ANA AKIM MEDYA VE MARKA DEĞERİ

Ana akım medya diğer bir ifadeyle majör televizyon ve radyo yayıncılığının başlangıcı için 1992 yılına bakmalıyız. Bu tarihten itibaren hızla ve defacto olarak evlerimize misafir olan yayın tür ve sayıları hızla arttı. O tarihe kadar tahmin edilemeyecek kadar yüksek etkileri, bu gücü elde etmek isteyen girişimcilerin ilgisini yayıncılık sektörüne çekmeye başladı.

Gerçekten de bu etki öylesine yüksek ve iş görür olmuştu ki adeta iş hayatı, ekonomi ve diğer sorun yaşanan alanlar için sihirli bir değnekti. Yayıncılık alanında hızlı gelişmeler yaşanırken ve kontrol mekanizmaları henüz hayata geçirilmemişken özellikle Anadolu’da adım başı yerel ve bölgesel yayınlar görülmeye başlandı. Yayıncılar bir verici bir link (!) cihazıyla televizyon ve radyo istasyonları kuruyordu. Yayıncılık tam kontrolden çıkmaya başlarken 1994 yılında RTÜK’ün kurulması ve 3984 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle bu alandaki başıboşluk ve ‘kargaşa’ sona erdirildi.

Sınırlı frekans bantları nedeniyle yayınlar Ulusal, Bölgesel ve Yerel şeklinde 3 yayın tipi olarak tanımlandı. Yasayla ulusal yayıncı olmak için ise kanunda yer alan coğrafi kapsama için (sonradan nüfus olarak değişti) %70 erişim şartı getirildi. Bu yüzlerce verici kurma şartı anlamına geliyordu. Ulusal televizyon kurmak işletmek ancak yüksek yatırım ve işletme giderlerini karşılamakla mümkün olacaktı. Bu şartlar nedeniyle sınırlı sayıda televizyon kuruluşu ulusal yayına başlayabilmiş, kanal sayısının azlığı o yayın kuruluşlarının marka değerlerinin yükselmesini sağlamıştı.

İnternetin yaygınlaşması ve sosyal medyaya erişim yayıncılıktaki tüm klasik paradigmaların kökünden değişmesine neden oldu. 2000 yılından sonra televizyon ve radyo sistemlerindeki teknik gelişmeler, internetin ekonomik ve daha erişilebilir hale gelmesi, başta gençler olmak üzere izleyicilerin tercihlerindeki farklılaşma internet temelli tam etkileşimli yayınların ortaya çıkmasına neden oldu. Genç kuşak TV izleyicileri sosyal medyadan edindikleri alışkanlıkları internet üzerinden iletilen televizyon ve radyo yayınları için de kullanmaya başladı.

Başta major kanallar olmak üzere yayıncılık sektörü de bu değişime ayak uydurmaya başladı. Bir yandan klasik yayıncılık devam ederken diğer yandan da televizyon yayınları internet üzerinden “eşzamanlı” iletilmeye başlandı. Buna rağmen yeni izleyici profilinin interaktif olmayan bu yayınlara fazla rağbet etmediği görüldü. Gençler, sosyal medyada olduğu gibi internet üzerinden etkileşimli yayıncılığı tercih etmeye devam ediyor. Yayıncılıkta yaşanan bu evrim yeni ve başarılı girişimcilerin ortaya çıkmasını da sağladı. İnteraktif teknikler yeni yayın ve yayıncıları; programları kim, nereden, nasıl ve kaç kişinin izlediğini başka bir kuruluşa ihtiyaç duymadan anında tespit imkânı sunuyor.  

Sektörde yaşanan teknolojik gelişmelerle birlikte daha popüler hale gelen internet yayıncılığı ana akım televizyon ve radyo yayınlarına olan ilgiyi azaltırken, bu kanalların marka değerinin de düşmesine neden oluyor. Basit bir mukayese bu gerçeği açıkça ortaya koyacaktır: Uydu erişim, Uplink sistemleri, çok sayıda personel, yüksek maliyetli içerikler nedeniyle klasik yayıncılıkta her geçen gün karlılıklar azalıyor. Öte yandan “Bir oda bir masa” stüdyolarda az sayıda personelle 4K çözünürlük kalitesi sunan ekonomik ve interaktif yayınlar yapmak mümkün. Bu yayınların klasik kanalların ulaştığı kitleye erişiminin mümkün olması, rekabette internet yayıncılarını daha fazla öne çıkarmaktadır. Öyle ki yüzbinlerce kişiye ulaşan yayınların olduğunu görmekteyiz. Bu sürecin ilerleyen yıllarda internet yayıncılığını çok daha öne çıkarması sürpriz olmayacaktır.