TELEKOM ANILARI XIV: İRLANDA ve BABAM

 

Nortel’in veri ağı altyapısında kullanılan yeni ürünleri Passport’ların çıkınca Türk Telekom Bilişim Ağları bölümünde çalışan teknik elemanları tanıtım amaçlı İrlanda’ya davet ettik. Ekibin başına da beni atadılar. 2005 yılının Ekim ayında Dublin’e uçtuk. Doğrusu İrlanda merak ettiğim bir ülkeydi. Demo amaçlı eğitimin verileceği mekân ile otelimizin arası yürüyüş mesafesindeydi.
Bir ülkeye gitmeden önce –iş gereği de olsa- seyahat öncesi mutlaka çeşitli notlar çıkarırım. İrlandalı ünlü yazar Oscar Wilde’ın büyüdüğü evi kolaylıkla buldum. Otelimizden eğitim aldığımız binaya giderken hem evinin önünden hem okuduğu Trinity College’in önünden geçiyorduk.

Oscar Wilde’ın evi

Passport eğitimleri 10 gün sürecekti. Arada bir de hafta sonu vardı. Niyetim hafta sonu Kuzey İrlanda’ya geçmekti. Cuma akşamı, cumartesi sabahı için Belfast’a otobüs bileti aldım.  Ertesi sabah otobüse atlayıp yola koyuldum. Her taraf göz alabildiğine yeşillikti. İrlanda’nın sembolü haline gelen yoncalar kırsalı tamamen kaplamış üzerinde otlayan koyunlar güzel bir tablo oluşturuyordu. Kuzey İrlanda sınırında polis kontrolünden geçerken vizemin tek girişlik olduğu aklıma geldi. Kuzey İrlanda’ya geçmiştim ancak dönüşte İrlanda’ya tekrar nasıl girecektim. Beni kabul etmezlerse oteldeki eşyalarıma ne olurdu? Mihmandarlık yaptığım Telekomcu arkadaşlarım ne derdi, çalıştığım kurum bunu haber alırsa nasıl davranırdı? Adeta vücudumu sıkıntıdan ter bastı. Avrupa’da pek olmayacak bir şeyi yaptım. Otobüsü kullanan şoförün yanına gittim. Durumu anlatmaya çalıştım. Şoför pek bir şey olmaz diyordu ama ben ikna olmamıştım. En sonunda şoför bana “Pasaportunu getirir misin?” dedi. El çantamdan pasaportumu çıkarttım ve şoföre uzattım. Şoför bir yandan araba kullanırken bir yandan da hafif gülümseyerek ve Türkçe olarak “Yahu kardeşim beni neden uğraştırıyorsun, ben Türküm desen sana kolayca izah ederdim” dedi. Bana polis kontrollerinin sınırda pek nadir olduğunu, ama yine de gece yarısını geçirmemem gerektiğini tavsiye etti. Şoför Muğla tarafında turist rehberliği yaparken gönlünü bir İrlandalı kıza kaptırmış ve buraya yerleşmiş. Ama hiç memnun gözükmüyordu. “Muğla’da güneşsiz günümüz olmazdı burada yağmurdan bir şey göremiyoruz” dedi. Hanımını ikna edebilirse Türkiye’ye dönmeyi planlıyordu.  Belfast’ı akşama kadar dolaştım. Daha sonra indiğim zaman aldığım geri dönüş biletimle Dublin otobüsüne bindim. Ve az da olsa tedirgin olarak İrlanda sınırını geçip gece yarısı Dublin’e vasıl olduk.

Nortel yetkilisi iki gün süresince Passport’un yeni özelliklerini anlattı. Eğitime katılan her birimize de iki kalın ciltten oluşan NTP (Northel Telecom practice) dokümanlarını verdi. Son günü Dublin gezisi için ayırmışlardı. Bizi gezdiren genç arkadaş önce Dünyanın en büyük parklarından sayılan Phoenix Park’ının bir kısmını dolaştırdı.

Phoneix Parkı

Daha sonra rekorlara konu olan Guinness Storehouse’a götürdü. Guiness Bira Fabrikasını dolaştıran rehberimiz kitabın çıkış öyküsünü de anlattı. Rehberimizin verdiği bilgiye göre 1955 yılında fabrika genel müdürü, bir kaz hayvanıyla ilgili tartışmasından sonra belgeleme amaçlı kitap çıkarmaya karar veriyor ve kırılan her rekoru bu kitap ile tescillemeye başlıyor. Akşam bizi bir başka sürpriz bekliyordu. Vedalaşma için seçilen mekân U2 rock grubunun ortaya çıktığı mekandı. Burada sohbet koyulaşınca rehberimiz bizi de duygulandıran tarihten bir anlatıyı paylaştı. 19. yüzyılda tam 7 yıl süren İrlanda halkının maruz kaldığı açlık ve kıtlık döneminde (Gorta Mor) Osmanlı Padişahı Abdülmecit’in İngiliz Kraliçesinin karşı koymasına rağmen bu ülkeye nasıl yardım gönderdiğini anlatırken bir hayli duygulandık. Yardımlar İngilizlerin dikkatlerini çekmeyecek şekilde kuzeydeki Drogheda limanına götürmek zorunda kalır. Şu an belediye binasının kapısında”1847 Büyük İrlanda Kıtlığı, Türkiye halkının İrlanda halkına karşı cömertliğinin tanınması ve anısına” yazılı bir plaket çakılmış. Kasabanın armasına da bir ay yıldız ilave edilmiş.

Drogheda United Kulübünün Simgesi Türk Bayrağı
Ertesi gün sabahtan Dublin havalimanından İstanbul üzerinden Ankara’ya dönüş yaptık. Ama beni çok kötü bir haber bekliyordu. 1933 yılında henüz 13 yaşındayken kömür madeninde çalışmaya başlayan babamın hastalığı bir hayli ağırlaşmıştı. 1936 yılında devletleştirilene kadar ilk 3 yıl madeni işleten Fransızlar ile çalışan babam yabancı mühendislere çok ama çok imrenmiş. Biz okurken bize “Sizi mühendis yapacağım” diyerek motive ederdi. Nitekim 3 erkek kardeşten ikisini 8 saat madende geri kalan 8 saati de hamallık yaparak mühendis olarak yetiştirmeyi başarmıştı.

Benim karakalem çalışmam; Rahmetlik Babam

İrlanda’dan döndüğüm 28 Ekim 2005 akşamı bir hayli yorgundum ve ertesi gün yanına geçmeyi planlıyordum ki sabaha karşı acı haber geldi. Sevgili fedakâr babam 85 yaşında hayata gözlerini yummuştu. Mezarda adeta kuruyan bedenini toprağa koyarken bana yaşattıkları ve fedakarlıkları gözlerimin önünden film şeridi gibi geçip gitti. Mekânı cennet olsun…