Ülkemizde siyasiler her seçim öncesi seçmenlerine bol keseden vaatler verirler.
Herkese iki anahtar vaadi mi dersiniz, milli geliri bilmem kaç bin dolara çıkaracağız vaadi mi dersiniz… 1950 seçimlerinden itibaren vaatlerde yok yok! Seçmeni yanına çekmek isteyen adaylar türlü türlü vaatlerde bulunmuşlar, seçimlerin ve demokrasinin yozlaşmasına yol açmışlardır.
Yakın zaman seçim vaatlerinde ise büyük değişiklikler oluşmuş, daha sofistike vaatler görülmeye başlanmıştır. İnsan hakları, demokrasi, Türkiye Yüzyılı, göçmenlerin sınır dışı edilmesi gibi vaatler vb. Ama değişmeyen tek vaat “ekonomi”, milletin alım gücü, evlerdeki tencere sloganı hiç değişmez. 70 yıldır yapılan tüm seçimlerde “tencere” vurgusu hep vardır. Peki neden böyle? Neden ekonomimiz her seçimde öncelikli konu yapılır?
Bunun temelleri çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1950’li yıllara kadar gider. Ekonomimiz her zaman sorunludur, hiçbir zaman çok düzgün olmamıştır. Bu nedenle siyasilerin ajandasında da hep ilk sırada yer almıştır. Seçimi kazanmak isteyen politikacılar meydanlarda olur olmaz vaatleri sıralar. İktidar olduklarında bunlardan bir kısmını yerine getirir, bazı vaatlerin yankısı ise seçim meydanlarında kalır. Ne hayaller satılmıştır güzel ülkemin seçimlerinde ne hayaller! Vaktiniz olduğunda eski seçimlerin klişe olmuş sloganlarını incelemenizi tavsiye ederim.
Her ne hikmetse 1950’den beri seçmenler bu vaatlerin takipçisi olmamıştır. Ve seçimden seçime karşı tarafın hatırlatmasıyla bir önceki dönem vaatlerini hatırlar. Bunun sonucunda etki- tepki değerlendirmesiyle oyunu kullanır.
Bu bizim geliştirmemiz gereken en önemli demokratik kültür kasımızdır. Etki-tepki yerine, daha objektif değerlendirmeyle sandığa gidilmelidir. Demokrasi kültürümüzü revize etmeliyiz kanaatimce. Demokratik saygı çerçevesinde sorgulayan, araştıran ve oyunun kıymetini bilen bir seçmen kültürüne evrilmemiz gerekiyor. Artık seçim sloganlarında “mutfaktaki tencere” demagojisinin olmaması gerekiyor. Bir kısım okurlarımdan duyar gibiyim; “Ülkemizin gerçeği mutfaktaki tencere” haykırışlarını… Tamam işte tamda ben onu diyorum zaten. Artık asgari ekonomik sorunların çözülmüş olması gerekiyor. Seçmen sandığa “mutfak-geçim” dertlerini çözmüş olarak gitmesi gerekiyor. Gelecek kaygısı olmadan gitmesi gerekiyor. Ülkemizin asgari müştereklerinde konsensüs sağlanmış olmalı artık. 70 yıldır “mutfaktaki tencere” ve “güvenlik endişeleri” meşgul ediyor hep seçmeni. Bizim bu işleri çözmüş bir ülke olmamız gerekmez mi? Biz de gelecek seçimlerde başka hayalleri olan, zengin ülke seçmeni gibi sandığa gitmek isteriz. Seçim meydanlarında sanatın konuşulduğu, gelecek 50-100 yıllık siyasi partilerin ülke planlarını dinleyip değerlendirmek isteriz. Deprem planlarını, iklim krizini, yeşil ekonomiyi, dünyaya iyi örnek ülke olma planlarını dinlemek isteriz siyasilerden. Ama ülke olarak daha asgari müştereklerimizde konsensüs sağlanamamışken, halen “terör”, “mutfaktaki tencere”, “eğitimdeki sorunlar” ve “türban” bu ülkede gündem oluyorsa işimiz gerçekten çok zor. Bunların çözülmüş olması gerekmez mi bugüne kadar. Bir Norveç, bir Finlandiya seçmeni gibi ne zaman olacağız acaba? Coğrafya kader değildir. Vatanı terk etmeyeceğimize göre, vatan coğrafyasında kaderimizi biz yazıp biz yaşayabiliriz. Bunun için çok çalışıp çok okumamız lazım. Fikri rönesansı gerçekleştirmemiz lazım. Coğrafyada tek açı yoktur. 360 derecede sonsuz açı vardır. Gelişmeyi ve bağımsız ekonomiyi, olayları ve sorunları hep belli açılardan bakıp değerlendirmek yerine 360 dereceden değerlendirmek ülkemizin bekası için en iyi yoldur.
28.Mayıs seçim sonuçları bir fırsattır güzel ülkem için.
Artık ekonomiyi rayına koymak, sağlam temellere oturtmak, yapısal reformları hızlıca hayata geçirmek, ekonomide “güveni” tesis etmek için bir fırsat. Bunun için ülkemizin dokusuna uygun, global ekonomiyle barışık ve rekabet edebilecek, katma değerli üretim odaklı, çığır açacak, hukuk temelli bir ekonomi modelini tesis etmemiz gerekmektedir.
Birçok yazımda dile getiriyorum; hukuk mevzuatımızın baştan aşağı değiştirilmesi, Ticaret Hukuku, Borçlar Kanunu, Medeni Usul Hukuku, İcra İflas Kanunu, Vergi Kanunları, İhale Kanunu, Bankacılık Kanunu, Üretim Hukuku gibi mevzuatların artık 21. yüzyıla uygun, ticaretin ruhuna ve hızına uygun hale getirilmesi gerekiyor. Kanunlara uymayanın- yapanın yanına kar kalmayan, vergi aflarının tarih olduğu, vergisini ödeyenlerin cezalandırılmadığı, devletin topladığı vergilerin nerelere harcandığının şeffaf bir şekilde denetlendiği ve hesap verilebilirliğin olduğu, hukukun üstünlüğünü temel alan bir sistem kurmamız gerekiyor.
Yani ne seçim ne geçim ekonomisi, tek yol “güven ekonomisi”.
Bunun için reel planlamayla dünyayla entegre olmuş, partiler üstü, hukuk temelli, bilimsel, sağlam ve güçlü bir ekonomi.