ADI NEYDİ?

“Dünümü, günümü, yönümü kaybetmiş olabilirim…”

 

Biz ne yaşadık: 11 ilimizi kapsayan, 13,5 milyon kardeşimizi hayati tehlike ile karşı karşıya bırakan, 108.812 kilometrekare alan 06.02.2023 tarihinde sabaha karşı 04.17’de deyim yerindeyse yerle bir oldu.

Bu büyük felaketten 13,5 milyon can birinci dereceden etkilenirken, 71,5 milyonumuz ise acı karşısında hissedilen dehşetle donakaldı. Yaşadığımız ve hâlihazırda yaşamaya devam ettiğimiz duygu örüntülerinin hepsi normal ve hepsi insanidir. Kabul etmek ve yola devam edebilmek ise bize aklın emrettiğidir.

Genel çerçevesi yukarıda verilen durum karşısında açığa çıkan bireysel ve toplumsal düşünce ve bu düşüncelerin tetiklediği duygular nelerdi: Bugünden bakınca anlam verilebilen olayın ilk anında bütüncül bir değerlendirme yapamamış acının göz korkutan boyutlarda olma ihtimali karşısında olayı normal bir deprem gibi algılamak istemiş olabiliriz. Gün aydınlanıp sevdiklerimizden haberler almaya başlayınca 71,5 milyon için sürecin hiç normal olmadığı, çok büyük bir felaketin yaşandığı gözler önüne serilmişti. 13,5 milyon içinse üzerinden bir buçuk aya yakın zamanın geçtiği olaydan geriye kalan soru “biz nasıl üstesinden geldik yaşananların?”

Olay anında sadece eyleme geçmek ve hayata tutunmak için mücadele vermeleri gerekiyordu, oturup düşünmenin lüks olduğu saniyelerle yarışılan anlarda. Mücadele ettikleri sokaklara gidip baktıklarında hepsi tanımlamak için tek ortak kelime kullanıyor “kıyamet”, kimileri için gerçekliği tartışılan, kimilerinin korktuğu, 13,5 milyonun yaşadığı kıyamet…  Diğer bir ifade ile bu büyük felaket/ travma, bir yönüyle toplumun bütün bireylerinde aynı anda olageldiği için toplumsal, diğer yönüyle de her birey kendi acısı ve tükenişi ile baş başa kaldığı için bireyseldir.

 Felaketin ardından yaşanması muhtemel duygular ve işlevselliklerine değinmek iç yolculuğumuz ve yaşadıklarımızı bilgiye dönüştürmek adına anlamlı olabilir.

Toplumsal bilinç neydi araba markası mı: Yaşanılan ortak anların elbet ortak bir böleni, ortak bir çarpanı olacaktı. Ortak bölenin hedefinde birlik ve bütünlüğümüzün yer alması çok uzun sürmedi. Sosyal medyanın bütün itici varoluşunu felaketin hemen ardından izlemeye başladık. O an asıl saçlarımızı beyazlatan anlardı. Ortak vicdanın bölük börçük kanatılmaya çalışıldığı anlar, yapanların kılını kıpırdatmadan yapışı adeta bir seri katilin ölmek üzere olan bedenlere halen ve durmaksızın büyük bir nefret ve soğukkanlılıkla kurşun yağdırması gibiydi.  Örneğin; İstiklal Harbinden sonraki neredeyse en büyük seferberliği gerçekleştiren ve tanıklık eden Anadolu irfanına: “Çocuklar kaçırılıyor, organ mafyası depremden kurtarılan çocukları pazarlamak üzere topluyor” dendi. “Büyük illerdeki hastanelere sevk edilen çocukların çırılçıplak” olduğu söylendi. “Malatya’da depremzede kadın ve kız çocuklarına tecavüz ediliyor” denildi ve son cümleyi kuran utanarak ifade ediyorum, bu ülkenin profesörlerindendi. Felaketin büyüklüğünü artırmak ve yaşadığımız çaresizliği derinleştirmek üzere: “Antakya’da baraj patladı, bölgeyi terkedin” dendi. Büyük ve karanlık bir korku tünelinin içine sokulmak istenen 85 milyon, hedefte ise bir ve bütün oluşumuz vardı. Bilinç ve ona eşlik eden aklıselim nadiren yolculuğumuza eşlik ediyor bu ise süreci biraz daha zorlaştırıyordu. Kimi zaman “ne yapalım bizden ne istiyorsunuz acımızla kıvranarak ölelim mi?” isyanlarına şahit oluyorduk ki kanaatimce çaresizliğin varabileceği son noktaydı bu cümleler. Bilinç; hem entelektüel/akılsal farkındalık alanı hem de duygusal katılım yelpazesine karşılık gelir, toplumsal bilinç veya kolektif bilinçaltından, dip dedelerimizden gelen kadim bilgilerin dönüştürülmesi ve yıpratılması, adı geçen ortak bölenin hedefindeki kıymetli servetimiz olabileceği göz ardı edilmemelidir. Yani ortak aklımızın kerteriz noktasını değiştirmek, hareketlerimize yön veren duygularımızın ağırlık merkezini empati, yardımseverlikten, öfke/ nefret, intikam gibi işlevsel olmayan bir yöne hızla çekmeye çalışan ortak bölen çabaları, ismi titri her ne olursa olsun masum değildir, davranışlar kendiliğinden değildir, bu satırların sahibi bunları yazarken politik bir akılla yazmamaktadır, doğruyu bugün burada ifade edemezse aklının namusu yitirmekten korkan bir vatan evladıdır.

Düşük güven ortamı, depresyon ve strese bağlı hastalıklara sebep olabilir. Ayağınızın altındaki zemin kaydığında, dününüzü, bugününüzü, yönünüzü, sevdiklerinizi kaybettiğinizde sadece güvende hissetmek değil birçok olumlu duygu durumu yaşamakta zorlandığınız gibi tek başınıza bu duyguları düzenleyebilmenizde hayli zor olabilir. Zor durumlarda birlik ve beraberliğin kurumsal varlıklarını hedefe koyup tam onikiden atışlar yapmak, öncesi olan intikam duygularının eyleme vurulmasıdır.

Zorlu durumları makul hale getirip yeniden güven ortamını tesis etmek zorundayız ve yapıyoruz da. Bunu diğerinde minnet duyguları oluşturmak üzere değil insan olmanın gereği olarak yapıyoruz.  Hareket noktamızda yer alan temiz niyetimiz her akşam vicdanımız tarafından sorgulanıyor o sorgulardan temiz çıkabilmek için çırpınıyoruz. Merak edene bizi tanımak isteyene duyurulur. Bizi tanımak demek, Amerikan üniversitelerinin ikinci sınıfında okuyan beyaz öğrencilerle yapılmış bilimsel(!) araştırma bulguları ile yapılacak bir şey değildir. Dünümü, günümü, yönümü yitirmiş olabilirim…