Anılara kaldığım yerden devam edelim. NETAŞ hayallerimdeki firmaydı. İş teklifini yapan müdürümüz ile Başkent’te baş başa konuştuk. “Ankara/Doğu bölge diye bir bölge kuracağız, Nortel elemanı ülkesine dönünce oranın da sorumlusu seni yapacağız” diyerek güzel bir teklifte bulundu.
Başlangıçta her şey bize söylediği gibi gidiyordu. Bizi önce İstanbul’da istihdam ettiler. Üsküdar’da binaların arkasında kalmış bir otelde kalmaya başladık. Ümit isimli bir arkadaşımız NETAŞ yönetimine itiraz etti; “Neden Nortel’in İngiltere ekibi Suadiye Caddesindeki Residence’da kalıyor da biz bu otel de kalıyoruz.” Talebimizde ısrar edince bizi de o residence aldılar. 3’er kişilik dairelere yerleştik.
Dairemde kalanların ben dahil Ankara ile gönül bağı devam ediyordu. Kimimiz nişanlı, kimimiz sözlü idi, benim ise gönül bağım vardı. Hafta sonu bir ben kalıyordum İstanbul’da. Diğerleri fırsat bulur bulmaz Ankara’ya dönüyor, pazartesi sabahı mesaiye yetişiyorlardı. NETAŞ bize “İster dışarda yiyin ister yemeğinizi kendiniz yapın tüm masraflarınızı karşılayacağız” dedi. Biz de zaman zaman evde, zaman zaman da dışarıda yiyorduk yemeğimizi. Bu arada NETAŞ santral sayısı büyüdükçe bakım, test için hem Ankara hem de İstanbul’a sürekli eleman almaya devam ediyordu. Ankara için işe başlayan elemanlara kaldığımız yerde ek bir daire daha tutuldu.
Ben biraz daha tecrübeli olduğum için Ankara’ya hafta içinde daha sık gidebiliyordum. Ankara sorumlusu Nortel’den Nabil Chair’di. Nabil aslen Cezayir kökenliydi. Soyadı aslında Şair imiş ama İngiliz vatandaşı olunca o kelimeye en yakın İngilizce kelime “Chair” olduğu için soyadını değiştirmiş. Nabil ağırkanlı, zayıf hafif sakallı, uyumlu bir arkadaştı. Eşi İrlandalı Rose Mary ise daha sıcakkanlı ve samimiydi. Nabil ile birlikte TT santrallerini dolaşıyor sorunları çözmeye çalışıyorduk.
Nabil şimdiki Hilton otelinin olduğu yerde (Tahran Caddesi) bir daire de kalıyordu. Bir süre sonra İrlanda’dan kayınvalidesi de geldi. O sıra Ulaştırma bakanımız Veysel Atasoy Zonguldaklıydı. Ve Zonguldak’ta azımsanmayacak sayıda DMS santrali kuruluyordu. Ben de biraz Zonguldaklı olduğum için Zonguldak’taki santralde çıkan arıza için Nabil, eşi ve kayınvalidesiyle birlikte çıktık. Arızayı hallettikten sonra rıhtımdaki balık restoranlara takılıp dönüş yolunda da Zonguldak’ın meşhur yedigöllerine götürdüm. Çok hayran kaldılar.
Şimdiki eşimin nişan merasimine onları da davet ettim. Özellikle Türk adetleri Rose Mary’nin bir hayli dikkatini çekti.
Ulus santralinde bir arıza çıktığında yine Nabil ile birlikte gittik. Arızayı kısa sürede giderdik. Ulus Telekom’un 4. katındaki ofisin salonunda dinlenme çayı içerken Nabil’in dikkatini köşedeki masa tenisi çekti. “Oynayan var mı” diye sorunca Telekom’un santral amiri Çelebi Bey büyük bir özgüvenle “Gel oynayalım, isterseniz baklavasına da oynarım” dedi.
Çelebi Bey, yeneceğinden emin gibi başladı oyuna. Ama sonuçlar hiç de istediği gibi gitmiyordu. Masa tenisi 3 seansta 3-0 bitti. Çelebi Bey rakibini tebrik ederken çoktan baklava siparişini vermişti. Baklavaları yerken Çelebi, Nabil’i kastederek “Bayağı iyi oynuyormuş” dedi. Nabil de gayet sakin bir şekilde “Ben başlangıçta söylemedim ama Cezayir Masa Tenisi Milli Takımındaydım, ülke birinciliği madalyam var” cevabını verdi. Çelebi kiminle mücadele ettiğini biraz geç anlamış, maliyeti de yüksek olmuştu!
Tekrar İstanbul’a döndüm. O kış çok sert geçiyordu. Ümraniye’deki iş yerine gitmeden önce her zamanki gibi o meşhur- halen arkadaşlarım o kahvaltı sofralarını anlatırlar- kahvaltılarımdan birini hazırladım. Diğer iki arkadaşımı uyandırmak istedim ama birisi çok uykucuydu ve bana “Zuhuri ben kalkamayacağım, uyuyacağım” dedi. Kahvaltımızı diğer arkadaşla yapıp servise yetiştik. Suadiye caddesi bembeyaz karla dolmuştu. Zar-zor da olsa Alemdağ caddesine çıkıp NETAŞ’a ulaştık. Ama kar bir türlü dinmek bilmiyordu. Öğleden sonra İstanbul Valiliği olağanüstü hal durumu ilan etti. Dolmuşlar, otobüsler, taksiler şehir içinde çalışamaz hale geldi. NETAŞ da servisleri saat 15:00 gibi kaldıracağını anons etti. Her gece saat 24:00’e kadar yaptığımız ETAS nöbetinde sıra evde uyumaya devam eden arkadaşıma gelmişti. Direktörümüz aynı evde kaldığımız için arkadaşımı sordu. “Bu akşam nöbetçi” diye de belirtti. Ben de evi aradım. Arkadaşın hala yatakta olduğu sesinin tonundan belliydi. Yalvarmaya başladı; “Ne olur Zuhuri, bu gece sen tutuver bu nöbeti. Zaten Ümraniye’ye taksi çıkmıyor vs…” Çaresiz kabul ettim. O gece kaldık nöbete. Her yer soğuk ve ben de bir DMS santral salonunun içine geçtim ki hiç olmazsa işlemcilerin yaydığı ısıdan istifade edeyim. Gece yarısı NETAŞ direktörümüz Said Bey aradı. Bu koşullarda bile nöbetçi kaldığını öğrenince mutlu oldu. Sabaha kadar uyumadan kaldım. Ertesi gün sabah servisiyle eve döner uykumu alırım diye kendimi avutuyordum ama beni yeni bir sürpriz bekliyordu. Servisler akşam mesai bitene kadar (18:00) fabrikada kalacakmış. Çaresiz akşama kadar yine NETAŞ’ta kaldım. Üst üste iki gün devam ettiğim mesaimi saat 19:00 civarında eve giderek tamamlamış oldum.
Ankara’ya döndüğümde Nabil bana “Gel birlikte bir cafeye gidelim” dedi. Tunalı Hilmi de bir yere oturduk. Kahvelerimizi yudumlarken ban “Zuhuri, sana bir kötü haberim var. Seni bölge sorumlusu yapmayacaklar, başka birini yapmayı düşünüyorlar” deyince bir hayli canım sıkıldı.