1990 öncesinde televizyon yayınları illerdeki vericilere iletimi ancak off-air tekniği ile yani merkezden iletilen yayın bir başka hâkim tepedeki vericiye iletilerek gerçekleştiriliyordu. Bu zahmetli, zor, kalitesi düşük ve ekonomik olmayan bir iletim şekliydi. Uyduların birçok lokasyonda hizmete girmesi ve güçlerinin yükselmesi, alış çanak çaplarının azalmasıyla analog TV yayınları off-air yerine daha pratik ve verimli olan yönteme geçti. Uydudan alınan yayınların vericilere daha rasyonel şekilde iletilmesi sağlandı.
Günümüzde sıkıştırma teknikleri değişse de yayınlar benzer bir şekilde analog televizyon ve radyo vericilerine iletiliyor. Bilindiği gibi uydular açık kaynaklı geniş coğrafyalara transmisyon yapan araçlardır. İşletme ve bakımları, korunmaları profesyonel ekipler tarafından 7/24 olarak yapılmaktadır. Uydulara erişim ve yayınların iletiminde ilgili yayın kuruluşu tarafından tahsis edilen iletim frekansı ve band genişliğindeki kapasite önemlidir. Bu kapasiteye bağlı olarak yayınları uyduya iletilmektedir. Uyduya ulaşan yayınlar, düşük alış frekansından izleyiciye direkt düşük çaplı çanak antenlerle alma imkânı sağlar. Aynı zamanda yayın kuruluşlarının da karasal televizyon ve radyo yayınları için vericilerinde kullanılır. Yayınlar ayrıca uydu platformları, kablo ve diğer iletim mecralarına da bu kaynaktan iletilmektedir.
Bu yöntem uydu yayın güvenliğini de gündeme getirmektedir. Bir yayıncı kendisine tahsis edilen kapasiteye uplink sistemi ile erişebiliyorsa art niyetli kişi ya da kişiler benzer şekilde mobil SNG ya da ENG araç ve cihazlarla uyduya erişebilir. Yayınları bloke edebilir. Bu durum stratejik olarak kabul edilemez. Çünkü kaba bir hesapla uydudan yayın alan platformların abone sayılarına bakacak olursak toplam 5 milyon abone vardır. Bu da Türkiye’deki hane sayısının 1/4'üne tekabül eder. Dahası, direkt çanak antenlerle yayın alan izleyicileri de dahil edildiğinde bu oranın çok daha yüksek olduğunu göreceksiniz. Buna karasal televizyon ve radyo yayınlarını da ilave edince kesintinin büyüklüğü siz tahayyül edin.
Özetle Türkiye’de uydudan yayın iletim oranı %97’den az değildir. Bir uydu arızası ya da maksatlı girişimin sonuçları da çok ağır ve kabul edilemez olacaktır. Peki yayıncılar ve platform işletmecileri ya da rebroadcast yapan internet işletmecileri nasıl bir tedbir almalı, neler yapmalı?
Maalesef bir uydu arızasında direkt uydudan yayın alan izleyiciler sonuçlara katlanmak zorunda kalacak ve bunların oranı ise 4/3’ten az değildir. Peki diğerleri yani uydu platform işletmecileri neler yapmalı? Bu platformların abone sayıları ise neredeyse 6 milyon sınırında bunların içinde rebroadcast yapan tek bir platformun abone sayısı ise 2,5 milyondan az değil. TiviBu ve Türksat’ın işlettiği analog ve dijital kablo yayınları ilave edildiğinde sayı biraz daha yükselecek.
Tablo iç açıcı değil. Ancak bir kısım tedbirler de alınarak bu karamsar ve tehlikeli tablo az da olsa hafifletilebilir. En kolay ve güvenli çözüm bahse konu uydudan yayın alarak rebroadcast yapan işletmeciler mevcut yöntemi yani uydudan yayın alarak tekrar aynı ya da başka lokasyondaki uyduya iletmeleri birincil değil ikincil bir kaynak olarak tanımlaması. Bu işleri biraz daha kolaylaştırıp güvenli hale getirecektir.
Birincil kaynak ise doğrudan yayın kuruluşundan gelecek yayınların fiberoptik hatlar ve/veya karasal linklerle (aynı bölgede ve coğrafi engel yoksa) ilgili platforma doğrudan iletmek. Bu yöntem sorunu tam olarak çözmese de en azından toplam hanelerin yaklaşık 1/3’ünde yayınların devam etmesine imkân sağlayacaktır. Bu yöntem yayın güvenliğini tam olarak sağlamasa da iletimin devamı için lüzumlu olacaktır.
Söz konusu yöntem halihazırda az da olsa bazı yayıncılar tarafından kullanılmaktadır. Bu tip yayıncıların sayısı 3/5’i geçmemektedir. Halbuki yayınların tamamının fiber optik hatlarla iletilmesi sorunu en azından hafifletecektir. Yakın gelecekte iletişim güvenliğinin fiber hatlar için de gündeme geleceğini tahmin ediyorum.
Günümüzde akla gelen her türlü iletimin hızla internete evrildiğini görüyoruz. İnternet olmadan her şeyin işlevsiz olmaya başladı. Endüstri 4.0 ve otonom sistemlerin de aktif olarak sisteme dahil olmasıyla iletişim güvenliği vaz geçilmez olacaktır. Bir adım ötesi ise topa tüfeğe gerek olmaksızın ülkeler ve ekonomileri zor duruma düşürülebilecektir.
Yakın gelecekte ülkeler fiziksel sınırlarını korumak için aldığı önlemlerden daha çok internet ve internet ağlarını korumak için esaslı ve güçlü tedbirler almak zorunda kalacaklardır. Kısaca, hemen her şeyin internet üzerinden yapıldığı günümüzde yapılacak ataklarla sistemleri bloke etmek, kilitlemek mümkün hale gelebilecektir. Bu nedenle ilgililere ve tedbirleri geliştirecek üniversitelere büyük görev düştüğünü düşünüyoruz.