“Dağların taşların kabul etmediği”
Hayatımız, alışkanlıklarımız, yapıp - edişlerimiz yeni bir şekle doğru evriliyor. Bu evriliş yeni geleceğin davranış kalıpları olarak kalacağa benzer. Dünya- insan ilişkisi, insan-insan ilişkisi, İnsan-makine ilişkisi, insanın kendisi ile ilişkisi farklılaşıyor.
Dünya-İnsan İlişkisinde: Uzak olanın yakınlaştığı, yakındakinin uzaklaştığı ve silindiği tuhaf yaşantılara doğru gidiliyor. Görüntü gerçek yerine konuyor, gerçekte görüntü seviyesine indiriliyor. Mavi hapı mı içeceksiniz, kırmızı hapı mı? Ne uğruna var olacaksınız? Bir varmış, bir yokmuş evrenine doğru ilerliyoruz. Makinelerin boşa çıkarttığı zamanı başka bilinç seviyesine yükselmek içinde kullanabiliriz, bilincin en aşağı seviyelerine inmek içinde… Çoğunluğun ikincisini tercih edeceğini varsayarsak yeni sosyal- psikolojik problemleri şimdiden öngörmek zorundayız. Sanatta, edebiyatta, karmaşık zihinsel aktiviteler isteyen uğraşılarda ilerleyebilmek arzu edilen olabilir, çoğunluğun böyle süreçlere girmekten imtina edeceği aşikâr… NFT sizi bir tweetle sanatçı yapabilir, başka bir gelecek başka bir tasavvur…
İnsan – İnsan İlişkisinde; eski sıklık ve yakınlıkta görülemeyen dostları ikame ettik, ikame araçlarımız, sanal kimliklerdeki yeni dostlar, risksiz ilişkiler vaat ediyorlar. Çok fazla sorun çıkarmıyorlar, menfaatler ortak var oluşsal kaygılardan kurtulmak için geyik çevriliyor. Yine aynı tehdit, görüntü gerçeğin yerini aldı, gerçekte görüntü olarak algılanıyor. Uzun süredir dile getirdiğim itirazlardan birini yeniden gündeme getirmek mecburiyeti hissetmekteyim; psikolojik ihtiyaçların sanal sosyal ikamesi mümkün değildir. Bu gerçekten kopuşun bedelini nasıl öderiz üzerine kafa yorulması gerekmektedir.
İnsan-Nesne İlişkisi: Aygıtlar sizin yerinize düşünüyor, sizden etkin, birçok sorumluluğu üzerinizden alıyor. Sizin yerinize konuşuyor, konuşma sorumluluğunuz elinizden alındı. Kendinizi ifade etme sorumluluğunuz yok. Bu bacaklar dünyasında yaşadığınız çocukluk döneminizdeki halinize benzemiyor mu? Çokbilmiş yetişkinlerin, sizin yerinize konuştuğu sizin kendinizi ifade edecek kadar kavram ve kelime bilginizin olmadığı ve “aşağılık kompleks” lerimizin temelinin atıldığı o gariban yıllar… Şimdi durum bir tek açıdan farklı biliyoruz ama “feragat” ediyoruz. Konuşmama=çocuksulaşma; kendisi konuşmayı bıraktığı için söyleyecek bir şeyi kalmamış, sadece ve sürekli dinlediği için “söz dinleyen”ler oluyoruz. En gelişmiş modellerimizde bile kavram kısırlığı var. Zihnin kavramlarla geliştiğini unutmayalım. İnsan kendini ifade edebildiği ölçüde bir şeye benzer; yine ne denli kendini ifade etmekten acizse o denli soluktur. Münzevilik eskiden tek tek bireylerin tercihi durumlardı. İçe doğru derinleşmek için yapılan, şimdi ise “kitlesel münzeviliğe” doğru gidiyoruz. İçe doğru büyümek için değil çocuksulaşmak için… Modern zaman taşralıları, eskiden bilinmeyen her elektrikli buluşu hanemize trajik bir ihtiyaç olarak yazıyorlar. Araçların amaçsallaştığı bir dünyada yeni efendilerinize yer açın. Her araç daha az konuşmanız daha az yerinizden kalkmanız, daha az tecrübe edinmeniz demek… Tecrübe gereksizleşirse diploma yeter mi? Sorusuna kafa yormak zorundayız. İş aramayan, okulda olmayan evde oturan gençler hızla artarken (yeni bir tanım NEET gençlik) sebebini buralarda aramak gerekiyor.
İnsanın-Kendisi ile İlişkisi: Beğenilerinin ne istediğinin ne istemediğinin, gerçeğe dönüşmüş görüntülerin, yerine konuşan aygıtların karar verdiği insan, sanal sosyal ortamlarda kendisini tanımayanlardan yine görüntü atıflarını geri-bildirim yerine ikame ederek –mış gibi ilişki kuruyor kendisiyle… Bilinmeyenden bilinmeyene yolculuk… Yapabilirliklerinin de farkında değil “irade” dumura uğramak üzere. Talimatla çalışan, “söz dinleyen”, yönetimi kolay, çizilen sınırlar içinde mutluluk “görüntüsü” veren… Sadece uyanmaması için dua edebiliriz, uyandıklarında yaşanacak kaos korkunç olabilir. Bu bekli de epeydir süren “aydınlanma” uykusunun en derin fazı… İnsanlığa insan borcu olan bir medeniyet(!) inşa ettiler. Hikâyenin hazin tarafı onlar ne yaptıklarının gayet farkındalar…
İrade mi o da ne ki: Dağlara taşlara yüklenilip de kabul edilmeyen, ama insanoğlunun kabul ettiği ve kabul ettiği andan itibaren içinde tanrı parçacığı taşımaya başladığı… O büyük emanetin “irade” olduğunun farkına ne zaman varır insanoğlu? Ve iradesi olan insanın neler yapması gerektiğini ne zaman idrak eder? Yeni gelecekte bu konuya dair kıpırdanışların, kurulmak istenen sistemin bizatihi tehdidi olarak algılanacağını söylersek çok mu distopik bakarız yarınlara? İradeyle, sevgiyle, gerçekle ve yüreğinizle kalın… Yürek; sol tarafınızda hani bazen küt küt atan, yaşadığınızı hatırlatan…