Ruhun “Kadim Bilgiler Ansiklopedisi”dir. Okuyabilsen neler söyler neler… Talih dediğin şey, aklı biraz görmezden geldiğinde dönüverir istediğin ve istemediğin yönlere. O nasıl bir terazidir bir bilsen… Topuzunu kaçırmaman gerektiğini ancak otuzlu yaşlara kadar öğrenirsin ve o öğrenmeye fazlaca güvenemezsin. Oyunun tekrar tekrar başa döndüğüne hep tanıklık edeceksin. Bu işte, unutkanlıkla malul olan hafıza; bu işte seçip, damıtıp, ihtiyaçlarına uygun kayıt tutan hafıza… Hep kötüyü kayıt tutan hafıza sahibine de kötülük eder farkında olmadan, karartır geçmişle birlikte geleceği… Gel gör ki acılar sevinçlere hep denktir ömür denen yolculukta.
Kantarın topuzu neden kaçar bilir misin acıdan yana? Minik ödüllerle gam yükü olmanın iyi bir şey olduğuna inandırılmış olabilir insan. Öğrendiği insanlar sadece acıyı öğretmiş olabilir. Acemisidir belki mutlu olmanın, yüzünde tebessüm durmuyor düşüveriyordur belki, belki bir fotoğrafçı kaderi olacak bir fotoğrafını çekmiştir de öylece silimsiz belleğe kaydını düşmüştür. İradesini görmezden gelmeyi ve edilgenliği öğretmişlerdir belki ve “böyle bu hayat değişmez” filan gibi cilalı sözlerle şiirler yazdırmışlardır. Edebiyatçısı, sanatçısı üretmiyordur belki. Yaşaya geldiği toplumda, sadece paraya odaklı, acıları kanırtarak, insanları ağlatarak kolay yoldan para kazanıyorlardır. Kendi mucizesine küstürmüşlerdir belki, o mucize ile tanışmasından korkuyorlardır. Kendine bakmasına izin vermiyorlar, tanımladıkları üzerinden veryansın ediyorlardır. Topyekün düşünsel bir sefaletin içindedirler kuvvetle muhtemel ama emin ol acılar huzura, mutluluğa galebe çalmıyordur.
Bunca adaletsiz değildir bu devran…
Doğrusunu yanlıştan ayıracağı ölçü aletleri yoktur elinde, bir başınadır belki zehrini akıtamaz bir yerlere… Kopmuştur duygusal bağlar, içinde yaşadığı toplum yalnızlaşmıştır. Farkında değildir, bireyciliğin, yalnızca canlılığını ve duygusal bağlarını yitirmiş toplumlarda ortaya çıktığının… Kökü zarar gören ağaç misali beslenmiyorsa dallar, yapraklar seyrelir meyveler tek tük düşer dallara, sonra uydurma bir medeniyet (!) inşa edip hastalıklarını kutsarlar. Yani kök gövdeye, gövde dallara, dallar yapraklar küsmüştür belki, kimse demez beslenmediğin için böyle diye, onlarda şiir yazar hastalıklarına…
Yaşanan acı durumlarının ve kötü hadiselerin öğretici taraflarını göz ardı etmek adeta bir alışkanlığa dönüşmüştür ve belki o kadar kalabalıktır ki etrafı kendisinden başka herkes sahiplenmiştir kendisine ait olan yakıcı duyguları… Bir dağ başında oturup heyhat! İle başlayan içsel konuşmalar yapmamış, yapılacağından da haberdar olmamıştır… Onun yerine taşınmıştır yükler, acılar, kötülükler ve sadece tanıklık etmiştir yaşam zorluklarına. Bir ara bir ses duymuştur içinde “ne kadar zor, bir başıma olsam asla yapamazdım” diye… Öğretici kötü, öğretmemiş korkutmuştur. Talep ettiği için değil çok sevildiği(!) için, olgunlaşma yolu kapatılmış, korku girdaplarının içine atılmıştır.
Neler olur öğretici kötü fırsatını kaçıranın/kaçırtılanın hayatında; genel bir memnuniyetsizlik, olumsuz duyguları dönüştürebilme becerisinde yetersizlik, genel bir yetersizlik hali ve düşük özgüven, üretken değil yıkıcı eleştiri, karamsarlık, harekete geçmede yavaşlık, erteleme … Vesaire vesaire. Onlar mı onlar işte çok sevildiler sözüm ona, büyükleri kendileri için “düşsel gül bahçeleri” inşa etti, şimdi acıdan kaçıyorlar… Kurşundan kaçar gibi, çok korkuyorlar, sürekli tetikteler… Acıların ve korkuların içinden geçip sınırları ile yüzleşen zafer kazanmış kumandanlar yok artık. Kurgu hikayelerin sanal kahramanları acıdan kurşundan kaçar gibi kaçıyorlar. Onlara kötünün öğretici güzelliği hiç gösterilmedi.
Yağmur şiddetini artırıyor Aydora üşüdüysen geri dönelim…
Çocukken yağmur altında ıslandığımda üşütürsün hasta olursun diyenlere pek aldırış etmezdim. İçinde yaşadığımız ve bir bütün olduğumuzu genellikle unuttuğumuz doğanın elleriydi her bir yağmur damlası ve ben onunla konuşurken neden hasta olacağımı hiç anlamazdım.
Ben de bunun için mi seviyorum yağmurları Çolpan Ana, babamın elleri geliyor aklıma demiştim ya…