TELEVİZYON VE RADYO YAYINCILIĞINDA KALİTE SORUNU

Zamanla alışkanlıklar, teknoloji, ilişkiler kısaca tüm değerler değişiyor. Bu bazen yavaş bazen hızlı oluyor. Hayatımız ve yaşantılarımızın referans değerleri de değişiyor. Günümüzde teknolojinin sunduğu yenilik ya da “değişiklikler” artsa da bazen yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu görmeye başlamadık mı?

Bireysel ve sosyal alana pek değinmeden ve bu konuyu yetkili uzmanlara bırakarak, daha çok içerikler ve teknik hakkında kelam edeceğiz. Değer ölçmek, çoğu olguda olduğu gibi mukayese ile daha sağlıklı sonuçlar veriyor. Hem ülkemizde hem de yurtdışı örneklerden yola çıkarak yeni ve rasyonel referanslar elde etmek belki bize de fayda sağlayabilir. Hatta her ikisini konsolide ederek daha kolektif sonuçlar elde edebiliriz. Bu sonuç belki de daha makul ve kabul edilebilir olabilir.

İÇERİKLER:

Ülkemizde, televizyon ve radyo teknolojilerindeki yayın kalitesi sorunu henüz giderilemedi. Bununla birlikte içerikte kalite sorunu da dikkat çekicidir.

Televizyon ve radyolardan iletilen içerikler konumuzun dışında amacımız bu içeriklerin ekrana yansıtılma biçimleriyle ilgili olacaktır. Kullanılan dil, diksiyon, mimikler, hareketler, makyaj, ifade, moderatör kalitesi, konu bütünlüğü, yayınları ve programları doğrudan etkileyen ve izleyicide olumsuz kanaatler oluşturan etkenler olarak öne çıkıyor. Özellikle moderatörlerin, program, yönetim, sunum, müdahale gibi görevleri olması gerekirken, konular hakkında uzun ve taraflı yorum yapması yönetim tarzlarının bir an önce yayın kuruluşlara tarafından ele alınmasını gerekli kılıyor. İşini kuralına göre yapan, programları olması gerektiği gibi sunmaya çalışan politik görüşlerini yaptığı işe yansıtmayan nötr moderatörleri ekranlarda bir süredir az da olsa görmeye başladık. Sayılarının daha da artmasını umuyoruz.

Şimdi biraz da zülf-i yâre dokunma zamanı; çünkü izleyiciler tam da bu nedenle her geçen gün tartışma programları ve klasik haber kanallarından uzaklaşıyor. Ekranlarda neredeyse her gün, benzer siyasi, ekonomik ve politik konular, benzer konuşmacılar veya konuşmacı gibi davranan, konuklarını reyting uğruna kızıştıran, konuşmaları bölen, insicamları bozan, tansiyonu bilerek ve isteyerek yükselten, konuklarından çok kendi düşüncelerini anlatmaya çalışan, program boyunca yorum yapan, dersine pek çalışmamış moderatörleri görüyoruz! Bunları varlığı ve tarzı, ilgili televizyon kanalının toplam kalitesini de olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır.

Her ne kadar 50+ yaş grubundaki izleyiciler alışkanlıkları nedeniyle bu tarzı benimsemiş olsa da genç kuşakların daha sakin ve suhulet içinde devam eden programları tercih ettikleri görülmektedir. Gençlerin bu taleplerine rağmen, çok sayıda haber kanalı önceki yöntemleri bıkmadan tekrar etmede bir beis görmüyor. Gelişmiş ülkelerin yayın kuruluşlarına baktığımızda aslında bu alanda profesyonel örneklerin hayli fazla olduğunu da görebiliyoruz.

David Rubinstein, Walter Cronkite, Stephanie Ruhle, Gayle King, Andersen Cooper ve benzerleri gibi, konusuna hâkim, doğaçlama yapmaktan kaçınan, analitik bakış açısı sunabilen, kavgacı üslup yerine konuları sakin olarak ele alan, ufuk açan, fiziğinden çok sunumuyla ön planda olmaya çalışan, mütevazı ve kaliteli moderatör Avrupa ve Amerika’da program yapan çok sayıda yayın kuruluşunda yer alıyor. Ülkemizde de benzer örnekleri görmeyi umuyoruz. Umarız aynı şekilde dingin programları izleme şansını bizde elde ederiz.

 YAYIN TEKNİKLERİ:

Kaliteyi öncelikle teknik olarak ele almalıyız. Televizyonlar iletim teknik ve kullanılan standartları olarak şöyle bir seyir izlediler:

Yayın kuruluşları HD (High-Defination) yayınları ilk kez 2006 yılının son çeyreğinde izleyici ile buluşturmaya başladı. Ardından büyük kanalların çoğu kısa süre içinde bu tekniğe geçiş yaptılar. Bu tarihten çok önce, 40 inch ve üstü panel televizyon alıcıları satılmaya başlaması televizyon kuruluşlarının bu standarda geçmesini zorlayan bir etken oldu. Küçük ekranlarda SD (Standart Defination) yayınları izlemek iyi olmasa da bir süre devam ettirilebilirdi. Ancak izleyicilerin büyük ekranlara geçişleri SD yayınlarında izlenme ve çözünürlük sorunlarını gündeme getirdi, bu sorun ise HD’ye geçilmesiyle aşılabilirdi.

16 yıl sonunda teknoloji hızını kesmeden yeni standartlar yeni ve ilginç ürünleri geliştirmeye devam ediyor. HD formata bile Avrupa, Uzakdoğu ve yeni kıtada artık pek rağbet edilmiyor.

Ultra High Defination 4K yaygınlaşmaya başlıyor. Hatta yıllar önce Hong Kong’ta 8K testleri bile başarıyla gerçekleştirildi. HD çözünürlük gelişmiş ülkelerde artık terk edilmeye başlandı. Buna rağmen ülkemizde, dünyada pek kullanılmayan ve neredeyse konuşulmayan SD yayınlar hala HD ile birlikte iletilmeye devam ediyor. TV kuruluşları rasyonel olmayan bu formatı kullanmaya son vermeleri halinde uydu kapasitelerinin gereksiz ve efektif olmayan kullanımına da son vermiş olacaklardır.

Özetle, izleyicilerin evlerindeki, TV ekran boyutlarının her geçen gün büyümesi TV kuruluşlarının kısa süre içinde 4K formata geçmesini zorunlu hale getirmiştir. 4K çözünürlük ve görüntü kalitesi, sosyal medya ve internet üzerinden iletilen yayın ve içeriklere gerçek bir alternatif olacaktır. Yayın kuruluşlarının UHD 4K’ya geçmeye karar vermeleri halinde; resim, ışık, makyaj, yakın plan çekimlerinde kalite daha da artacaktır.

İletim tekniğindeki aynı değişikliklerin radyo yayınlarında da yapılması gerekiyor. Hali hazırda Türkiye’de ulusal, bölgesel ve yerel yayıncı sayısı 1000’den fazladır. Bu radyo kuruluşları hala analog yayınlarını frekans modülasyonlu olarak 87.5 ile 108 Mhz arasındaki frekans bandından 200 Khz aralıkla iletmeye devam ediyor.

Taşıyıcıların 200 Khz aralıklı olarak bu bandtan iletilmesi özellikle megapollerde yayınların çok sayıda olması nedeniyle ciddi enterferanslara neden olmaktadır. Örnek olarak İstanbul’da aynı anda 100 radyo kanalının 200 Khz aralıkla yayın yapması ise Avrupa Yayın Birliği’nin (ITU) 300 Khz standardını ihlal etmektedir. Bunun sonucu olarak komşu frekansların birbirlerini etkilemesi kaçınılmaz olmaktadır.

Çözüm olarak Avrupa’da ve ABD’de 1990 yılından itibaren FM frekans bandında ya da diğer frekans bantlarından yapılan DAP (Digital Audio Broadcast) DAB + DRM, Digital Radyo yayın tekniklerinin uygulanmaya başlanmıştır.

Bu teknik, ses kalitesi ve taşınan yayın sayısının artmasına imkân vermiştir. Ayrıca bu frekanslardan başka yararlı informasyonların da yayınla birlikte iletilebilmesi radyo yayıncılığını ilginç hale getirecek ve analog yayınlardaki sınırlı sayıdaki yayınların iletimi, enterferans ve intermodülasyonları da sona erdirecektir. Elbette karasal ve dijital radyo yayıncılığının yapılması ya da yapılmasına karar verilmesi faydalı olmakla birlikte diğer yayıncılarda olduğu gibi iletim internet üzerinden yapılan mecralara evrilmektedir. Yayıncılıkta klasik yöntemler hızla terk ediliyor. Radyo yayıncılığı da bundan etkileniyor. Yayın ağlarının kurulması, işletilmesi ve sürekliğinin zor ve zahmetli olması ayrıca ekonomik olmaması, güçlü müzik platformlarının kurulması bunu tetikleyen etkenler oluyor.

Öyle görünüyor ki yakın gelecekte radyo ve televizyon yayınlarının iletiminin verici ve uydular üzerinden yapılmasından teknik, ekonomik ve stratejik nedenlerle vaz geçilecektir.