HAZIRLIKLI OLMALIYIZ!!!

Fırsatlar ya da riskler ülkemizin kapısına dayandığında, hazırlıklı olmalıyız.

Tecrübeli devlet olmak budur. Tedbirli bir millet olmak bunu gerektirir.

Müdebbir milletlerin devletleri de tedbirli olur.

Adeta yüzüne ışık tutulmuş tavşan gibi donup kalmamalıyız.

Ülkemiz için 21.nci yüzyıl fırsatların ve risklerin fazla olduğu bir yüzyıldır.

Türkiye olarak ayağımıza gelen fırsatları riske mi çeviriyoruz yoksa avantaja mı çeviriyoruz? Başka bir bakış açısıyla da kapımıza gelen riskleri fırsata mı çeviriyoruz yoksa sorun yumağına mı?

Bunu anlayabilmek için aşağıda birkaç örnek vereceğim.

Birinci ve en önemli GÜNCEL örneğim;

SSCB’nin dağıldığı 90’lı yıllardı. Aralık 1991’de SSCB dağıldığında 5 adet yeni Türk Cumhuriyeti bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Dünya sahnesine çıkmışlardı. Bu güzide ülkeleri ilk tanıyan ülke Türkiye Cumhuriyeti olmuştu.

Peki devlet olarak bu ülkeleri tanımak dışında, heybemizde neler vardı. Bu gencecik Türk Cumhuriyetleri için, Türkiye Cumhuriyeti olarak, bağımsızlık öncesi yıllarda, siyasi, kültürel, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik hazırlık dosyaları için ne gibi hazırlıklar yapmıştık?

90’lı yıllardan sonraki son 30 yılda dağılan SSCB coğrafyasındaki gelişmelere baktığımızda, kayda değer hazırlıklar yapılmadığını görebiliyoruz. Bu cumhuriyetler kurulalı 30 yıl oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk bu konuyla ilgili 1920’li yıllarda aşağıdaki vizyonunu ve talimatını devlet kurumlarına verdi:

Atatürk, söylemekten çok yapmıştır. Özellikle Türk İstiklal Savaşı sırasında dostluk kurduğu Sovyetler Birliği’nin karşı politikalarını engellemek amacıyla titiz ve dikkatli davranmıştır. Şu sözleri ne kadar açıktır:

“Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir… Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan imparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün, elinde tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilir. Dünya, yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir! Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalayamaya hazır olmalıyız!

Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır… Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak!.. Dil, bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür!.. Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; bizim onlara yaklaşmamız gerekli… Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette biz!” (1)

Atatürk’ün bu sözleri, bir dilek ve temenni olarak kalmadı, gerçekleşmesi için güçlü adımlar atıldı.

• Türkiyat Enstitüsü kuruldu.

• Türk Dilini Tetkik Cemiyeti kuruldu.

• Türk Tarih Kurumu kuruldu ve Tarih Kongreleri toplandı.

Hamasetten ve siyasetten bağımsız olarak şu soruyu sormamız gerekiyor hepimizin; Atatürk’ün verdiği yukardaki talimatı, devlet kademeleri olarak, bürokrasi, ilgili tüm bakanlıklar, hükümetler, velhasıl tüm kademeler ne kadar uyguladık? Kanaatimce Atatürk ebediyete intikal ettikten sonra bu vizyon ve talimat da arşivin tozlu raflarına kalktı. Elbette iyi niyetli birçok görevli insan ve hükümetler, bu vizyonu hayata geçirmek için çaba sarf etti. Ama bu çabalar devlet olmanın gereği gibi bilimsel, sürdürülebilir, ayağı yere basan bir proje olarak, yani bir devlet politikası olarak yapılamadı. Oysa Batı Almanya’nın Doğu Almanya ile birleşmesinde böyle olmadı. Almanlar bu birleşmenin tüm altyapısını fırsat kapılarına dayanmadan hazırlamışlardı. Muhteşem bir birleşme operasyonu yaptı Alman devlet aklı 90’lı yıllarda.

Son yıllarda Devletimiz sonuç odaklı aksiyonlar alıyor. Örneğin Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) örgütünün daha aktif hale getirilmesi daha sağlam temellere oturtulması, sürdürülebilir bir çerçevede faaliyet yapabilmesi için organizasyona proaktif bir yapı kazandırılmaktadır.

Oysa bu yapı evrilmesinin ilk kuruluşta yapılması çok faydalı olurdu. Bu yılın ocak ayında Kazakistan’da yaşanan olaylarda, Rusya’nın bu tip olayları öngörüp, o’na göre 1992 şekillendirdiği ve kurduğu Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün etkisini hep beraber izledik. Türk Devlet Teşkilatı’da ilk kurulduğu zaman bu tip maddeleri kuruluş esaslarına koysa idi belki de Kazakistan’a TDT müdahale edebilirdi. Yine de bir büyüktür sıfırdan.

İkinci örneğim EURO bölgesi kurulurken; İngiltere’nin Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen milli para birimi olan Sterlin’den vazgeçmemesi ve EUR para birimine girmemesi. EURO bölgesi kurulduktan sonra 2008 Dünya Finansal Krizi yaşandığında Yunanistan’ın düştüğü büyük ekonomik buhran İngiltere Devlet Aklının verdiği kararın ne kadar isabetli olduğunun en büyük göstergesidir. Milli para basma Devletlerin egemenlik göstergesidir. Eğer ki Yunanistan kendi milli parasından vazgeçmemiş olsaydı 2008 krizinden çok rahat çıkabilir, topraklarını ve işletmelerini Almanya’nın kurduğu Düyun-u Umumiye’ye vermezdi. Ülke 400 milyar EUR borçlanmıştı. Çünkü para basma egemenlik hakkını Avrupa Birliği Merkez Bankası’na devretmişti EURO bölgesine girerken. Avrupa Merkez Bankası’da parayı borç olarak vermişti.

Üçüncü örneğim Ukrayna.

Aralık 1991 yılında bir araya gelen Belarus, Ukrayna ve Rusya başkanları Sovyetler Birliği'ni feshettiklerini ve bunun yerine Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kurulduğunu açıkladılar.

SSCB’nin resmi olarak dağılmasına karar veren üç ülkeden biridir Ukrayna. Sonrasında ABD ve Rusya Federasyonu nükleer silahların azaltılması antlaşmasında Ukrayna Devlet aklını ikna ederek, bu ülkenin elinde bulunan nükleer başlıkları Rusya’ya vermesini sağladılar. O günden bugüne geldiğimizde Ukrayna’nın elinde nükleer silahlar olsaydı yani Rusya’ya vermemiş olsaydı, Rusya Ukrayna’yı işgal edebilir miydi? Ya da Ukrayna Rusya’ya karşı savaşında yalnız kalır mıydı sizce? Cevabı sorunun içinde saklı. 90’lı yıllardaki Ukrayna Devlet aklının öngörüsüzlüğünün cefasını, şimdi ki Devlet yönetimi ve Ukrayna Halkı çekiyor.

Bu üç örnekten sonra gelelim ülkemizin Enerji politikalarına. Ülkemizin ilk nükleer santralini kim yapmaktadır? Rusya. Ülkemiz en çok doğalgazı hangi ülkeden almaktadır? Rusya. Peki Sinop’ta yapılması planlanan ikinci nükleer santraline kim taliptir? Rusya. Buraya bir cümle daha eklemek istiyorum. Ülkemizin yüksek irtifa hava savunma füze ihtiyacı hangi ülkeden sağlanmıştır? Rusya. Peki küçücük bir cümle daha ilave edeceğim. Anadolu coğrafyamızın kuzeyinde, güneyinde ve doğusunda hangi ülke hegemonyası var? Rusya.

Ukrayna’yı işgal eden Rusya’ya Avrupa Birliği ülkeleri tam anlamıyla neden karşı duramadılar? Çünkü doğalgaz ihtiyaçlarının ortalama %65’ini Rusya’dan karşılıyor bu birlik.

Şimdi soru şu: Yarın bir gün, soğuk bir kış günü, Rusya ülkemizden olmayacak bir şey istediğinde devlet olarak ne yapacağız? Avrupa Birliği gibi Rusya’nın nobranlıklarını, saldırgan ve ilkel 1800’lü yılları model alan emperyalist siyasetinin isteklerine boyun mu eğeceğiz? Ukrayna’yı tüm dünyanın gözü önünde nobran bir alaycılıkla işgal eden Rusya’ya Dünya devletleri hiç birşey yapamadı. Ki Ukrayna ile Avrupa Devletleri dindaş bu arada. Türkiye’ye böyle bir yaklaşım olsa kimbilir bize yardıma kim gelir? Cevabını ben vereyim: Hiç kimse. Gelenlerde ganimet için gelirler. Osmanlı’nın son yılları ve şanlı Kurtuluş Savaşımızda yaşadıklarımız dün gibi önümüzde duruyor. Rusya lideri Stalin ile İngiltere lideri Churchill’in Yalta Konferansı’nda bir kafe de bir peçete üzerinde ülkemizi paylaşma planlarını unutmamalıyız.

“Coğrafya kaderdir” deyişini tersyüz etmeliyiz.

Bu kadar tarihi bilgiden sonra esas meseleye gelelim: Stratejik olarak bu kadar riskimiz olsa da elbet umutsuzluğa kapılmadan kendi göbeğimizi kendimiz kesebiliriz atalarımızın yaptığı gibi. Atalarımızın zamanında konvansiyonel güçle her şey çözülürken, 21. yüzyılda güç evrimleşti, güç yapı değiştirdi. Artık konvansiyonel savunma araçları ilkel kaldı. Nasıl ki tarihte ok ve yayın yerini barutlu silahlar aldıysa şimdi de güç bambaşka bir şekle büründü. Artık güç denilen şey: BİLGİ’dir. Bilgi kimdeyse güç de ondadır. Yumuşak güç. Özellikle savunma sanayinde bu stratejiyi çok güzel uyguluyoruz son yıllarda. Konvansiyonel güçle soft gücü harmanlıyoruz. Türk İHA ve SİHA’ları birçok askeri otoriteden tam not almaktadır. 2021 Eylül’ünde Azerbaycan Karabağ Bölgesi’nin Ermenistan’dan alandığı savaşın kaderini Türk İHA ve SİHA’ları belirlemiştir. Ülkemizin İHA ve SİHA stratejisi, kıt kaynaklarla boyutu küçük ama işlevi yüksek vurucu güç teşkil etmesi üzerine tesis edilmiştir. Milyarlarca dolar verip savaş uçakları alınması yerine (çünkü savaş uçaklarının da güç dengesine etkisi yakın tarihte bitecektir) hibrid savaşlara daha uygun modellemeler yapılması bir BİLGİ gücüdür. Bu güç Türk yazılım, bilişim kaynağının ve sektörünün gücüdür. İşte tam da bunun için, amasız ve fakatsız, yerli ve milli yazılım bilişim savunma ve enerji sektörlerine hep beraber sahip çıkmalıyız.

Savunma sanayinde olduğu gibi Enerji Sektörü ve stratejilerini de baştan aşağı revizyona, inovasyona adına ne derseniz diyin değişikliğe tabi tutmalıyız. Öncelikle enerji tedarikçi listemizde Rusya’nın payını hızlıca %20’nin altına çekmeliyiz. Rusya bize maksimum %20’lik konuşabilsin daha ötesi yok onlar için. Aslında tedarikçi listesindeki ülkelerin her biri için bu geçerli olmalıdır. Herhangi bir tedarikçi ülkenin ülkemiz enerji ihtiyacını karşılama payı maksimum %20 olmalıdır. Pandemi sonrası ve Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde uluslararası enerji fiyatlarındaki fahiş ve dengesiz ve acımasız artışı izliyoruz, acı olarak faturalımızla yaşıyoruz. Enerji ihtiyacı 21. yüzyıl vatandaşları için insani bir hak olup, hayati bir öneme sahiptir, su gibi hava gibi. Dolayısıyla akıllı devletler- devlet aklı burada devreye girmesi lazım. 10-20-30-40 ve 50 yıllık enerji talep ve arz ihtiyaçlarımız modellenerek eyleme geçilmesi gerekmektedir. Tedarikçi riski taşımak zorunda değildir ülkemiz. Kaldı ki, enerji ithalatı yerine, enerji üretim modellemesi hepsinden değerlidir. Fosil yakıtlardan uzaklaşarak, yeşil enerji için bilimin gücüne başvurmamız gerekmektedir. Yani yine bilişim yazılım Ar-Ge demektir bu. Yeni enerji kaynağı icat etmemiz ve uzun ömürlü enerji depolama yöntemleri ve pilleri icat etmemiz gerekmektedir. İşte bunu icat eden ülke tam bağımsız bir ülke olma tapusunu almış olur.

Tam bağımsız Türkiye için hep beraber kolları sıvayalım. Gelecek nesillerin duasını şimdiden hak etme yoluna düşelim.

Tam bağımsız bir ülke olmanın yolu GÜÇ’ten geçmektedir. Güç ise BİLİM’den geçmektedir. Gücümüzün kaynağı BİLİM’se eğer bize havada karada ölüm yok artık. Gerisi laf-ı güzaftır.

İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Avrasya Devleti, 2. Basım 1999, s 31