ÜRETMEK Mİ? MARKALAŞMAK MI?

Teknolojinin gelişimine paralel dünya üzerindeki her bölgeye erişimin de süresi kısaldı. İletişim ve lojistik teknolojilerindeki ilerleme sayesinde dünyanın her noktasına kolaylıkla ve kısa zamanda erişebildiğimiz gibi ürün sevkiyatları da yapabiliyoruz. Özellikle insan yoğunluğunun yüksek olduğu bölgelere yapılan ulaşım yatırımları sayesinde gerek yolcu gerekse ürün sevkiyatı çok çeşitli ve hızla gerçekleşiyor.

İletişim ve lojistik alanındaki gelişmelerle küçülen dünyamızda global pazarlama kavramı oluşmaya başladı. Üretilen ürünlerin pazar alanı bütün dünya olunca ülke bazında dünya ölçeğinde bilinen markalar oluşturma ihtiyacı doğdu. Üretimin yapıldığı ülkede markalaşan bir ürün doğru pazarlama stratejileri sayesinde bütün dünyaya satılma imkânı buldu. Markalaşma ülke gelişimlerine büyük katkı sağladığından özellikle gelişmekte olan ülkeler için oldukça önem arz ediyor.

İyi tasarlanmış bir marka stratejisi ile ülkeler her alanda gelişim sağlayabilir. Ekonomisine ürün satışı ile katkı sunduğu gibi turizmin gelişmesine de büyük katkılar yapar. Yatırımcıların ülke hakkındaki olumlu düşünceleri yatırımların artmasını beraberinde getirir. Bunun yanında marka sayısı ve marka büyüklükleri de ülke itibarının artması için en önemli parametrelerden birini oluşturur. Marka oluşumu ve gelişimi için ülkeyi yöneten politikacıların bu konuyu politika olarak en ön sıralarda tutmaları hem kendi iktidarlarının devamı hem de ülke ekonomilerinin gelişimi için oldukça önemlidir. Marka oluşumu ve marka gelişim süreçleri ülkeler için stratejik öneme sahiptir. Ülkelerini kalkındırmak isteyen yöneticiler marka gelişimini devlet politikası haline getirmeleri gerektiğini unutmamalıdır.

Sanayi devriminden sonra ülkeler için en önemli unsur üretim oldu. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde yani seksenlere gelindiğinde yaşanan durgunluğun öğretisi sayesinde pazarlamanın önemi anlaşıldı. Pazarlamanın geniş kitlelere yapılabilmesi için ürün üretimi kadar marka bilinirliliği ve marka itibarı da önemliydi. Marka bir ürün için itibarla eş anlamlıydı. Bu yıllardaki yönetim ve pazarlama teorisyenlerinin geliştirdikleri “başarılı şirketler öncelikle ürünler yerine markalar üretmelidir” fikrinin önemini fark ettiler. Sanayileşmiş ülkelerde yöneticiler ve şirket sahipleri üretimin ekonomilerine katkısının arttırılması için markalaşmanın da çok büyük önem taşıdığı anladılar.

Üretim ve pazarlamayı şirket bünyesinde toplayan firmaların personel istihdam yükü oldukça fazlaydı. Üretim için fazla personel çalıştırmak gerekiyordu. Yüksek insan kaynağı ihtiyacı olan şirketler daha büyük sorumluluğa sahip olduğundan gittikçe karsız ve hantallaşan bir yapıya bürünmeye başladı. Güçlü markalara sahip şirketlerin üretimlerini taşeron firmalara yaptırmanın daha düşük maliyetlerle gerçekleştiğini fark etmeleri çok zaman almadı. Birçok büyük marka üretimlerini maliyet avantajı sağlayan ülkelere kaydırdı. Şirketler üretim yükünü altyüklenicilere devrettikten sonra bütün enerji ve kaynaklarını markalarını pazarlamaya harcamanın daha iyi sonuçlar ortaya çıkardığını gördü. Büyüyen markalar için üretim önemini yitirip yerine pazarlama önem kazandı. Bu şirketler için ürettikleri ürünlerden ziyade marka imajları çok daha önemliydi. Üretimi altyüklenicilere yaptıran şirketlerin sağladığı avantajlar sayesinde daha rekabetçi oldular. Bu durumda rakip şirketlerde aynı yöntemi kullanarak üretimi altyüklenicilere taşere edip enerjilerinin çok büyük kısmını markalaşma ve pazarlamaya verdi. Bu süreçten düşük personel maliyeti ve yüksek marka imajı olan şirketler daha kazançlı çıktı.

Güçlü ve itibarlı markalar ürün üretimlerini ucuz insan gücünün ve birçok maddi imtiyazın sağlandığı üçüncü dünya ülkelerindeki altyüklenicilere yaptırıyor. Kalite ve imajlarından ödün vermeyerek daha ucuza üretebiliyorlar. Marka imajı yüksek olan firmalar başka ülkede üretilen mallarına kendi etiketlerini basıp yüksek fiyatlarla pazarlayabiliyorlar. Üretim maliyetleri düşen firmalar hem daha rekabetçi hem de olası ekonomik krizlerden daha az etkileniyor. Bu sayede daha uzun süre ayakta kalan markalar oluşuyor. Bu markalar müşterilerine daha konforlu ve daha kısa sürelerde erişebilecekleri ortamlarda alışveriş yapma deneyimi sağlamayı öncelikli hale getirdi. Her büyük marka müşterileri için daha iyi deneyimler ve yaşam tarzı sunma hedefine sahip.

Aynı kalitede üretilen ürünler arasında marka değeri yüksek olanlar daha yüksek fiyata ve daha çok satılıyor. Marka değeri olmayan ürünler kaliteli olsa bile tüketici tarafından daha değersiz görülmekte. Marka itibarı yüksek olan ürünler üçüncü dünya ülkelerinde düşük maliyetlere üretilmesine rağmen üretildikleri ülkeler dahil bütün dünyada yüksek fiyatlara alıcı buluyor. Üretimlerin yapıldığı üçüncü dünya ülkeleri büyük markalar için çok önemli bir pazar oldu.

Küreselleşen dünyada az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin uluslararası pazarda yer edinebilmeleri için marka üretmesi şarttır. Daha doğrusu ülkenin markalaşması gerekli. Markalaşamayan ülkelerin ürünleri uluslararası pazarda yer edinmesi çok zor hatta imkansız. Ülkeler için çıkar yolun markalaşma ve güçlü, itibarlı bilinen markalar oluşturmak olduğu bilinmelidir. Gelişmekte olan ülkelerin doğru sonuçlar alabilmeleri için markalaşmayı bilimsel açıdan ele alması gerekiyor. Olup biten her şeyin çok kısa zamanda duyulduğu ve bilindiği bir dünyada yaşıyoruz. Büyük markaların bu gücü kullanarak oluşturacağı algıyı yenebilmek ve rekabet edebilmek için itibarlı markalar oluşturmak gerektiğini unutmamalıyız.