Bu kez yolumuz İngiltere’ye, Maidenhead’e düştü. Burası ufak bir kasaba ama çoğu teknoloji devleri tarafından mekân bellenmiş. Maidenhead, Londra Paddinton istasyonundan 5-10 durak ötesinde Thames nehri kıyısında şirin bir kasaba. Buraya gelmeme sebep olan ve aynı zamanda referansım da olan BNR’ın[1] yazılım ekibinin başındaki Chris Burke. Onun önerdiği milletlerarası sayısal santral (DMS-300) projesinde çalışmaya başladım.
Birkaç günlük otelde kalma serüveninin ardından her hafta cuma günleri yayınlanan yöresel gazetenin ilan sayfalarından bir ev buldum. Ev sahibim aynı zamanda belediye meclis üyesiydi ve binanın giriş katında oturuyordu. Ben ise en üst katta da kalmaya başladım. Ev sahibinin benden bir talebi vardı. Saat 22:00’den sonra asla banyo yapılmayacak, sifon çekilmeyecek!..
İş yerinde genç bir patronum var. Benden yazılımın ardından test hazırlamamı talep etti. İngiltere’de mesailer esnek. Size bir haftalık ödev veriyorlar ve hafta içinde şu saat gelmişsin, bu saat gitmişsin sorgulamıyorlar. Hafta sonu cuma öğleden sonraları haftalık toplantıda verilen ödevler yapılmış mı, yapılmamış mı? Bu kontrol ediliyor.
Ben de zaman zaman işe geç gelip, erken gitsem de çarşambadan itibaren çalışma hızı ve mesaimi arttırıyordum. Bizim grupta olmamasına karşın Türkiye’de de sayısal santrallerde (DMS-100) çalıştığı için arkadaşım olan Clive Clancy bizim gruba gel diye ısrar edip duruyor. ASELSAN’da tanıştığımız kız arkadaşımla da nişanlıyız. O da ha bire “Türkiye ye dön, ben oralara gitmem” diyor. Doğrusu iki arada bir derede kalmışlığı yaşıyorum.
Bu arada Türkiye’de olduğu gibi iş yerindeki arkadaşlarımın sorunlarına da çözümler üretiyorum. Güney Afrika’ya eşiyle beraber tatile giden İskoç kökenli yan masa arkadaşımın eşi tatilde birine âşık olunca bizimkini terk etmiş. Diğerleri pek ilgilenmedi ama ben ilgilenince ara ara masama gelip ağlamaklı gözlerle olayları anlatıyor bana, eşinin fotoğraflarını gösterip iç geçiriyor. Tabii biz de ona teselli amaçlı “Sen burada istediğin kızla evlenirsin” diyoruz.
Gazete ilanlarından kaldığım evin fiyatından 1/3 fiyatına bir ev buldum. Ona taşındım. Koyu Katolik ev sahibim bayan tüm odaları Hz. İsa ve Hz. Meryem resimleri ve tablolarıyla doldurmuş, dış kapımızda da koca bir metal haç figürü. Akşam yattığımda duvardan anormal bir gürültü geliyor. Anladım ki oda duvarı ince bir kaplamayla örtülmüş, gelen ise duvarın arkasındaki kalorifer kombisinin gürültüsü. Verdiğim parayı yakarak bir Hindistanlının aşağı yukarı aynı fiyattaki evine taşındım. Bu kez iş yerindeki arkadaşlar “Ne yaptın sen?” dediler. “Onların evinin içindeki ağır kokudan dolayı oturamazsın” diye uyardılar. Hakikaten de öyle oldu. Ağır bir koku odamı, koridorları her yeri sarmıştı. Bir sonraki cumaya kadar sabredip bekledim. Bu kez telefonda karşımdaki bir İngiliz’di. Maidenhead’ın seyyar satıcılarının pazarının yanındaki otobüs durağında buluşalım dedik. Adama “Ben seni nasıl tanıyacağım, eğer durakta birden fazla kişi varsa?” diye sordum. Cevabı “Oraya gel, en uzun boylu kimse o benim” dedi. Hakikaten durağa gittiğimde nerdeyse durağın üst pervazına kafası değecek biri ayakta duruyordu. Yanına yanaşıp sordum, evet oymuş. Ev hemen durağın arkasındaymış. Ev güzeldi, ayrıca şehir merkezindeydi. Adamla kaynaştık, akşamları tarihten dini konulardan sohbetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Sırayla yemek yapma kararı aldık. Akşam eve geldiğimde sıcak suyun içinde kaynamış pırasaları önüme koydu. Dedim ki “Bana müsaade et ben sana bir pırasa yemeği yapayım”. Çarşı yakındı gittim. Az havuç, yağ, biraz pirinç, limon vs. alıp döndüm. Yarım saat sonra önüne koyduğumda az kalsın küçük parmağını yiyecekti. Bu ne nefis yemek diye. Sonrasında maalesef yemek işi benim sırtımda kaldı.
İş yerimiz öğle yemeklerini veriyordu. Bol çeşitli yemeklerden bana uygun olanı seçiyordum. İş yerinde sportif faaliyetler için salon, duş almak için kabin her şey mevcuttu. Hazırladığımız testleri yazılımı tamamlanan modüllere uygulayıp geri dönüşleri yazılımcı arkadaşlara iletiyorduk.
Özellikle santral translationu konusunda fena olmadığım için zaman zaman Clive gelip yardım rica ediyordu. O da iyi bir ekip kurma derdindeydi. Yeni ev almış, evi nerden baksanız 100 yılı geçkin tuğlalı bir ev. Clive evleneceğini söyledi. Hafta sonu birlikte evine gittik. İçerisini elden geçirtiyordu. Dışına belediye müdahil ettirmiyormuş. Tesisatları yeniletiyordu.
O dönem zaman zaman iş ilanlarına da bakıyordum. Londra merkezli bir firma Nortel ürünlerini bilen eleman arıyormuş. Rakam da cazipti. Onlarla bir görüşme yaptım, ancak nihayetinde anlaşamadık, maceraya atılmayı severim ama değmeyecek avantajları vardı. Çünkü Londra’nın merkezinde hayat daha pahalıydı.
Sürecin devamı artık düğün yapma zamanı geliyordu. Yılbaşı için Türkiye’ye geldiğimde eşim olacak nişanlımla son bir kez daha görüştük ve ikna edemeyince İngiltere maceram da bitmiş oldu. Sırada NETAŞ vardı artık...
[1] BNR: Bell Northern Research, Alexander Graham Bell’in firması