Hafta sonu gezilerini tamamladıktan sonra pazartesi günü tekrar işe koyuldum. 23 Şubat günüydü. Ofiste beni bayanlar karşıladı. Onları o derece etkilediğimi düşünmüyordum. Ellerinde çiçeklerin yanı sıra en asık suratlı olanın bile yüzünde bir tebessüm vardı. Ne olduğunu önce anlamadım. Salona geçtim. Ofisteki bayanlar telaşla koşturuyordu. Salonun her yanı balonlarla, bayraklarla donatılmış, masanın üzerinde de envaı çeşit pastalar, börekler, meyveler ve çeşit çeşit içecekler vardı.
Şaşkınlığımı anlayan Rus kökenli genç mühendis arkadaş yanıma geldi. Ve durumu izah etmeye çalıştı. O gün “ERKEKLER” bayramıymış ve bütün bayanlar erkeklere hizmet etmek için seferber olurmuş. Keşke ülkemde de böyle bir bayram olsa diye içimden geçirmedim değil! Rus arkadaşın anlattığına göre bayramın hikayesi Kızıl Ordu’nun Alman işgalcilerini Narva ve Pskov bölgelerinden püskürttüğü 23 Şubat 1918 gününe kadar uzanıyor. Savaşın bitiminin ardından cepheden eşleri ve oğulları evlerine dönen Rus kadınlar bayram etmiş. Bu nedenle Rusya'da her yıl 23 Şubat günü, “Vatanın Savunucuları Günü” ya da “erkekler günü” olarak kutlanıyormuş!
Mesele anlaşılmıştı. Biraz sonra elinde gitar, akordeon ile salona giren genç arkadaşlar bize Rus müziğinden kimi zaman duygu yüklü kimi zaman da hareketli parçalar çalmaya başladılar. Özetle o gün öğlene kadar bir iş yapmadık. Çalışmaya öğleden sonra başladık. Sistemi Cable&Wireless ağına bağlamamız ve çalıştırmamız gerekiyordu. Cable&Wireless ağının karşı ucundaki teknik ekiple 2 gün içinde irtibatı kurduk ve çarşamba günü tüm sistemi ayağa kaldırdık.
Dönüş biletini cuma gününe almıştık. Aradaki bir gün yani Perşembe boşa çıkmıştı. Almatı’yı kendim dolaşayım istedim. Zaten otelimde şehir merkezine bir hayli yakındı. Kahvaltı sonrası yürüyerek şehrin ana meydanına indim. Meydanın bir köşesinde, kış günü bir yığın insanın o kış günü bekleşiyorlardı. Biraz yanaşınca boyunlarına asılı mukavva üzerine yazılı levhalar olduğunu fark ettim. Rusça yazılı olduğu için anlayamadım ama yanımdan geçen yabancı olduğu belli birini çevirdim ve “Bunların boynunda asılan kâğıt levhada ne yazıyor?” diye sordum. Ve anlatmaya başladı: Bu kişiler işsizmiş ve iş arıyorlarmış. Söz konusu levhada ise uzmanlık alanları yazıyormuş. Yani eleman aramaya kalkıştığınızda buraya geliyor, boynuna astığı beceri ve ustalık özelliklerine göre adam seçebiliyorsunuz.
Şehri iyice dolaştıktan sonra –bir ara hakkında doküman hazırladığım- ülke eğitim sistemlerini de yakından göreyim istedim. Meydana açılan bir alan da büyükçe bir okul görünce binaya girdim. Karşıma pek de Kazak Türklerine benzemeyen bir güvenlik görevlisi çıktı. Çok az İngilizce biliyordu. Kendisi aslen Alman kökenliymiş. “Ne işin var buralarda?” diye sorunca II. Dünya Harbi esnasında ailesiyle birlikte Orta Asya’ya sürüldüklerini, tıpkı Koreliler ve Ahıska Türkleri gibi buraya yerleştirildiklerini anlattı. Ufak bir sohbetin ardından beni okul idarecisi ile görüştürdü. Kendilerine bir derse girip dinlemek istediğimi belirttim. Sağ olsunlar anlayışlı davrandılar ve beni bir bayan tarih hocasının dersine soktular. İçeri girer girmez bütün sınıf ayağa kalktı, daha sonra Müdür bey ile ders hocası aralarında konuştuktan sonra beni nezaketle buyur ettiler. Ve arkadaki boş sıralardan birine oturdum. Konuşmaları anlamam mümkün değildi tabi ben de harita ve figürlerden anlam çıkarmaya çalıştım. Zaman zaman arkaya dönüp bana bakıyorlardı. 40 dakikanın ardından ders bitince hocaya teşekkür edip sınıftan ayrıldım.
Şehrin geri kalan kısmını; geniş parklarını, yeni yapılan cami ve parkın yanında yer alan güzel kiliseyi de ziyaret etmeyi unutmadım. Ertesi gün yolculuk vardı. Hacı Murat çoktan otelin kapısının önüne beni almaya gelmişti.
Havalimanına vardığımda THY, Taşkent yolcularını indirip, oradan Türkiye’ye gidecekleri almıştı bile. Şanslıydım uçak aktarmalı değildi, direk Türkiye’ye uçuyordu. Bir projenin daha sonuna gelmiştim.
https://youtu.be/cp8nQinro7Y?feature=shared