2000 yılıydı. O yıl biraz maceralı geçen bir yıl oldu benim için. Tellabs’ın eğitim tesislerinde Focus LX/NM2100 Operation&Maintenance kursu almak için Danimarka’ya gittik. Yanımda Türk Telekom’dan mühendis arkadaşlarla birlikte, bizimle birlikte gelen Karadenizli bir arkadaşım vardı. Kurs aldığımız yer Kopenhag’ın dış banliyösü şeklinde bir teknokentti. Konakladığımız otel de buradaydı. Daha ilk gün, sabah kahvaltısında değerli arkadaşım ilk şikayetini yaptı. Masanın üzerine konulan haşlanmış yumurtaların üzerinde kaynama süreleri yazılmış. 3 dakika- 5 dakika ve 10 dakika diye. Bizimkisi “1 dakika kaynamış isterim” diye tutturdu. Kendisini zor ikna ettik!
Akşamları otelin bodrum katında masa tenisi oynuyorduk. Haydarpaşa Lisesi yıllarından kalma tecrübemle tüm rakiplerimi yenmiş finalde Adana Türk Telekom’dan Özcan isimli arkadaşımla eşleşmiştim. Oyunda ben, servislerde Özcan Bey iyiydi. Nitekim oyunla olmasa da servis atışları ile bizi devirdi.
Eğitimi Jesper Groth adında Danimarkalı bir mühendis veriyordu. Avrupa ülkelerinde eğitimleri zevkli kılmak için arada sosyal etkinliklerde düzenlenir. Groth bir gün dersin sonunda “Yarın sizi yarıştıracağım” dedi. Zannettik ki öğrettiklerinden bizi sınava çekecek!
Ertesi gün kurs başladı ama ne sınav ne mülakat var. Ders tamamlanınca Groth buluşmak için saat 18:00 gibi Kopenhag’da bir restoranın adresini verdi. Arkadaşlarla birlikte banliyö trenine binip Groth’un tarif ettiği restoranı bulduk. Yemeğimizi eğlenceli şekilde yedikten sonra hocamızın ayarladığı minibüse bindik ve bir kapalı salonun önünde indik. Groth bizi kapalı alanda yarış arabalarıyla yarıştırmaya getirmiş. Önce sıra numaralarımızı aldık, sonra yarışçı kostümleri ve kaskımızı giydik. Sırayla start verildi. Bizim Karadenizli kuraya göre ilk sırada yarışa başladı. Yarış başlayınca arkadaşların birkaçını geçtik, bazıları ise bizi geçti. Üçüncü tura girerken Karadenizli arkadaş aracını kenara çekmiş elinde direksiyon simidi kızgın bir halde bekliyor. Ne oldu diye durdum. Bu arada bir iki arkadaş bizi geçti. Hocamız ise bana parkurun dışından devam et diye işaret yapıyor. Devam ettik ve yarışı ikinci olarak tamamladık.
Yarışın ardından minibüste Karadenizli arkadaşla muhabbet ettik. Yarışı kazanma hırsıyla öyle sıkı tutmuş ki arkadan gelenin önüne keskin şekilde kırınca direksiyon simidi elinde kalmış. Yani direksiyonu kırmış.
Davetlimiz olarak eğitime katılan Türk Telekom personelini de hafta sonu ufak bir şehir turunun ardından yemeğe götürmeyi planladım. Önce Kopenhag’ın meşhur bahçesi/parkı Tivoli’ye gittik. Ufak ama yemyeşil bir parktı. İçerisinde eğlenceye ve görsele dönük bir sürü yapıt vardı. Kapı girişinde “Fotoğraf çekmek yasak” uyarısı bulunuyordu.
Alan küçük olduğu için parkı kısa sürede dolaştık. Meydana yakın bir Türk Lokantası vardı. Orayı daha önceki gelişimde rezerve etmiştim. Lokantaya girdiğimde çok sayıda Türk vatandaşı olduğunu gördüm. Cam kenarını kapatmış bir masada 10-15 Türk yemek yiyordu. Baktım ki Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden üst düzey birkaç bürokratın içinde bulunduğu bir ekip. Aynı zamanda başkan yardımcısı olan arkadaşıma “Hayırdır? Ne işiniz var burada” diye sordum.“Bizi başkan görevlendirdi, Kopenhag’daki ünlü Tivoli Parkı’nın resimlerini çekin Ankara’ya adapte etmeye çalışalım”dedi. Arkadaşa “Kapı girişindeki fotoğraf çekmek yasaktır” yazısını hatırlattım. Hafif bir tebessümle “O yasak bize işlemez, kaç tane resim çektik” dedikten sonra bastırdığı fotoğrafların birkaçını bana gösterdi.
Yemek sonrası vakit biraz geç olmuştu. Kopenhag’ın o meşhur Copenhagen City Hall meydanında sıra sıra dizilen bir taksiyi çağırdım. Şoför baktım bize benziyor. Konya Kulu’danmış. “Taksicilerin çoğu bizim oralıdır” dedi ve “Galatasaray’ın UEFA kupası için maç yapmaya geldiğinde Arsenal’in fanatik seyircilerini bu meydandan biz püskürttük”diye övünerek anlattı. “İyiymiş” dedim.
Tellabs’ın eğitimini 24 Kasım 2000’de tamamlayarak, ekipteki arkadaşlarla birlikte yurda döndük.