Alexander Graham Bell, eldeki verilere göre 10 Mart 1876 tarihinde telefonundan ilk konuşmasını yaptı. Yardımcısı Thomas A. Watson’u yan odaya koydu. Telefon ahizelerinden biri Bell’in, diğeri Watson’un odasındaydı. Kendi odasına geçti ahizeyi eline aldı ve o unutulmaz cümleyi kurdu: “Mr. Watson, buraya gelir misin? Seni görmek istiyorum.” Watson Bell’in odasına girdiğinde, Bell Morse Alfabesi kullanılarak telgrafla iletişimden çok farklı ve çok kullanışlı bir iletişim teknolojisini gerçekleştirdiğini anladı. Hemen odaları değiştirdi ve Watson’un kendisine seslenmesini istedi. Çünkü ilk telefon tek yönlü yani ‘simplex’ti. Yaşamın garip cilverinden biri olsa gerek, Alexander Graham Bell icadını kullanarak karısıyla hiç konuşamadı. Çünkü karısı beş yaşında, yaş gününe yakın bir tarihte geçirdiği bir hastalık sonucu işitme engelliydi. 1857 yılında doğan ve Boston’lu ünlü bir avukatın kızı olan Mabel Gardiner Hubbard, eşi telefonu bulduğunda henüz 19 yaşındaydı. Evleneli üç yıl olmuştu. Alexander Graham Bell ise 29 yaşına bir hafta önce girmişti. Size garip gelebilir ama insan ömrünün ortalama 50 yıl olduğu o devirlerde tüm dünyada çok erken yaşlarda evlenilebiliyordu.
Bell’in Amerika kökenli olduğu sanılır. Oysa o bir İskoç’tu ve Edinburg’da doğmuştu. 23 yaşındayken ebeveynleriyle birlikte önce Kanada’ya göç etti. Bir yıl sonra 1871’de Amerika’ya geçtiler. Genç Bell yerleştikleri Boston’da İşitme Engelliler Okulu’nda kendine kolaylıkla bir iş buldu. Çünkü annesi de işitme engelliydi ve işitme engelliler ile iletişim konusunda beceri edinmişti. Babası ve dedesi ise işitme engellilere terapist olarak ekmeklerini kazanıyorlardı. Bell’in Bostan İşitme Engelliler Okulu’ndaki işi onun hayatındaki dönüm noktalarından biri oldu. Karısıyla buradayken tanıştı. Alexander Graham Bell’in aslında çok sevdiği karısı, Mabel için bir işitme cihazı bulmak isterken telefonu bulduğu rivayet edilir. Çünkü, titreşimlerle duymasına yarayacak bir cihaz yapmak istiyordu. Telefonu icadından 6 yıl sonra buluşuna ithafen Amerika Birleşik Devletleri onu doğal vatandaş olarak onurlandırdı.
Alaxander Graham Bell tüm yaşamı boyunca Elisha Gray’in ithamlarına maruz kaldı. Telefonu için aldığı patent tam 600 kez dava konusu oldu. 14 Şubat Sevgililer (Valantine) Günü olarak bilinir. Ama 1876 yılının 14 Şubat günü hem Alexander Graham Bell hem de Elisha Gray için çok farklıydı. O gün Bell buluşunun patentini almak için başvurdu. Birkaç saat sonra Gray aynı icadı kendisinin de yaptığını, hatta daha önce yaptığını iddia ederek itiraz etti. 10 Mart günü Bell’in yardımcısı Watson bu önemli buluşun ilk tanığı olacaktı. Bell onu yandaki odadan iki aparatın iki tel ile birbirine bağlandığı dünyanın ilk telefonundan çağıracaktı. “Mr. Watson, buraya gelir misin? Seni görmek istiyorum.” Artık telefon çizimden ibaret değil, bir ürün olarak ortadaydı ve gerçekti.
Alexander Graham Bell 2 Ağustos 1922’de Nova Scotia’daki evinde, 75 yaşında yaşama gözlerini yumduktan iki gün sonra Kanada ve Amerika Birleşik Devletlerindeki tüm telefon santralleri 60 saniye boyunca ustaya büyük saygı için iletişime kapatıldı. O tarihte iki ülkede toplam telefon sayısı sadece 13 milyondu.
Gürültünün derecesini ölçmek için ‘desibel’ terimini kullanırız. Buradaki ‘bel’ Alexander Graham Bell’e ithafen tanımlanmıştır ve 1920 yılından beri kullanılmaktadır.
Telefonun icadı kültürel (sosyolojik) ve ekonomik büyük dönüşümün de başlangıç tarihi oldu. Birbirinden uzakta olan iki insan, bulundukları yerden hareket etmeden ve görmeden birbirlerini duyabileceklerdi. Bu özel imtiyaza sahip olabilmek için her ikisinin de elinde bir aparat, onlara bağlı bir çift tel ve arada bağlantıyı kuran ve açan bir anahtarlama mekanizması gerekiyordu. İnsanlar konuşabilmek için telin ucuna gitmek zorundaydılar. Aslında birbirine bağlanan şey insanlar değil, binalar idi. Her ne kadar daha sonra caddelere telefon kulübeleri yerleştirilecekse de iki insanın telefon ile konuşabilmesi için telin ucunda sabit duran ahizenin bulunduğu yerde olmalarından başka çareleri yoktu.
Telefonun icadından tam 97 yıl sonra telefon binaları değil, gerçekten insanları birbirine bağlayan bir cihaz haline dönüştü. O sırada, 45 yaşında ve Motorola Şirketi’nde deneyimli bir mühendis olarak çalışan Martin Cooper dünyanın ilk hücresel taşınabilir (mobile) telefonunu tasarladı ve gerçekleştirdi. Bundan tam 50 yıl önce, 2 Nisan 1973 tarihinde elinde 1000 gramdan daha ağır bir telefon ile New York 6. Cadde üzerinde ilk taşınabilir telefon görüşmesini gerçekleştirdi. 29 yaşından bu yana aralıksız olarak radyo sinyallerini aynı anda hem gönderip hem alarak sesli bir görüşmenin yapılabilmesi için yoğun olarak çalışıyordu.
Aslında 1923 yılından beri bir anlamda iki yönlü (duplex) radyo sinyali taşıyarak görüşmeler yapılıyordu. Ne var ki; o kadar çok sayıda ve hantal teçhizat kullanılıyordu ki; taşınabilir telefonunuzu ancak bir araç ile taşıyabiliyordunuz (yaklaşık 15 kg). Kocaman antenlerin yanısıra, enerji ihtiyacı da araba ile dolaşmaya zorunlu kılıyordu. Martin Cooper’ın bu kadar uzun süre konu üzerinde çalışmasının iki nedeni bunlardı. İnsanların kolayca taşıyabilecekleri bir boyutta ve büyük enerji kaynağına ihtiyaç duymayan bir mobil telefon tasarlamak. İkinci Dünya Savaşı başladığında Alman askerleri telsiz telefon kullanıyordu, o bile sırtta taşınan büyük bir teçhizat olmadan işe yaramıyordu ve sivil hayatta kullanılacak gibi değildi.
Martin Cooper’ın 6. Cadde’de yürürken kendi yaptığı telefonla görüşme yapmaya çalışmasının önemli nedeni ve anlamı vardı. 1970’li yılların başından itibaren (kuruluşu Alexander Graham Bell’e kadar giden) AT&T ve onun ArGe Merkezi Bell Telefon Laboratuvarları Amerikan Federal İltişim Komisyonu’na (Federal Communications Commission) belirli bir frekans bantını kendilerine tahsis etmesi için yoğun lobi yapıyorlardı. Amaçları ileriki yıllarda küçültebilirlerse; milyonlarca aracın içine taşınabilir telefon yerleştirmekti. Bu istihbaratı alan Martin Cooper bir iç yazışma ile yöneticilerini uyardı. Çok farklı bir şey yaparak AT&T’ye göre çok daha küçük bir şirket olan Motorola öne geçebilirdi. Örneğin arabaların değil insanların taşıyabileceği boyutta bir taşınabilir telefon. Motorola’nın endüstriyel tasarımcısı Rudy Krolop ayakkabıya benzeyen bir telefon tasarladı.
Krolopp 1965’te NBC TV kanalında prömiyeri yapılan ‘Get Smart’ (Akıllı Ol) komedi dizisinin müdavimi, ana karakter Detektif 86’nın hayranıydı. Ona öykünüyor, onun gibi bol bir pardösü ile dolaşmayı seviyordu. Hatta kendisinde de komik bir taraf buluyor, aktör olsa başarılı olacağına inanıyordu. Detektif 86’nın en önemli özelliği ayakkabısında gizli bir mobil telefonun yerleştirilmiş olmasıydı. İlk mobil telefonu ayakkabı biçiminde tasarlaması Krolopp’u tanıyanları şaşırtmadı.
Martin Cooper tüm elektronik ve mekanik aksamı bu garip görünüşlü telefonun içine yerleştirmeyi başardı. 6. Caddeye yakın bir yerde bir direğin üzerine anahtarlama işlemini yapacak hücresel baz istasyonunu kurdu. Telefonun tuşlarına bastı ve ilk aramayı en büyük rakibi, Bell Laboratuvarları’nın Araştırma Bölümü Başkanı Joel Angel’a yaptı. Ona kendi yaptığı telefondan, kendi sesiyle müjdeyi verdi ve Joel Angel’in ve şirketinin bütün hayallerini yıktı. Martin Cooper’ın kullandığı bu telefona Motorola’da DynaTAC (DYNamic Adaptive Total Area Coverage) adı verildi. İçinde irili ufaklı otuz kadar baskı devre (PCB) vardı. Tamı tamına 23 cm uzunluğunda ve neredeyse 1.100 gram ağırlığındaydı. 10 saatte şarj ediliyordu ancak tamamı sadece 35 dakika konuşma ile tüketiliyordu. Seri üretime geçmek yıllar aldı. 1983’te tanesi 4 bin dolara alıcı bulan bu telefonlardan biri 2018’de bir koleksiyonere 10 bin dolara satıldı.
Dijital haberleşme teknolojilerinin 1983 yılında ilk kuramsal çalışmalarına akademik ortamlarda başlanana dek tüm telsiz iletişim teknolojileri analog radyo haberleşme teknolojilerinden ibaretti. Elbette, tüm çalışmalar yalnızca ses haberleşmesi için yapılıyordu. Dijital sistemlerin olgunlaşması ve ürün haline getirilmesi yıllar aldı. Sonunda dört Avrupalı telekom üreticisi (Nokia, Ericsson, Alcatel ve Siemens) kendi aralarında bir konsorsiyum oluşturdular ve o yıllarda araç telefonu olarak da bilinen ve Kuzey Avrupa ülkeleri tarafından geliştirilen NMT-450 (Nordic Mobile Telephone) Sisteminin yerini alabilecek, daha kullanışlı, daha küçük ve dijital bir mobil iletişim teknolojisi üzerinde çalışmaya başladılar. Söz konusu üreticilerin ülkeleri olan Fransa, Almanya, İsveç ve Finlandiya hükümetleri her türlü desteği vereceğini açıkladı. Avrupa’nın önde gelen ArGe Laboratuvarlarından CNET, CSELT ve BTRL bu konuda projeler başlattılar. Birçok üniversite araştırma tezlerini aynı alana yönlendirdi. Sistemin hangi spektrumda çalışması gerektiği, daha 1975 yılında CEPT’nin (European Conference of Postal and Telegraphs Administrations) ‘Radiocommunications Working Group 21’ adlı Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapan İsviçreli Henry Kieffer tarafından ITU’ya (International Telecommunication Union) önerilmişti. O zamana dek Avrupa için ortak bir mobil iletişim spektrumu tanımlanmamış iken, buna en uygun bant 900 MHz olabilir denildi. Ancak 900 MHz’in gerçekten bu amaç için kullanılmasına kadar hemen hemen 15 yıl daha geçti. Avrupa Birliği Komisyonu tüm Avrupa için 900 MHz bandını benimsedi. 12 ülkede 13 operatör kendi aralarında bir mutabakat zaptı (MoU-Memorandum of Understanding) imzaladılar. Daha sonra bu mutabakat GSM-MoU olarak anılacaktı.