TIPKI BİR ORFOZ GİBİ…

Gençlerimiz sığ sularda yaşar, ben yaşım gereği derin sularda kayalıkların içinde yaşıyorum. Bu âlemin en yalnız canlıları biziz herhalde, bu yalnızlık bir başınıza ayakta kalabilmeniz için bir dünya beceri geliştirmenize yardımcı oluyor. Zıpkınla avlarlar bizi, zıpkın darbesini aldığımızda yuvanın içine girme şansımız olursa şayet bir daha oradan çıkaramazlar. Genişler bedenimiz, büyür kafamız çıkaramazlar kayalıklarımızdan bizi. Ardından kendi tedavimizi de kendimiz yaparız. Gençlerimiz bu seviyede derin sulara inebilmek için biraz tecrübe kazanmak adına sığ sularda yaşarlar sonrasında gelirler onlarda aşağıya, kayalıkların içindeki yuvalarına…

Kayalar deyip geçmeyin, onlar bizim sırtımızı yasladığımız ana-baba gibidir, kardeş, dost gibidir. Derinliklerin sonsuzluğu ile ürkütücülüğü ile boşluğu ile böyle mücadele ediyoruz. Adeta limanımız kayalıklar bizim. Ana-babanın yerini tutan limanlarımız. Kim istemez değil mi sırtını yaslayacağı kaya gibi ebeveynlerinin olmasını, biz olmayınca da yaşanacağını anlatıyoruz aslında… Olmayınca da yaşanıyor ancak, hani biraz eksik, biraz ürkek, gereğinden fazla yetkin ve gereğinden fazla tedirgin… Kendi göbeğini her daim kesecek kadar becerikli ve cesur. Üçe beşe eyvallah etmeyecek kadar cesur ve de biraz kavruk ve de fazlaca tedbirli, alabildiğine yalın, olabildiğince derin… Bilmediğiniz şeyi özleyemezsiniz, bilmediğiniz tatlar ana sevgisi, babanın güven veren gölgesi.. Bu nedenle bulduğunuz her fırsatta anası babası oluverirsiniz bir ihtiyaç sahibinin, öyle değil mi kendini büyütebilmiş, derin suları mesken yapabilmiş bir orfoz birçoğunu daha büyütebilir.

“Tıpkı bir orfoz gibi sırtımı kayalıklara yaslamalıyım, başka türlü kendimi güvende hissetmiyorum bu evde” dedi çocuk. Öyle üzerimden hep tırlar geçerdi zaten bu en zoruydu... Kayıpları var ancak kayıpların en zoru muğlak kayıpları var dedi iç sesim. Hani anne varmış gibi, baba varmış gibi de aslında yoklar var olan tek şey kocaman boşluk hissi engin mavilikler gibi derin ve uçsuz bucaksız. Ve yapılabilecek en iyi şey tıpkı bir orfoz gibi sırtını kayalıklara yaslamak…

Tıpkı bir orfoz… gibi gün boyu hatta gece sabaha kadar kulaklarımda yankılanan ses… Tıpkı bir orfoz gibi…

Alnı fontların en serti ile çizik çizik yaralı çocuklar, kimi zaman bir orfoz gibi yaşayan tedbirli çocuklar, kader bildikleri Allah’ın cezası döngülerin içinde hayatları her yerlerinden kurşunlanmış yaralı çocukların… Hiçbir mutluluk yok ki, geleceği umuduyla sıkı tutunsunlar hayata, hiçbir beklenti, hiçbir umut… Mümkün sınırları içindeki tüm güzellikler beş beden büyük bünyelerine, kendilerinden önce yazılmış kadim acıların taşıyıcısı yaralı çocuklar. Duraksayıp soramayacakları sorular var onların, kocaman telaşları, Ya yetişmeye çalışıyorlar değişmez sona ya da korkup kaçıyorlar ardında bıraktıklarından… Rotayı korkularının belirledikleri kaçışlar, korkunun kucağına kucağına çekiyor biçareleri, tanrıların elinden ateş çalıp ocaklarını ateşe vermenin telaşında yaralı çocuklar. Farkında olmadıkları lanetli mirasın taşıyıcısı yaralı çocuklar, kader bildikleri kadim alışkanlıkların ruhsuz bedenleri yaralı çocuklar… Hayat bir körebe oyunu her daim sobelendikleri… Senden öncekiler, ondan öncekiler, git diplerin en dibine kim icat etmiş körebesini ailenin bir bak! Senin değil bu oyun desen ne olacak gözleri bağlı koşuyor yaralı çocuklar. Acının ve korkunun kucağına kucağına, daha derin daha büyük yaraların taşıyıcısı ve mirasçısı olduğunu haykırırcasına. Bu güzel çocuklara bir anlatın ne olur… Gözyaşı kuşaklardan mirastır güzelliklere.