Mobil (Cep) telefonlar çıkınca sayısal santrallerin artık pabucu dama atılmıştı. Netaş olarak biz de GSM sektörüne girememiştik. Bir rivayete göre ana firmamız Nortel rıza göstermemişti. Netaş’ta artık Data Haberleşme ürünlerinin önemi artmış, dolayısıyla bunun biz data grubunda çalışanlar için avantajı da olmuyor değildi. Bu arada Nortel yurt dışında birçok veri ağı kurulum ihaleleri alıyordu. Özellikle Afrika, Asya gibi ülkelere Türkiye Netaş’tan eleman göndereceğini Netaş’a bildirmişler. Müdürümüz Ahmet Arın Ankara’ya geldiğinde bu bilgiyi benimle paylaştı ve ilave etti “İstanbul’daki elemanlarımızın işleri yoğun, seni yurt dışı projelerinde görevlendireceğiz” dedi.
İlk çıkan ülke Mauritus idi. Afrika’nın doğusundaki bu turizm adasına gidebilirim diye düşlerken, İstanbul’daki bir arkadaşım “Oraya ben gideceğim” dedi. Müdür de “Tamam” deyince biz geri çekildik. Ama çok geçmeden Kanada Nortel’den bir haber geldi. Oraya ise kendi elemanları talip olmuş. Yer cazip olunca taleplisi de çok oluyor doğal olarak. Nitekim daha sonra işittik ki Kanada’dan giden Nortel elemanı denize girmekten 1 haftalık işi 1 ay da zor bitirmiş.
Çok geçmedi Ahmet müdürüm aradı, “Pakistan Data Network’ü kurulacak, oraya seni yollayacağız” dedi. “Eyvallah” dedik ve 15 gün geçmeden yola koyulduk. İlk gidişimiz daha çok durum analizi şeklinde olacaktı. THY önce Dubai’ye iniyor daha sonra da Karaçi’ye geçiyordu. Doğrudan İslamabad’a uçak yokmuş. Biz de öyle yaptık. Ramazan ayının ilk günüydü. Karaçi havalimanında eşyalarımızı aldık ve Pakistan Havayollarına geçiş yaptık. Uçak değil sanki dolmuş gibiydi. Bazıları bavulları dahi kabine almış ve uçak tamamen doluydu. Sahur vaktine doğru İslamabad Havalimanına sağ salim indik. Pistten bizi alan otobüs bir türlü kalkmak bilmiyordu. Sonradan anladık ki Pakistanlı yolculardan birisi pistin yanında AY’ın durumunu izliyormuş, Ramazan başladı mı? Başlamadı mı diye.
İslamabad’a sabah ışırken girdik. Ve Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan Marriotte Otele yerleştik. Eşyaları koyduktan sonra biraz kestirdim. Öğlene doğru otele gelen aracı firma (Apollo) yetkilisi ile İslamabad’ın merkezindeki ofislerine geçtim. Tanışma merasimi bittikten sonra firmanın müdürü “Zuhuri Bey yarın Nortel’in ihaleyi alan Avustralya’daki firma yetkilisi gelecek, size proje hakkında bilgi verecek” dedi. Aslında ihaleyi yerel firma Apollo almış o da Nortel’in bölge sorumlusu olan Avustralya ekibiyle görüşüp anlaşmışlar.
Ramazan ayında Pakistan’da mesai 14,00 civarında bitiyor. Kısa görüşmeden sonra beni otelime bıraktılar. İslamabad, Pakistan’ın 1947 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından 1950 yılında (Rawal) Pindi şehrinin çok yakınındaki Yeşil Margala tepelerinin eteklerine kurulmuş, yeşil bir şehir. Şehir planlamacısı olarak getirilen Yunanlı Mimar önce şehrin kurulacağı bu araziyi tamamen sürdürüyor. Daha sonra küçük uçaklarla havadan bitki tohumları attırıyor. Şehir hemen yeşile bürünür hem de kare kare ayrılan bölümlere konut/ofisler yapılır. Geniş caddeleri ve yeşil parkları ve ülkeye göre sınırlı nüfusu ile güzel bir şehir.
Ertesi gün hem yürümek hem de şehri tanımak adına yürüyerek ofise gittim. Avustralyalı proje mühendisi ve müdürü beni bekliyorlarmış. Bana detaylı bir sunum yaptılar. Sonrasında başarı dileklerini ilettiler. Ertesi günü Avustralya’ya geri döneceklermiş.
Sistem kurulurken elzem olan İş Makinaları (Workstation) Nortel pahalı fiyat verdiği için buradaki yerel firma yetkilisi “Biz Singapur’dan getirteceğiz” diye belirtti.
Ertesi gün firma yetkilisi beni asıl işi ihale eden Pakistan Telekom’un yetkilileri ile tanıştırdı. Data kısmına bakan amir Peşavarlı’ymış. Biraz konuştuk, tabii Hayber geçidini sormadan edemedim. Peşavarlı amir detaylı anlattı ama bana “Sakın oralara zorunlu olmadıkça gitme” uyarısında bulundu.
Peşavarlı amir daha sonra Telekom tarafında çalışacağımız ekipten Bilal (Ahwaz) ve Rahile Hanım ile tanıştırdı.
O akşam yatsı ile birlikte teravih namazlarına katılayım istedim. Hoca kısa sureleri değil Kur’an’ın neredeyse tamamını okuyacak sandım. Bitmiyordu namaz. Ayakta durmaktan epeyce yorulmuşum. İlk 4 rekâttan sonra yavaşça namazdan ayrılıp otele geçtim.
Ertesi gün Cuma’ydı. İslamabad’lılar için çok önem arz eden Suudi şeyhi Faysal’ın finanse ettiği ve bizim mimarımız Vedat Dalokay’ın yaptığı “Faysal Camii’ne” gideyim istedim. Cami şehrin biraz dışındaydı. Bir dolmuşu çevirdim. Baktım arka taraf adeta üst üste oturuyor hatta ayakta duranlar bile vardı. Oysa önler boş. Ben de ön koltuklardan birine oturdum. Oturdum ama herkes bana ters ters bakıyorlardı. Her ne kadar İngilizce bilseler de kendi aralarına Çağatay hanlığından miras kalmış Urdu (aslı Ordu dilidir) dilini kullanıyorlar ve ne dediklerini anlamıyordum. Yarı yolda birkaç bayan da bindi. Onlar tereddütsüz öne bindiler. Bu kez kadınlar da ters ters bakmaya başlayınca şoför bana arkaya oturmam gerektiğini, öne sadece bayanların oturabileceğini anlatmaya çalıştı.
Akşama iftara davetliydik. Margala tepesinde bir restoranda da Apollo Telekom davet verdi. Ertesi gün yine davetliydik. Bu kez Pakistan Telekom’un Genel Müdür Yardımcısı davet etmiş. Orada beni bir de sürpriz bekliyordu. Genel Müdür Yardımcısının odasında bir de Türk vardı. CCITT-ITU-T’nin danışman olarak atadığı Atilla (Elçi) Bey. Atilla Bey ailesiyle birlikte gelmişler. Daha sonra evine de davet etti. İkinci hafta da halen Work Station’lar gelmemiş ben de Türkiye’ye Ahmet Bey’e telefon açtım. Zor da olsa ikna edip Türkiye’ye dönüş biletini aldım. Dönüşte Nortel’den Avustralyalı mühendisin bana verdiği NTP’leri de (Network Telecom. Practice) yanıma aldım. Ancak Karaçi havalimanında THY binerken bagaj istiap hattını aştığı için yüklüce para istedi havalimanındaki yer hostesi. Çaresiz ödemeye hazırlanırken gözüm eskiden Aselsan’da çalışırken samimi olduğum arkadaşa çarptı. Elinde bir ufak çantayla Aselsan adına iş görüşmesine gelmiş. Ricacı oldum, “Benim kitapları senin bagajında gösterebilir miyiz” diye. “Tamam” dedi. Uçak Dubai’ye iniş yapıp yolcuların çoğunu buradan aldıktan sonra havalandı.
Gece yarısını saatler çoktan geçmiş yolcuların çoğu uykuya dalmıştı bile. Yarım saat geçmemişti ki uçak aniden irtifa kaybetti. Sanki asansör boşluğuna düşmüş gibi hissettim. Sonra uçuş normal döndü ve uçak Basra körfezi üzerinde yoluna devam ediyordu ki bu kez tüm uyuyanları uyandıracak şekilde bir irtifa kaybı yaşadık. Uçak anons yaparak “Teknik bir arıza var. Tekrar Dubai Havalimanına geri dönüyoruz” anonsunu yaptı. Dubai Havalimanına indikten sonra uçağın içinde yaklaşık 1 saat bekledik ve sonra tekrar korka korka havalandık. İstanbul’a indiğimizde şükrederken, hostesin birini çevirdim ve ne olduğunu sordum. Arızanın detayını belirtmedi ama zaman zaman uçaklarda pilotların yanı sıra çok tecrübeli bir pilotu denetleme/gözleme amaçlı ekibe dahil ediyorlarmış. Hostes “Eğer o tecrübeli pilot olmasaydı belki de hepimiz Basra körfezine gömülmüştük” dedi.
Not: Pakistan Veri Ağının hikayesini anlatmaya devam edeceğim.