ÇOLPAN ANA-IV-

Acına Sarıl Çocuk!

​​​​​​​“O halde boş kaldın mı hemen yorul.”

Vera iştahsız, isteksiz, keyifsiz günler yaşıyordu. Her an, her saniye ağlama hissi ve nemli gözlerle geziyordu. Aydora için bu, çözüm bulunması gereken bir sorundu, ama nasıl? Çolpan Ana’dan yardım istemesi gerekiyordu. Kendi kendine ulaşabileceği bir çözüm yok gibi görünüyordu, içinden çıkamıyordu.

Bu durum Çolpan Ana’nın da dikkatinden kaçmamıştı. Hareketsiz kalmayı tercih ediyordu. Hareketsiz ve sessiz… İç yangınlarını bilir söndürmez, kontrollü yangınların yüksek ruhların yakıtı olduğunu bilirdi… Bunu modern insana anlatmakta zorlanıyordu. O “huzuru olmayan gölge”lerin dibinde büyüyen derinliği olmayan çocuklara; satın alınan mutlulukların satılabileceğini de nasıl anlatılabilirdi? Ruhlarıydı takasa sürdükleri, al acımı, ver mutluluğunu derken dirhem dirhem eksildiler ama bilmediler… Kalmalı biraz içinde, pişirmeli, o da dayanmalı… Burada kantarın topuzu kaçmamalıydı, lakin içi rahattı. Dönüp dönüp tekrarladığı Kadir-i Mutlak Tanrının mesajı; “İnsan, kendini başıboş bırakılacak mı zanneder?”

Aydora sürece müdahale etmek istiyordu. Şu yolculukta beş-on çocuktan biri Vera’ydı hem de en çok anlaştığı ve acısı acısına benzeyen. Bu nedenle Çolpan Ana’dan farklı düşünen Özgür’den yardım istemeye karar verdi. Özgür, meseleyi evirip çevirip Vera’nın acı kaynaklarını irdelemeye başladı. Hmm… dedi, çok istediği bir oyuncak ya da başka bir şey olabilir mi? Ona göre acı derhal kurtulunması gereken bir duygu durum, başa bela bir haldi, sebebi neyse bulunup o sebep ortadan kaldırılmalıydı. Normal bir insanın, hele de böyle bir çağda acının içinde kalmak için, ne sebebi ne de zorunluluğu vardı. O, üstenci çağın büyüklenmeci tavrı ile; “her sorunun bir çözümü vardır, ancak tabi bizim çağın buhranları ve bunalımları, tarihte hiçbir çağın acısına benzemez” dedi. Acı da bile biricik ve çok büyük olma ihtiyacı hissediyordu, işin ilginç olan tarafı; ona derinlik kazandıracak acıyı yok ederek biricik olabileceğine inanmasıydı. Ona göre acının ve bunalımın sebebi; insanın isteyen parçası ile kural koyan parçası arasındaki biteviye savaş ve isteyen parçanın süregen mağlubiyetiydi. İsteyen, kural koyan ve dengeleyen parçanın ahenk içerisindeki raksına hiç itirazımız olamaz elbette ama salt isteyen parçanın egemenliğindeki birey mutsuzluğu diye bir şey vardı ve bu Özgür’ün görmezden gelmeye çalıştığı bir durumdu. İşte tam burada sorulması gereken soru; çoğu zaman hiçbir tedaviye cevap vermeyen depresyon illeti ile neden başa çıkamıyordu özgür dünya…

İç sesler dış seslere karışmış, yüzyıllık kazanın ağzı açılmışken; Önce eylem vardı diyen Çolpan Ana geldi. Onu ana yapan özellik her yaşa verilecek uygun cevabı bilmesiydi belki… Aydora, Vera’yı diğer çocukları da al gel bakalım biraz eğlenelim… Oturdular yemyeşil ovada huzuru olan bir ağaç gölgesinin dibine. Çolpan Ana yanında getirdiği öteberiyi bir örtünün üzerine dikkatlice koydu: Büyükçe bir kap, ondan küçük üç tane daha kap, içlerinde ne vardı acaba? Çocuklar meraklı bakışlarla Çolpan Ana’yı süzüyorlardı. “Sizinle” dedi “Bugün oyun hamuru yapalım, sonra onlara şekil verelim, boyayalım olmaz mı?”, Olurrr!!!... dediler.

Çolpan Ana, bir ölçek un, bir ölçek su, bir ölçek tuzu karıştırdı. Çocuklardan biri; iyi de su ve unla da oynayacak hamur yapabiliriz neden içine tuz koyacağız ben anlamadım. O tuz dedi evladım, hamura daha kolay şekil vermeni sağlayacak güçlendirecek hamuru, şekil aldıktan sonra da kuruyup öylece kalmasını sağlayacak, tıpkı hayatımıza olmadık vakitlerde gelen acılar gibi, onlarda insan denen hamuru güçlendirir ve şekillendirir. Şeklini kalıcı kılar, aksi türlü gelen geçen herkesin şekil vermeye çalıştığı oyun hamuru olur insan… Yani acı içte duyumsanan itici kuvvetin ta kendisidir. İnsanlığın iç zenginliğinin ve enerji biriktirebilişinin bir ifadesidir. İnsan istek ve arzularının peşinden koşadursaydı bunca devleşebilir miydi? Tuzu olmayan oyun hamuruna kalıcı şekli ancak pişirerek verebilirsin. Tuz ateşsiz pişmektir aslında. Acı da öyle ateşsiz pişersin, şekil alırsın, yön bulursun ve gidersin… Hamuru öylece ortada bırakamazsın iyice yoğurduktan sonra şekil vermelisin. Acının içinden geçtikten sonra aklınla yaşadığını şekillendirmek zorundasın, sonu bir anlama varmayan acı boşuna bir eziyettir! Bilesiniz… Acına sarıl çocuk, bırak pişirsin seni…