Atatürk’ün veciz ve anlamlı ifadelerinden biri de “İstikbal Göklerdedir” sözüdür. Söylendiği tarihten itibaren anlam ve etkisini sürdüren bu ifadenin son 50 yılda teknolojide yaşanan büyük gelişmelerle birlikte “İstikbal Teknolojidir”e evrildiğini kolayca söyleyebiliriz.
Klasik savaş makinaları tank, top, her türlü ateşli silah, uçaklar, SİHA, İHA ve benzeri uçan makinalar, deniz ve karada çalışan savaş araçları, her türlü atış kontrol sistemleri, yakın veya uzak menzilli füzeler ve bunlara ilave edilen bildiğimiz veya henüz bilemediğimiz yüzlerce sistem, yani kısaca akla gelen tüm savaş makinaları teknolojiyi kullanmaktadır. Bu sistemler bir ülkenin bekası, istiklali ve istikbali için olmazsa olmazıdır.
Konvansiyonel savaş sistemleri araç ve gereçlerinin önemi her geçen gün azalsa da vazgeçilmezliği devam etmektedir. Ancak bilinmelidir ki bu sistemlerin tamamı yüksek teknolojiyi kullanmaktadır. Bu tam anlamıyla yarışta yer alan ülkeler arasında yıkıcı bir rekabete yol açmaktadır. Bu rekabette ön alan ülkeler diğerleri için bir tehdit haline gelmektedir. Bunun dramatik örnekleri son çeyrek yüzyılda ülkeler arasında yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir.
Savunma ve savaş teknolojileri dışında, ekonomi, iletişim, sağlık, tıp bilimi, ulaşım, turizm, enerji ve üretim süreçleri kısaca yaşadığımız her sektörde teknolojinin son hali yoğun şekilde kullanılmaktadır.
Bilgiyi üreten elbette teknolojiyi de üretmektedir. Her ikisini üreten grup ülke veya klikler tekel olmaktadır. Bu tekel kendince uygun gördüğü kadar bilgiyi ya da teknolojiyi serbest bırakmaktadır. Bu alanda regülasyonları kuran ve denetleyenler de yine onlar olmaktadır.
Kısaca, bilgi ve teknolojiyi üretenler lisanslamayı da tekellerine almaktadır. Lisanslama ise gelirin, refahın, zenginliğin ve dolayısıyla toplumların yükselmesi için olmazsa olmazdır.
Bu durum bir süre sonra “Kural ve Altın” döngüsüne benzemeye başlamaktadır.
Elbette bunlar bilinen gerçeklerdir. Buna karşın son yıllarda ülkemizde, özellikle savunma sanayinde elde edilen başarılar, yüksek teknolojili savunma araçları diğer üretici ülkelerinde takdirini kazanmıştır. Bu araçlarda kullanılan teknoloji ve yerli üretim oranlarının daha da yükselmesi temennimizdir.
Genel geçer örnekleri verelim; Herhangi bir ülke parası ya da gücü de olsa uzaydaki LOW-ORBİT alçak yörünge dışında izin almaksızın bilimsel ya da ticari kaskat uydu sistemlerini gökyüzüne gönderemez.
Kullanılan uydu teknolojilerinin tüm kullanım aviyonik ve yörünge izinleri atış kontrol sistemleri ve atış kontrol bölgeleri de dahil olmak üzere izin almadan Baykonur (Rusya-Kazakistan) ve Güney Amerika’daki Fransız Guyana’sından izinsiz yollanamıyor. Ticari kullanımdaki güçlü uydu erişim amplifikatörleri ve yardımcı erişim sistemleri, kameralar, kurgu sistemleri, online cihazlar, kodlayıcılar ve kod çözücü cihazlar lisanslamaları da buna dahildir. Lisanslarını yenilemezseniz onları bir daha performanslı kullanamazsınız.
Daha basit bir örnek olarak kullanmış olduğumuz telefon denilen tuhaf cihazın belli aralıklarla güncellemelerini yapmazsanız onun faydalı ve yeni uygulamalarını da kullanamazsınız. Bir süre sonra o cihaz da kullanılamaz hale gelecektir.
Peki bu lisansları, üretim tekniklerini, hardware uygulamalarını, hülasa süreçleri kontrol eden bir mekanizmadan bahsetmek gerekmez mi acaba? Ülke olarak bizler bu sürecin ve grubun neresindeyiz?
Değişik sosyal platformlarda bilim adamlarımız biteviye yeni teknolojilerin her dalında meydana gelen güncel gelişmeleri yazıyor anlatıyor ancak ne tuhaf ki analizlerine yurtdışında yapılmış araştırma ve çalışmaların rapor linklerini ilave etmeyi unutmuyorlar! Ülke olarak bu alanda da yer almalıyız. Bilim insanlarımızın da kendi araştırma ve laboratuvar çalışmalarının çok sayıda yabancı dergilerde yer alması için daha fazla gayret göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bilimsel buluşlarımız ve patentlerimiz neredeyse yok denecek kadar az. ABD’de günlük yüzlerce patent başvurusu oluyor. 2022 yılı patent (PCT) performansında Çin, ABD ve Japonya zirvede. Türkiye ise 16. sırada! Belki de ilk 5’e giremeyişimizin sebeplerinden biri de budur! Üniversiteler, üretici ve girişimciler, meslek odaları ve diğer tüm paydaşların devletin regülasyon kurumları ile birlikte daha dinamik ve stratejik bir yapı kurması bu yarışta yer almamızı da sağlayabilir. Böylece dünya barış ve adaletini sözde dizayn eden 5’li gruba biz de dahil olur hatta çeşitli küresel ve bölgesel olaylara müdahale bile edebiliriz!
1215 yılında Salisbury katedralinde imzalanan Magna-Carta /Carta Libertatum anlaşması evrensel insan hakları, adalet ve hukuktan bahsetmesine rağmen evrensel hukuk, vicdan ve diğer tüm insani değerler ülkelerin çıkarları için yok varsayılmaktadır. İşte bu haklı ve gerekli nedenlerle bu alanda teknolojiye ve bilime her zamankinden daha fazla önem vermek zorundayız. Son bir ay içinde yaşanan zulüm ve katliamlar da bu zorunluluğu bize göstermektedir.
Özetle, Teknoloji ve Bilgiyi üretemeyen, kullanmayan, birey, toplum ve ülkelerin bunları üretenlerin tahakkümü altına girmesi ve çeşitli beka sorunları yaşaması kaçınılmaz hale gelecektir.
https://youtu.be/LDXFaB6n6mM?feature=shared