Birilerinin eli cebimizden çıkmıyor, sanki cüzdanımızla bütünleşmiş bir el.
Cebimize 100 TL koyuyoruz, anında 25 TL’si gidiyor. Birkaç dakika sonra bir 25 TL daha gitmiş. Durduk yerde, nedensiz bir şekilde cebimizdeki TL hızla eriyor.
Cebimizdeki parayı bırakın, cebimize girecek olan para, daha cebimize girmeden yoldayken eriyor. Bildiğiniz buharlaşıyor. Markete giderken her adımda değeri düşüyor. Çalışanlar her akşam marketi kapatmadan önce raflardaki ürünlerin fiyat etiketlerini değiştiriyor. En başarılı market çalışanı en çok satış yapan değil, en hızlı fiyat etiketini değiştirebilenler arasından seçiliyor artık! Trajikomik bir durumdayız!
100 yıl önceki Almanya ekonomisiyle durumumuz neredeyse aynı.
1923 Almanya’sında ibretlik durum şu şekildeydi:
Birinci dünya savaşından yenik çıkan Almanya’da 1923 yılı Ocak-Temmuz ayları arasındaki fiyat artışı %6865’di. Evet, yanlış okumadınız altı bin sekiz yüz altmış beşti. O yıllarda inanılmaz düzeyde karşılıksız basılan para ülkede hiperenflasyona, hiperenflasyon da ağır bir vergiye dönüşmüştü. O tarihlerde Mark bazında borcu olan Almanlar bayram ederken, aslında tüm ülkenin kaybettiğinin kimse farkında değildi. Paranın değersizleşmesi, mallara olan talebi arttırmış, mallar takas aracına dönüşmüştü. 100 yıl sonra aynı bizdeki durum gibi… Taşıt, arsa, ev… Paran neye yetiyorsa hemen TL’den kaçıp, mala yatırım yaptığımız gibi... Enflasyonun gelecekte daha da artacağını düşünen herkesin ihtiyacından fazla almaya devam etmesi gibi.
Almanya’da, 1923 Temmuz-Kasım aralığında, 4 aylık bir dönemde gözlenen fiyat artışı yaklaşık %374.000.000. 1923 Kasım’ında 1 Amerikan Doları 4.210.500.000.000. Evet, tam dört trilyon iki yüz on milyar beş yüz milyon mark düzeyindeydi O tarihlerde Almanya’da çalışanların ücretleri her gün ayrıca müzakere edilmekte, kredi kartı henüz olmadığından, alışveriş için el arabaları ve bavullar ile para taşınmaktaydı.
Bir somun ekmek 200 milyar Mark’tı. Para basmak için 300 kâğıt fabrikasının ürettiği kâğıttan 2000 matbaa gece gündüz çalışmak zorundaydı.
Hiper enflasyonun geldiği nokta trajikomik vakaların yaşanmasına da yol açıyordu. Örneğin; çalışanlar artık günde üç defa maaş alır duruma gelmişti. Çalışanlara ücretleri verildiğinde ayrıca yarım saat izin veriliyor, iş yerine gelen eşleriyle birlikte çalışanlar aldıkları paranın değerinin kaybolacağını bildikleri için hemen alışverişe koşuyorlardı.
Herkes ellerindeki paradan kurtulmak için büyük bir gayret içindeydi. 1923 yılı sonunda Berlin’de parayı sobada yakmak, odun almaktan daha karlı hale gelmişti… Almanya’nın hikayesi böyle devam edip gidiyor. Ama hikâyenin sonu hiç iyi bitmedi. Ekonomide yaşanan bu durum ülkede Nazileri iktidara taşıdı. Naziler ise 2. Dünya savaşında ülkeyi tamamen yıkıma götürdü. Bütün bunlar 100 yıl önce Almanya’da yaşanan gerçeklerdi.
Şimdi gelelim bizim hikayemize… Bizim hikayemiz iyi gitmiyor maalesef. Sakın yanlış anlamayın, 100 yıl önceki Almanya gibi olacağız demiyorum. Ama hikayemizi doğru kurgularsak, yaşananlardan ibret alırsak 100 yıl sonranın, 2023’ün Almanya’sı olabiliriz. Almanya 1. ve 2. Dünya savaşının başlarında Avrupa’nın büyük kısmını işgal etti ancak her iki savaştan da mağlup ayrıldı. Sonra ne yaptı Almanya? Savaşla ele geçiremediği ülkeleri, ekonomik olarak ele geçirdi. Alman halkı çok ama çok çalıştı. Çok büyük fedakarlıklarda bulundu 1950’li yıllarda. Üretmeden hiç tüketmedi. 1950 sonrasında uzun yıllar dünyanın 2. en büyük ekonomisi oldu ve halen Avrupa ekonomisini domine etmeye devam ediyor.
Almanya’nın 100 yıllık yaşadıklarını inceleyince, biz ülke olarak komşu coğrafyalarımızda, bazı büyük stratejik hatalar yaptığımızı görüyoruz. Sonra bu hatalar geldi bizi enflasyonla evimizde vurdu ve vurmaya devam ediyor.
Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” özdeyişini, bir slogandan öteye götüremedik. İçini dolduramadık. Oysa fırsatlar ayağımıza birçok kez geldi. Ekonomimiz güçlendiği dönemlerde, Suriye, Irak, İran, Mısır, Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, Libya gibi komşu ve/veya ortak kültürel değerleri paylaştığımız ülkelere ekonomimizle soft power bir güç olduğumuzu gösterdik. Ama bu gücümüzü neye evireceğimizi, nasıl bir aparat olarak kullanacağımızı planlamadık.
Kısa vadeli yanlış stratejimiz geldi bizi enflasyonla yurtiçinde vurdu. Mültecilerle dolup taşıyoruz. Kayıt dışılık aldı başını gitti. Şu anda paramızın alım gücü hiç iyi değil ve gücümüz erimeye devam ediyor. Güçlenmemiz için önce üretim sonra tüketim demeliyiz. Güçlenmemiz için iyi ve kaliteli, katma değerli teknoloji üretimi ile nitelikli ve planlı eğitim yapmalıyız.
Temelleri hukuk-adalet-güven- öngörülebilirlik ilkeleri üzerine oturtulmuş, dayanıklı, kapsayıcı, üreten güçlü bir ekonomiye sahip olmamız gerekiyor.
Bunun için evimizin içini hak, hukuk, adalet ve güven ilkeleriyle aydınlatmamız lazım ki, bu ışık komşularımızı da aydınlatsın.
Öncelikle enflasyonun yarattığı hastalıklı, dezenformasyonist, panik halindeki, çılgın tüketimci ruh halinden çıkmamız gerekiyor. Sakin kalıp, temel ihtiyaçlar dışında harcama yapmamamız gerekiyor. Elzem olmayan harcamaları ötelememiz gerekiyor. Talep patlaması yerine arz patlaması yapmamız gerekiyor. Bu anlayışa ne zaman sahip olabilirsek işte o zaman ekonomik aydınlanmaya ereceğiz.