önce görünümü pek hoşuma gitmemişti ama sonradan dost olduk, beni evine davet etti. Yaşlı babası ısrarlarıma rağmen beni baş köşeye oturttu. En az bir elli kişiyi rahatlıkla doyuracak sofradan birer lokma tadarak kalktık.
17 Temmuz’da malzemeler yola çıktı. Ancak talih işte! İstanbul havalimanında kontrol edilmek üzere açılan malzemeler uçağa yüklenirken şiddetli bir yağmur başladı. Malzemelerin büyük kısmı ıslandı.
Taşkent gümrüğüne gelen cihazları Özbek yetkili teslim alırken ıslanmış olduğunu görünce teslimattan vazgeçti. Devreye bizim iş bitirici Özbekistan sorumlusu girerek ve ona der ki; “Bunları gümrükten çekin, yoksa İstanbul’a geri gönderir tekrar aynı malzemeyi size teslim ederiz.” Görevli buna karşı “Öyleyse yeni malzeme gelene kadar bunlar gümrüğün deposunda tutulacak ve kira bedelini de siz ödeyeceksiniz” der. Nitekim öyle de oldu.
Bir başka sorunu ise soyadım nedeniyle yaşadım. Cihazların teslim alınma ve daha sonra işin bitirilme aşamasında belgeleri imzalamam gerekiyordu. YAMAN Soyadımı gören Özbek Malakov’un gözleri fal taşı gibi açıldı. “Kötü” anlamına geliyormuş. Çok fazla sorun olmasın diye belgelerin altına sadece ismimi yazıp imzalamaya başladım.
X.25 Veri Ağını Özbekistan’ın tüm büyük şehirlerinde birer “node” olacak şekilde kurduk. Genelde ben merkez de yani Taşkent de kalıyordum. Benimle beraber gelen teknisyen arkadaşım ise cihazların kurulacağı tüm şehirleri dolaşıyordu.
İlçemde mevtun bir zat (Şeyh Ali Semerkandi) nedeniyle Semerkant’taki kuruluma ben de katılmak istedim. Ancak vizemin süresi dolmuş ve uzatamamıştım. Sonradan öğrendim ki Sovyet döneminden kalma bir başka kuralda şehirlere giderken şehir vizesi almak gerekiyormuş. Riski göze alıp Şehirlerarası otobüse binip yola koyulduk. Cızzak’a gelince otobüsü askerler durdurdu ve şüphelendikleri kişileri aşağıya indirmeye başladı. Bana geldiğinde –sanırım Özbeklere benzetmiş olacak ki- sadece “Sumkanda/Çanta ne var?” diye sordu. Ben de gösterince geçip gitti. Semerkant’ta işi tamamladıktan sonra Emir Timur’un ve eşlerinin türbesini, Uluğ Bey’in medresesini ziyaret etme imkanım oldu.
3-4 ay içerisinde tamamlanan proje Özbekistan’da büyük ses getirdi. Açılışta Özbek Telekom binasının ana girişinde kurbanlar kesildi. Projeyi anlatmak için davet edildiğim Özbek devlet televizyonunda detaylı bilgiler aktardım.
Aynı akşam Özbeklerin Alaka Bakanı (Bizdeki Ulaştırma ve Haberleşme Bakanlığı karşılığı) Taşkent’in en lüks restaurantında bizleri yemeğe davet etti. Özbeklerin adetleri imiş, yemekde bir kadeh yudumladıktan sonra ufak bir konuşma yapılması gerekmiş. İçki meselesini maden suyuyla hallettim ama konuşma sıkıntılı idi. Ne konuşurum diye düşünürken Özbek bakan ilk konuşmayı yaptı ve Semerkandlı olduğunu öğrendim. Konuşmamın kurgusunu da Semerkand üzerine yaptım. Ve ilçemde Semenkand’dan göçüp gelen, sonra ziyaretcilerin akınına uğrıyan atalarımızdan Şeyh Ali Semerkandi’den bahsettim. Sanırım Bakan son derece mutlu oldu ki yemeğin sonunda benim masama kadar gelerek tebrik etti.
1999 yılında İslam Kerimov’a yapılan suikastın ardından ilave birtakım donanımlar için tekrar Taşkent’e yolum düştü. Nevruz’a denk geldi. Tüm büyük kamu binalarının önünde kazanlarla pilavlar pişiriliyor, gelen geçene bedava dağıtılıyordu. Ağır pamuk yağı nedeniyle pek yiyemesem de ikramı geri çevirmedim.
Yine bir üzücü haber daha almıştım. Özbek telekomda çalışan Rus ve Ukrayna kökenli mühendislere eğitim verirken tercümanım olan Özbek kökenli ve İstanbul Teknik Üniversitesi Elekronik mühendisliğini bölümü öğrencisi Eldar, İslam Kerimov suikastı nedeniyle tutuklanmıştı. Ziyaretine gitmek istedim ama arkadaşım Alışar “Asla böyle bir şey yapma, zaten Kerimov Türkiye’yi suçluyor, başın belaya girer” deyince vazgeçtim.