Bosna dönüşü çok geçmeden Makedonya projesi ortaya çıktı. Teklif yine bana gelmişti. Fakat çok sevdiğim bir arkadaşım beni İstanbul’dan aradı. “Zuhuri bu projeye ben gitsem olur mu?” diye soruyordu. Ben de çocuklarımın yanında biraz daha uzun süre kalma adına “Tabii ki olur, direktörümle görüşün anlaşın benim için sorun değil” dedim. Makedonya Telekom’un projesine artık o gidecekti. Yine de nedenini sormadan edemedim arkadaşıma: “Zuhuri senin alkol vs. işin olmaz. Orada sabah kahvaltısı bile şarapla yapılıyormuş, sana uymaz” dedi, ben de “Eyvallah” dedim.
Çok geçmedi bu defa Azerbaycan’dan yeni bir ihale alındı. Bana Bakü yolları göründü. Fakat anlayamadığım bir şey vardı. Daha birkaç ay önce görüştüğüm bir arkadaşım “Biz Azerbaycan veri ağı ihalelerine girmedik” demişti. Nedenini sorduğumda arkadaşım anlattı: 1990’lı yılların başında Elçibey eski Rus santralleri yerine merkezde bir sayısal santrali Rahmetlik Turgut Özal’dan talep etmiş. Özal da Netaş’tan rica etmiş, parasına ben kefilim demiş. Hem Elçibey’in Cumhurbaşkanlığından ayrılması hem Özal’ın vefatı sonrası bu alacak tahsil edilememiş. Genel Müdürümüz Haydar Aliyev döneminde parayı tahsil edemeyince “Bundan sonra Azerbaycan’a iş yapmam” diyesiymiş. Arkadaşa “O zaman beni niye Bakü’ye gönderiyorlar” dedim. O da “İhaleye Uzan’lar girdi Artel olarak ve ihaleyi onlar aldı. Sistemi onların taşeronu olarak kuracağız” dedi.
Tansu Çiller, Başbakanken Bakü’ye iş adamlarını da yanına alarak gider. Bu ziyaretle ilgili gazetelere bir haber yansımıştı. Şirket Genel Müdürlerinden birisi alacağını Azerbaycan’dan tahsil edemediği için uçakta Çiller’den ricacı oluyor. Çiller “Bana danışıp da mı verdin” diye söz konusu genel müdürü azarlıyor. O genel müdürün bizin genel müdür olduğu bir süre sektörde konuşuldu.
Hazırlıkları tamamladıktan sonra yola çıktık ve Bakü’ye bir akşam üzeri indik. Arkası Hazar denizine önü Azadlık meydanına bakan Bakü’nün en büyük oteli, Azerbaycan oteline yerleştik. Ertesi sabah otele pek de uzak olmayan yine aynı meydanın diğer bir köşesindeki Telekom binasına gittim. Daha sonra uzun süre dostluğumuzun devam ettiği Ali Kıyyam ile tanıştık. Artel’in Bakü’daki müdürü Türk Telekom’dan tanıdığım Ömer Bey’di. Ömer Bey, Bakü müdürü Bülent (Boran) Bey’e bağlıydı. Tüm ekiple aynı gün tanıştık. Bülent Bey ve Ömer Bey projeyi ve boyutlarını anlattı. Biz merkezdeki sistemi ayağa kaldıracak, altyapı fiziksel bağlantılarını ise Azerbaycan Telekom sağlayacaktı.
Bana meydanı gören bir çalışma odası tahsis ettiler. NMS’leri kurup konfigüre ettik, gerekli fiziksel bağlantıları yaptık ve diğer şehirlerin sistemlerinin ayağa kaldırılmasını beklemeye başladık.
Bakü’de 1997 tarihinde bile çok sayıda restoran Türkiye’den gidenlere aitti. Sistemler ayağa kalkana değin şehri dolaştık. Kız kalesini, yukarda şehidlik, Nizami caddesi, İçeri şehir ve halkın en yoğun olduğu yer Fontan meydanı. Şehir içinde binalar biraz Alman mimarisini andırıyordu. Nitekim Ali’ye (Kıyyam) sorduğumda binaların çoğunu II. Dünya savaşında Ruslara esir düşen Alman mimarlar ile işçilerin yaptıklarını açıkladı. Ruslar Ahıska ve Kırım Türklerini anavatanlarından Sibirya’ya sürerken Bakü’ye özel ihtimam gösteriyorlar. Bunun temel nedeni ise II. Dünya savaşı sırasında Rus ordusunun benzin gibi yakıt ihtiyacını Azerbaycan’dan karşılamakmış!
Kaldığım otel de odam deniz tarafına bakıyordu. O sıralar Emrah’ın “Belalım” şarkısı Türkiye de yeni popüler olmaya başlamıştı. Hava sıcak ve nemli olduğu için camları açtım. Lada marka arabasını Hazar kıyısına çekmiş bir genç arabada camlarını açmış Belalım şarkısını sürekli başa sardırıp dinliyordu. Sadece dinlemiyor sesini sonuna kadar açarak ben dahil herkese dinletiyordu. Gece saat 3’tü ve ben müziği duymamak için camları kapatmak zorunda kaldım
O günlerde Turkcell’in de Azerbaycan’da iş yaptığını daha önce Netaş’ta iken arkadaşım olan yeni Turkcellci Cumhur’dan öğrenmiş oldum. Odamda çalışmalarımı yoğun şekilde sürdürüyordum. Bu sırada daha önce hiç karşılaşmadığım takım elbiseli kravatlı bir beyfendi yanıma geldi. Birkaç soru sordu sisteme ilişkin. Bülent Bey ilgili şahsın Azerbaycan Alaka Bakanı olduğunu söyledi. Bakanın ne koruması ne arkasında getir götür işini yapacak elemanı vardı. Öyle ki çay ocağından gidip çayını kendisi alıp getiriyordu. Sekreterimiz Rus asıllı sarışın renkli gözlü bir bayan idi.
Merkezde her şeyi kurup, konfigüre edip ayağa kaldırmıştım. Diğer şehirlerin kurulup bağlanması biraz süre alacağı için Türkiye’ye dönmek istedim. Direktör de uygun bulunca hazırlandı ve bir Cumartesi sabahı havalimanına geçmek için taksi tuttum. Yolda bir polis çevirdi. Taksiciye el işaret yaparak camı indirtti. Sonra da camdan başını sokarak taksiciden “Hoh” diye yüzüne doğru üflemesini istedi. Olanları şaşkınlıkla izlerken polis “Tamam, gidebilirsin” dedi. Taksiciye sordum “Bu neydi şimdi?” diye. “Alkol muayenesi” cevabını verdi.
Havalimanında kuyrukta bekliyoruz. Paketleri tam X-Ray’e verirken koşa koşa bir Azeri geldi yanıma. Nereye gittiğimi sordu. “Ankara’ya” dedim. Bana “Şu zarfı versem bunu üzerindeki adrese iletmen mümkün mü?” diye sordu. Adrese baktım, bizim mahalledeki Diyanetin külliyesi. Biraz tereddüt edince arkadaki vatandaş “Bana ver, ben götüreyim” diye atıldı. Adam zarfı bana vermekte ısrarlıydı. “Ne var içinde?” dedim. Bakü’nün mikro filmleri varmış. Onları Diyanet’in külliyesindeki şahıs bastırıp Azerbaycan’a gönderecekmiş. “Madem öyle, ver o zaman” deyip aldık. Aldık ama az sonra büyük bir sorunla karşılaştık! Polis, kontrolden geçerken “Bavulunu aç” dedi. Öğretilmiş gibi hemen zarfı aldı. Açıp baktı. Birçok filim negatifi vardı. Polis, “Sen hele şurada bir dur bakayım. Casus musun yoksa?’’ demez mi? Bu yetmezmiş gibi az önce “Zarfı ben alayım” diyen vatandaş yüzüme dönüp “İşte böyle her şeyi bilip bilmeden alırsan başına da bu işler gelir” demez mi? Herkes uçağa bindi ben iki polisin gözetimi altında bir kulübede beklemeye başladım. Filmler yarım saat içinde incelendi ama belki ben de hayatımın en sabırsız zamanını geçirdim. Az sonra kapımız açıldı ve üst düzey bir polis amiri elinde zarfla geldi. Diğer polislere “Yolcuyu gönderin” dedi. Zarfı alıp koşarak uçağa bindim. Ankara için havalanmıştık artık...