
Türk Telekom'un gelecek nesil telekomünikasyon çözümleri sağlayıcısı şirketi Argela, Google’dan Deutsche Telekom’a kadar birçok dünya devinin üst düzey yöneticileri ve teknik uzmanlarını Ekim ayında İstanbul’da buluşturdu. Argela ve Netsia’nın artaklaşa düzenlediği ‘5G ve Şebeke Dönüşüm Konferansı’nda 5G’nin yapıtaşı niteliğindeki altyapı ve ağ teknolojilerinin gelişimi üzerine önemli değerlendirmeler yapıldı. Uluslararası çapta gerçekleştirilen toplantı öncesi Argela CEO'su Bülent Kaytaz’la konuştuk. Kaytaz, ICT MEDIA’ya hem Argela, hem de Silikon Vadisi’nde faaliyet gösteren iştirakleri Netsia’nın çalışmaları hakında bilgiler verdi, gelecek hedeflerini anlattı. Kaytaz, “En büyük heyecanım, bu ülkede milli, yeni nesil, büyük bir teknoloji şirketleri yaratmak” dedi.
ICT MEDIA: Sayın Kaytaz, mobil haberleşme sektörü gelişim ve yeniliklere hızlı bir şekilde devam ediyor. Buradan hareketle 5G’de son durum nedir, nereye gidiyoruz? 5G teknolojilerinde ki son durumu değerlendirir misiniz?
BÜLENT KAYTAZ: Dünyada büyük bir değişim yaşanıyor. Özellikle telekomünikasyon ve ICT dünyasında. Bu değişimin sürükleyicisi, yani üzerine oturduğu teknoloji, aslında en başta software-isation. Software-isation dediğimiz zaman Software Defined Network’ten bahsediyoruz. SDN deniyor bunun adına. Yani bir şeylerin artık donanımdan bağımsız olarak yazılım tabanlı yapılması. Eskiden biliyorsunuz klasik şebekelerde telekom operatörleri santraller alırdı, baz istasyonları alırdı. Bir takım uygulama platformları alırdı. Bir takım abonenin verilerinin üzerine oturduğu platformlar alırdı, ücretlendirme platformları… Bütün bu altyapılar genelde üreticilerin verdiği donanımlar ve o donanımların üzerine kendi koyduğu yazılımlarla oluşturulurdu. Dolayısıyla burada vendor lock-in dediğimiz şey, yani satıcıya bağımlılık, hala bugün için de bu geçerli, bütün networklerde en önemli problemlerden bir tanesi. Operatörler açısından da bunun yarattığı sıkıntılar bir tanesi tabii maliyeti yüksek, çünkü alternatifin yok. Eğer donanımı bu üreticiden alıyorsan onun üzerindeki uygulamayı da ondan alman gerekiyor. Bu büyük bir bağımlılık yaratıyor. Böylece vendor lock-in dediğimiz olay ortaya çıkıyor. Bunun yarattığı sıkıntılar ne? Bir, genelde üreticilerin size kendi aralarında hatta anlaşarak size empoze ettikleri ücretleri kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. İki, değişiklik istediğiniz zaman da onların koşullarında bu değişiklikler gerçekleşiyor. Yani önce arabayı alıyorsunuz ama o arabayı bakıma soktuğunuz zaman ya da o arabada ek özellikler istediğiniz zaman neredeyse bazı durumlarda arabadan daha fazla fiyat ödemek durumunda kalıyorsunuz. Zaman da kaybediyorsunuz. 5G aslında şöyle bir şey değil, “Şu kadar megabyte hızımız vardı, şimdi şu kadar gigabyte’a çıkarttık” diye yalnızca wireless taraftaki bir hız artışından ibaret değil. Dünya da bunu böyle görmüyor artık. 5G büyük bir yazılım tabanlı dönüşümün, toptan bir teknolojik dönüşümün ismi. Yazılım tabanlı hale geliyor. Yazılım tabanlı hale gelmek ne demek? Software-isation’dan bahsediyoruz ama bunun bir sürü bacağı var. Bunların bir tanesi artık bizim bildiğimiz uygulamaların, servislerin, bunların da yazılım tabanlı hale gelerek, VNF denilen, Virtual Network Function’lar haline gelmesi. Bunun da ismi komple NFV denilen Network Function Virtualization. Network Function Virtualization sizi aslında bütün şebekede kullandığınız uygulama ve servislerin artık donanımdan bağımsız olarak yazılımla, bir server üzerinde bir cloud üzerinde gerçeklenmesi. Yani ben bir artık altyapılarımda benim artık cloudlarım olacak. Bulutlar olacak. Bunlar hem merkezde olacak hem de uçlarda olacak. Uçlardaki cloudlar nasıl olacak? Bunlara edge cloud deniyor genelde. Şunu düşünün, bugün işte Türk Telekom’un elinde, diyelim TTNet, eskiden pop noktaları vardı. Yani servis sağlayıcı olarak siz aboneye yakın yerlerde ADSL modemlerinizi bağlayabileceğiniz, fiber bağlantılarınızı yapabileceğiniz, kurumsal şeylerden gelen VPN’lerinizi sonlandırabileceğiniz, kurumlardan gelen enterprise VPN’lerinizi sonlandırabileceğiniz, Wifi hotspotlarını hatta yönetebileceğiniz pop noktaları vardı. Şimdi 5G dünyasında ise bu pop noktaları aslında birer cloud haline geliyor. Yani bir veri tabanı merkezi cloud. Ve bütün bu özellikler de onun üzerinde aynı bir bilgisayarın üzerinde koşan yazılımlar gibi network functionlar haline geliyor. Yani benim ne kadar çok kapasiteye ihtiyacım varsa aslında o kadar çok kapasite için gidip ona özgü yazılım ve donanım almıyorum. Aynı bir server üzerinde farklı bir virtual machine’i ayağa kaldırarak bunları sağlayabiliyorum. Donanım tarafında SDN denilen şey aslında bütün switchlerin sanallaştırılması ve standart bir protokolle kontrol edilmesi.. Bu openflow’du, şimdi P4 gibi teknolojiler de var. Bunlarla kontrol ediliyor donanımlar. Dolayısıyla ben switchlerimi artık gidip Cisco’dan, Juniper’dan belli başlı vendorlardan almak zorunda değilim. White box switchler kurup bunu da standart protokollerle kontrol edebiliyorum. Dolayısıyla switching, yani anahtarlama, altyapım da benim aslında sanallaşıyor. Bunu SDN sağlıyor. Öbür taraftan da uygulamalarım da sanallaşıyor. Bunu da NFV sağlıyor. Dolayısıyla SDN ve NFV iki tane teknoloji 5G’yi drive eder. Bir tanesi benim altyapımı sanallaştırıyor. Switch’imi, router’ımı, voice over IP cihazlarımı sanallaştırıyor ve bunları kontrol edebiliyorum bir kontrol noktasıyla. Dolayısıyla eskiden internette olduğu için hub by hub değil de yani “O paket gelsin, onu orada açayım, ondan sonra onu buraya yollayayım” yerine, merkezden bunu dinamik olarak programlayıp yönetebiliyorum. SDN bu. NFV de benim bir sürü network function’ım var. İşte network to network interface’lerim var, mobile authentication şeylerim var. Değişik uygulamalarım var. Mobile management merkezlerim vs. ücretlendirmelerim hepsi bunlar da Network Function haline gelip aynı bilgisayar üzerinde, uygulamalar gibi bir veri tabanı merkezinde bir cloud üzerinde, aslında serverlar üzerinde, network function olarak hayata geçiriliyorlar. Bu iki teknoloji çok önemli. Şimdiye kadar nelerden bahsettik: SDN’den bahsettik, NFV’den bahsettik. Yani uygulamaların sanallaştırılmasından bahsettik, altyapının sanallaştırılmasından bahsettik. Bunların yazılım ile kontrolünden bahsettik. Cloud’lardan bahsettik. Çünkü bütün bu altyapı cloudlar üzerinde oturacak dedik. Bu merkezler üzerinde cloudlar olacak ve uçta cloudlar olacak dedik. Merkezdeki cloudlarda orkestrasyon denilen bütün network’ü kontrol eden yöneticiler, birimler var. Yönetici yazılımları var. Yani benim şimdi diyelim ki Diyarbakır’da şu kadar baz istasyonuna şu kadar optik aboneyi sonlandırma ihtiyacım var diyoruz merkezden. Diyarbakır’daki cloud’a gidiyor. Otomatik olarak o cloud üzerinde bu fonksiyonlar ayaklanıyor, oradaki insanlara hizmet etmek için. Bunu merkezden kontrol edebiliyor. Düşünün bunun getirdiği esnekliği, kolaylığı ve en önemli şeyi söyleyeceğim 5G’de. Bakın bugün dünyada iki yıl içinde bahsedilen rakam 1 trilyon cihazın internete bağlı olacağı, minimum. 1 trilyon cihaz internete bağlı olacak. Akan trafik bildiğim kadarıyla yine aylık neredeyse 100 exabytes. Yani 1 exabyte 1 milyar GB demek. Öyle düşünün. Akan trafik bu kadar. Connectivity ihtiyacı çok yüksek.
ICT MEDIA: Sayın Kaytaz tüm bu süreçler nasıl yönetilecek, artık herşey bulutta mı olacak?
BÜLENT KAYTAZ:Trafik gittikçe artıyor. Bu kadar büyük bir trafiği yönetmek ve bu kadar çok fazla cihazı yönetmek ve bunları bir şekilde değişik bağlantı mekanizmalarıyla şebekeye bağlamak gittikçe güçleşiyor. Bu da ama bir ihtiyaç. Bunu başarmanın tek yolu şu anda 5G’de kullandığımız bu software-isation dediğimiz yani sanallaştırarak bir takım şeylerin yazılım tabanlı hale getirilmesi ama ondan da önemlisi bir takım kaynakların ortak kullanılmasıdır. Yani artık kaynak dediğim şey nedir? Bir server üzerindeki uygulama ya da bir networkteki bir switch ya da router da olabilir, server’ın kendi de olabilir. Donanımsal kaynaklar olabilir, yazılımsal kaynaklar olabilir. Bu kaynakların ortak kullanımı, ama bu ortak kullanımı yaparken de herkesin kendi her operatörün her servis sağlayıcının ya da her kişinin ya da her servisin kendisinin özel olarak kullanacağı bir şekilde organize edilmesi işine dilimlendirme deniyor. Yani ben şebekemi dilimlendirerek o şebekedeki kaynakları bir dilime, yani bir kesit alıyorum şebekeden, o dilime atıyorum; o kaynaklar ve o dilim benim oluyor. Bunun 5G’de nasıl olabileceğini şöyle hayal edelim. Türkiye’de yapılması gereken bir şey olarak da söylüyorum. Ortak bir 5G core altyapısı var. Bu altyapıyı biz kurduk. Ne kurduk, işte donanımı ile yazılımı ile yazılım tabanlı olarak bulutlarıyla yani baz istasyonlarını kurduk. Artık baz istasyonları 5G’de böyle kendi donanımı ile yazılımı ile anteni ile her şeyin içinde olan yapılar olmayacak. Baz istasyonunun bütün kontrol birimleri yönetim birimleri cloud’da olacak. Yalnızca antenler ve ilgili RF denilen radyo kısmı sahada olacak. Ama bu ne demek, ben bir sürü baz istasyonunu aslında ortak bir yazılımla kontrol edebileceğim. Her baz istasyonuna da gidip de harcamam gereken donanım ve yazılım lisans ücreti yerine aslında merkezde ortak bir yazılımla bütün bu baz istasyonlarını yönetebileceğim. 5G’nin getirdiği en önemli şeylerden biri cloud run denilen şey yani bulutta çalışan baz istasyonu. Bizim yıllardır Amerika’da patentini alarak geliştirmesini yaptığımız ProgRAN denilen ürün de bu. Argela, Netsia olarak geliştirdiğimiz ProgRAN denilen ürün de programlanabilen, yazılım tabanlı bir baz istasyonu. Programlanabilen ve dilimlendirilebilen. Yani ben bir baz istasyonunu dilimlere ayırıyorum, diyorum ki “Bu dilimi sana veriyorum sen kullan.” Sen kim olabilirsin, sen bir hastane olabilirsin, sen polis olabilirsin, sen bir devlet kurumu kuruluşu olabilirsin, sen askeri bir kurum kuruluş olabilirsin hatta kişi olabilirsin, önemli bir kişi olabilirsin. Ya da sen o baz istasyonunun altından geçen bir ambulans olabilirsin içinde doktorların ameliyat yaptıkları. Ben o dilimi, o baz istasyonu kaynağını ona dinamik olarak tahsis edebilirsem dolayısıyla geri kalanı da normal kullanıma ayırabilirsem ama o sırada başka bir şey daha oluyor. Bir kaynağı da ona tahsis ediyorum. Böylece bu dilimlendirdiğim baz istasyonunun frekansı, havadaki kaynağı, dilimlendirdiğim kaynağı böylece kişiye özgü, uygulamaya özgü olarak atayabiliyorum. Bunu kontrol edebiliyorum, programlayabiliyorum. Yani teorik olarak şunu yapmak mümkün. Türkiye’deki bütün 5G baz istasyonlarını bu özellikle donattığımızı düşünelim ve ileride ULAK’ın da yapacağı baz istasyonlarına bu özelliği koyduğumuzu düşünelim. Programlanabilir ve dilimlendirilebilir bir baz istasyonu ağı kurduk Türkiye’de. Bunu devletin kurduğunu düşünelim.
Baz istasyonlarını da böyle sanallaştırılmış bir şebekeye 5G core şebekesine bağladığımızı düşünelim. Bu baz istasyonu dediğim şey artık baz istasyonunun kendi değil daha çok bu merkezi cloud’da olan kontrol birimleri ile ve de merkezde olan kontrol birimleriyle bu altyapıyı gerçekleştirdiğimizi düşünelim. Bu özelliği ULAK baz istasyonlarına kattığımız zaman ve bizim şu anda yine üzerinde çalıştığımız Multi Access Cloud dediğimiz bu bulut altyapılarını bütün Türkiye genelinde kurduğumuz zaman, daha doğrusu olan altyapıyı da bulutlaştırdığımızı düşünerek söylüyorum bunları. Biz merkezden bütün Türkiye’nin kablosuz şebekesini, hatta fiber şebekesini programlayarak, kontrol ederek ve istediğimiz kadarını istediğimiz servis sağlayıcıya, istediğimiz devlet kurumuna kullandırarak güvenli bir şekilde, yine gerekli güvenlik algoritmalarını da uygulayarak siber güvenlik önlemlerini alarak bu şebekeyi herkesin kendi özel şebekesi gibi kullanmasını sağlayabiliriz. İhtiyaç halinde bu kapasiteleri de artırarak daha fazla radyo kapasitesi, daha fazla core’da kapasite, daha fazla server’larda kapasite ve daha fazla uygulamadan daha fazla insan bağlanıyorsa mesela bir video rendering yapıyorsanız, AR, VR uygulaması yapıyorsanız, çok fazla sayıda şeye ihtiyaç varsa, kaynağa ihtiyaç varsa, o kaynakları o uygulama için tahsis edebiliriz. Dolayısıyla bütün bunları yapabilecek yetkinliğe inanın biz sahibiz. Yani biz Netsia olarak Argela olarak ve Türkiye’de ULAK olarak, onlar da önemli işler yapıyor, bir ekosistem kurarak yine bizim gibi firmaların içinde olacağı büyük bir ekosistem kurarak yerli ve milli olarak bu 5G altyapısını tek bir altyapıyı, core altyapıyı milyarlarca dolar harcamadan, her operatörün bütün bu altyapıyı geliştirmek için şu anda bildiğiniz Çinli, Amerikalı, Avrupalı vendorlara milyarlarca dolar akıtmadan biz milli olarak belki de yüzmilyonlarca dolara bu altyapıyı kurabiliriz. Bu altyapıyı da herkes bu altyapı üzerinde servis sağlayıcı olarak çalışarak kullanabilir. İstediği kendi kişisel özel servislerini de bu bulutlar üzerinde ayağa kaldırarak kullanabilir. Bizim ülke olarak artık her bir operatörün milyarlarca dolar harcayarak şebekesini yenilemesine ve bugün atıl duran bir sürü kapasiteye gereksiz paralar vermemize gerek yok. Bugün ben size söyleyeyim. Normalde bir şebekenin kullanımı yüzde 30’dur, 40’tır. Ama şebeke boyutlandırırken her zaman en yüksek trafiğe göre boyutlandırılır. Dolayısıyla büyük bir kapasite şu anda kullanılmıyor zaten. Ama her operatör en kötü günü düşünerek bu yatırımı her zaman pik değerlere göre yapıyor. Yazık günah değil mi? Yani biz yüzde 70 daha fazla parayı normal kullanımın ötesinde kötü güne veriyoruz ve hiç kullanmıyoruz. Halbuki benim kaynaklarımın yazılım tabanlı olarak inşa edildiğini düşünürseniz ve ben ihtiyaç oldukça o yazılımları artırarak oradaki ihtiyaç olan network fonksiyonlarını devreye alarak bu kaynakları tahsis edebilirim. Böylece dilimlendirme yapıyorum. Şebekeyi dilimlendirerek ister kamusal olarak ister ticari olarak herkesin bu şebekeyi belli bir hizmet kalitesi ile kullanmasını sağlıyorum. Bunun adı slicing, yani dilimlendirme, ve 5G’de en önemli teknolojilerden bir tanesi. Bizim şirket olarak da en fazla uzmanlık sahibi olduğumuz alan da burası.
ICT MEDIA: Bildiğimiz kadarı ile yurtdışında bir kuruluşunuz daha var, Netsia. Netsia’yı biraz açar mısınız, neden Netsia?
BÜLENT KAYTAZ:Netsia bizim uluslararası çalışmalarımızı hızlandırmak adına Amerika’da 8-10 yıl önce Argela USA olarak kurduğumuz, geçtiğimiz yıllarda da Netsia olarak markalaştırdığımız şirketimiz. Netsia olmasaydı bugün Türkiye’de ULAK da olmazdı, MİLAT diye bir proje de olmazdı ve 5G’de de bulunduğumuz noktada olamazdık. Patentlerimizi vs. de alamazdık. Netsia’yı biz 2008 yılında kurduk, Argela USA idi o zamanki ismi. Türkiye’de hatta dünyada sayılı smallcell üreticilerinden bir tanesi olduk. O şirketi orada kurduğumuz zaman, Türkiye’de olmayan bilgi ve birikimi Koreli ve Hintli mühendisleri ve Türk mühendisleri orada işe alarak orada bu geliştirmeyi yaparak sağladık. Bu ürünü geliştirdik. 3G Femto diye bir ürün geliştirdik. Bakın Gartner Reports’da dünyada 10 firma arasında ilk 5’te olan firma olduk bir anda. Smallcell, 3G Femtocell yaptık. Biz bu ürünü geliştirdik. O zaman da yine Paul Doany buna önayak oldu 2008 yılında. Bizim bu Femto projesi ve Netsia’nın kurulması, bu ürünlerin geliştirilmesi için gerekli kaynakların tahsis edilmesi Türk Telekom’da Paul Doany döneminde olmuştur. Kişisel olarak benim fikrim, yerli ve milli ürün geliştirilmesine Paul Doany’den daha fazla destek olan bir üst yönetici görmedim. Dolayısıyla bir Türk’ten daha fazla bu işin Türkiye’de yerli ve milli olması için bu desteği her zaman vermiştir. O hakkını vermek lazım. İkinci döneminde de öyle oldu. Biz şu anda 5G’de son iki yıldır yaptığımız ataklar, geliştirdiğimiz teknolojiler ve bu konuda Netsia’nın bu konuda bir uluslararası firma olarak öne çıkması yine Netsia’ya sağlanan kaynaklarla oldu. Netsia bir Ar-Ge şirketidir. Netsia şu anda bir ürün şirketi değildir. Ama elimizde o kadar büyük bir potansiyel var ki Netsia artık kendi geliştirdiği teknolojileri ile kendi birikimi ile artık ürün de geliştirebilecek bir hale geldi. Yani bugüne kadar Ar-Ge’sini yaptığı, patentini aldığı, proof of concept’lerini yaptığı, demolarını yaptığı ürünleri artık geliştirebilecek duruma geldi. Argela da Netsia’nın Türkiye’deki en önemli development merkezlerinden biri olabilir. İsteğimiz de budur. Çünkü Amerika’daki yabancı mühendislere invest etmek yerine Türkiye’de Türk mühendislerle bu ürünleri geliştirmek tabii ki hepimizin isteği. Ama Amerika’da olmanın avantajını uluslararası pazarlara bazen oradan gitmek gerekiyor. Bunları da düşündüğünüz zaman uluslararası oyuncu olmak istiyorsanız uluslararası pazarlarda olmanız gerekiyor. Eğer teknoloji geliştirmek istiyorsanız teknolojinin kalbinin attığı yerde olmanız gerekiyor. O ekosistemin içinde olmanız gerekiyor. Silikon Vadisi’nde olmanız gerekiyor. Bütün şirketler orada ve sizin içinde olmanız gereken ekosistem orada. Orada olmanız gerekiyor. Buradan “Ya benim şöyle bir fikrim var, yapıyorum” demekle olmuyor. Çünkü dünyanın kalbi orada atıyor, herkes orada. Herkes orada artık birbirine destek oluyor. Yani bir şeye ihtiyacınız olduğu zaman 200 metre ileride bir şirketten bir kişi ile bunu konuşabiliyorsunuz. Oradaki bilgiyi sağlayabiliyorsunuz. O ekosistemi orada sağlayabiliyorsunuz. Onun için Silikon Vadisi’nde mutlaka olmak gerekiyor. Başka Silikon Vadisi de yok dünyada. Çinliler de orada, Hintliler de orada, Deustche Telekom da orada, Orange da orada. Bütün dünyadaki büyük operatörler ve büyük teknoloji şirketlerinin hepsinin orada Ar-Ge merkezleri var. Herhalde orada herkes boşu boşuna yatırım yapmıyor. Yani biz de oradayız. 10 yıl önce bu vizyonla oraya gittik ve orada teknoloji geliştirdik, orada patentlerimizi aldık. Amerika’da ismimizi koyduk ve Amerikalı şirket olarak başkalarının giremeyeceği oluşumların içinde olduk. Laboratuvarlarda, bir takım teknoloji geliştiren kurumlarda, forumlarda yalnızca gözlemci ya da dinleyici olarak değil direkt kod yazarak, onlara katılarak, teknolojiyi onlar geliştirirken yön vermeye çalışarak orada olduk. Dolayısıyla Netsia bugüne kadar önce 3G Femto’yu geliştirdi ama 3G Femto’yu maalesef Türkiye’de bir sürü nedenden dolayı Evrensel başta olmak üzere bir sürü ihalede kullanamadık. Çünkü biz 3G’sini yapmamıza rağmen ihaleler 2G çıktı. Bizim dışarıda kalmamıza neden olacak şekilde 2G çıktı. O zamanlar içinde bulunduğumuz gruptaki mobil operatörü bile ihtiyacı olmasına rağmen bizden bu smallcell’leri almadı. Malezya’ya 400 küsur tane sattık. Amerika’da sattık. İrlandalı şirket üzerinden bir takım başka satışlarımız oldu. Ama maalesef kendi geliştirdiğimiz ürünü Türkiye’de satamadık. Çünkü yerlilik ve millilik çoğu zaman söylemde kalıyor. Gerçek anlamda biz kendi mühendisimize, kendi beyin gücümüze güvenirsek onlara sipariş vermemiz gerekiyor. Biraz da sabırlı olmamız gerekiyor. Yani bugüne kurtarmak için ya ben paramı veririm şu anda kim veriyorsa ondan alırım mantığı yanlış. Bizim 6 ay önceden, 1 sene önceden bu işi yapabilecek yerli şirketlere artık siparişler vermemiz gerekiyor. Yüzde 40-45 zorunluluk getirdik operatörlerle yerlilik. Kim uyguluyor, hiç kimse. Bunun takibi de bence ne kadar yapılabiliyor, soru işareti. Artı bu konudaki samimiyet özellikle operatör tarafında soru işareti. Çünkü herkes hazırı alma, kolaycı bir şekilde günlük problemini çözme peşinde. Yani sosyal sorumluluk sahibi olmak gerekiyor. Ülke için biraz geleceği düşünüp, bu ülkede yaşayan çocukların, üniversitede okuyan çocukların, bu ülkedeki mühendislerin daha henüz çocuk olup burada yetişecek büyüyecek insanların ileride çalışacağı yerleri düşünerek, şirketleri düşünerek bugünden temelleri atmamız gerekiyor. Bunları düşünerek hareket ediyor olmamız gerekiyor. Yani benim en büyük heyecanım bu aslında. Yani bu ülkede milli, yeni nesil, büyük teknoloji şirketleri yaratmak.
Bugün Çin’de örneğini gördüğümüz gibi, İsveç’te örneğini gördüğümüz gibi, Amerika’da örneğini gördüğümüz gibi yerli, milli, büyük teknoloji şirketleri ki milyarlarca dolarlık ihracat yapan, bu ülkenin dışa bağımlılığının önünü kesecek ve demiyoruz ki yeni teknolojiler gelmesin. Tabii ki onlar da gelsin. Ama bu iş tek taraflı çalışmasın. Şimdi Netsia’ya gelirsek, Netsia’da biz önce 3G Femto’yu geliştirdik. Ama maalesef istediğimiz bu ülkede ve yurtdışında satışları yapamadık. Ondan sonra ama ne oldu 3G Femto bizim için ULAK’a vesile oldu. Biz o zamanki Savunma Sanayi Müsteşarlığı olan Murat Bayar Bey ve Müsteşar Yardımcısı Orhan Bey’in destekleriyle ULAK Projesi’ni başlattık. Bakın Türkiye’de ULAK Projesi’ni başlatan biziz, Argela’dır. Ama o zamanki ortaklık yapımızdan dolayı tek başımıza bu projeyi yapabilecek durumda değildik. Aselsan ve Netaş da paydaş olarak projenin içine girdi. Ama bu projenin fikir babası biziz. Bunun da en somut şahidi Orhan Bey’dir. O zamanki Müsteşar Yardımcısı olan Orhan ÖGE Bey’dir ve Murat BAYAR Bey’dir. Yani onlar gayet söylerler bu fikrin bizden çıktığını, Türkiye’de niye milli bir 4G baz istasyonu yapmıyoruz diye ilk olarak onlara gittiğimizi vs. Ondan sonra da iyi oldu tek başımıza yapalım demiyoruz. En düşük payı biz almamıza rağmen bu projede. Ama en azından böyle bir projeyi başlatmanın da mutluluğunu yaşıyoruz. Ama ULAK yeterince sahiplenildi mi? Hayır bana sorarsanız. Bugün binden fazla sahada ULAK Baz istasyonu var. Çalışıyor. Eksikleri var mı, var. Ama çalışan bir baz istasyonu. Yani milletin 30 yılda yaptığını biz 5 yılda yaptık. Yapılabildiğini gösterdik. Ama yine hala yabancı hayranlığı var. Operatörler hala çekingen davranıyorlar. Çünkü bağlantıları var. Daha evvelden verdikleri siparişler var. Şimdi bunlar da tabii kolay değil. Ama devlet bu konuda inisiyatif alıp yeterli şeyi veriyor zaten. Diyor ki yüzde 40 yerli yapın. Bakın ürün de var kullanın diyor. Dolayısıyla bence şu anda iyi bir noktada olduğumuz söylenebilir. Ama ULAK’ı bir an önce 5G’leştirmemiz lazım. Bakın ULAK şirketinin core ekibi Argela’dan ayrılma ekiptir. Metin Balcı burada daha önce direktör sonra genel müdür yardımcısı olarak çalışıyordu ve böyle bir şirketin kurulması için ben defalarca gittim, konuştum. Sağolsun Savunma Sanayi Müsteşarı, Müsteşar Yardımcısı, benim hep söylediğim şuydu. “Türkiye’de bu işler her şirketin kendi öncelikleri ile Ar-Ge yaparak olamaz. Onun için mutlaka bir şemsiye, bir çatı altında bir şirket çatısı altında bu işin olması gerekiyor. Onun için ULAK diye bir şirkete ihtiyaç var” diye defalarca bunu söyledim. Sonunda böyle bir şirket kuruldu. Biz de o şirketin core ekibini kendi içimizden fedakarlık yaparak oraya verdik. 10 kişi verdik. En başlarında da genel müdürü verdik. Bakın ULAK fikrinin ortaya çıkmasından daha sonra bu fikri daha sonra sahiplenecek şirketin kurulumuna da vesile olduk. Şimdi bunların hepsi Netsia’da geliştirdiğimiz 3G Femto sayesinde oldu. Ondan sonra Netsia’daki yine Amerika’da yaptığmız işler, orada edindiğimiz bilgiyi, birikimi orada geliştirdiğimiz teknolojiyi kullanarak dedik ki Türkiye’nin kamusal alanda bir kamu güvenliği altyapısına ihtiyacı var. Bu altyapının 5G teknolojileri ile oluşması gerekiyor. MİLAT diye bir proje önerdik. Sağolsunlar yine Savunma Sanayi Müsteşarı, Türkiye’de maalesef sektör değil, Savunma Sanayi bu işlere önayak oldu. Olması gerekenler değil, Savunma Sanayi Müsteşarlığı bu işe ön ayak oldu ve bu projeleri destekledi. Milyonlarca dolarlık yardımda bulundu ve biz MİLAT diye bir projeyi yaptık. MİLAT Projesi de ULAK şirketinde ve onlar bunu kamu kurumlarıyla kurmaya çalışıyorlar. MİLAT da bir 5G altyapı projesidir. Mesela MİLAT büyütülürse, ULAK ile nasıl bir 5G baz istasyonu altyapısı kurulabilecekse MİLAT’la da 5G core altyapısı kurulabilir. O da bunun temeli olabilir. Dünyada ilk defa bu teknolojilerle bu ölçekte yapılan tek projedir MİLAT. Amerika’daki ONF’in de hayranlığını bu açıdan kazanmıştır. Mesela şu anda dünyadaki trendler büyük operatörlerde özellikle Amerika’da MİLAT ve Netsia sayesinde ortaya çıkmıştır. Diyoruz ki biz 5G Multi Access Cloud yapalım diyoruz Türkiye’de. İşte yok fiberler, ADSL’ler, baz istasyonları, wifi hotspotlar, IOT cihazları bunların hepsi gelsin aynı clouda bağlansın. Bunların hepsini bir OLT fiber üzerinden core’a atalım. Dolayısıyla burada silicing yapalım ve 5G pop noktaları oluşturarak bu kadar büyük bir trafiği onların üzerinden yönetelim. Kaynakları onların üzerinden yönetelim. Bütün dünya buna gitmeye çalışıyor. Bugün AT&T de bunu yapmaya çalışıyor. Deustche Telekom da bunu yapmaya çalışıyor. Biz de diyoruz ki bizim elimizde öyle teknolojiler var ki, kendimizin geliştirdiği öyle patentler var ki biz bunu Türkiye’de 5G edgecloud olarak kurarız, MİLAT’a bağlarız, ULAK baz istasyonlarını da buna bağlarız. Böyle bir altyapıyı oluşturabiliriz diyoruz. Bu iddiadayız.
ICT MEDIA: Bülent bey Türkiye olarak malum her zaman konuşulana ülkenin kaçırdığı dönüşümlerden söz edilir. Sanayii Devrimini kaçırdık vs. gibi. Bu teknolojide öncü olabiliriz diyebilir miyiz?
BÜLENT KAYTAZ: Biz zaten şu anda 5G’de birçok konuda öncüyüz. Bakın dünyadaki trend şu AT&T’nin de, Amerika’daki ONF’in de trendi şu. 3 tane şey üzerine gidiyorlar. Bir tanesi donanımla yazılımın ayrılması. Önce vendor lock-in’in kırılması. İkincisi open source. Open source çözümler çok önemli. Kimse artık milyonlarca dolar lisans parası ödemek istemiyor aldığı yazılımda. Open Source Community bugüne kadar problem neydi, open source ama hala bu kullanılabilecek üretime geçebilecek düzeyde sağlam yazılımlar yoktu. Artık var. Binlerce mühendis dünyada 10 milyon satırlık bir kod yazdılar. AT&T bunu kullanıyor bugün. Adı da ONAP. Merkezi bir orkestra. 5G networklerini yönetecek büyük bir yazılım. Biz de bunu şu anda burada kullanıyoruz. Dolayısıyla open source olması yazılımın, ayrıştırma olması yani donanımla yazılımın ayrılması. Bir de Whitebox çözümler çok önemli. Yani artık gidip de ismini bildiğimiz üreticilerden switch, router, server almayalım. Kim üretiyorsa, Türkiye’de mi üretiliyor, Vietnam’da mı üretiliyor, Tayvan’da mı üretiliyor whitebox çözümler. Bunlar ONT cihazları da olabilir. Fiber modemler de olabilir. Bunlar onların bağlandığı OLT dediğimiz Optical Line Termination birimleri de olabilir. Bunlar herhangi bir kutu, modemin bir home gateway de olabilir. Ya da bunlar networkte kullanılan switchler ve routerlar olabilir. 100 GB kapasiteli switche ihtiyacımız var. Bugün Edgecore denilen şirket bunu yapıyor. İçine de P4 protokolü koyuyor ve P4’ü programlayarak siz network’ü programlayabiliyorsunuz o switch üzerinden. Bir takım uygulamaları o switch üzerinde koşturabiliyorsunuz. Artık bunu yapan şirketler var dünyada. Whitebox olmanın avantajı ne. Böylece ben gidip illa da her şeyimi Cisco’dan, HP’den oradan buradan almak zorunda değilim. Kim daha ucuza veriyorsa ve standart protokolleri destekliyorsa ondan alırım ben switch’i. Bütün bunları düşündüğünüz zaman biz bunların hepsinin içindeyiz. Bunlarla uğraşıyoruz ve bütün bunları Netsia’da yapıyoruz. Netsia’da edindiğimiz bütün birikimi de bu ülkeye getiriyoruz. Burada ürüne dönüştürmek istiyoruz.
ICT MEDIA: Türkiye’nin bu süreçte ne yapması gerekiyor? Geleceğin teknolojisini aşağı yukarı yakaladık. Bundan sonra Türkiye’nin ne yapması lazım ki daha ileri hamleler atılabilsin?
BÜLENT KAYTAZ:Aslında Türkiye’de bu konuda bir irade var. Yani bakıldığı zaman deniyor ki yerli ve milli ürün geliştirelim. Operatörlere de deniyor ki en az şebekenizin yüzde 40’ını, 45’ini gittikçe artan bir oranda yerli ve milli ürünlerle, bu konuda teşvikler var. Bence en önemli şey burada ilgili kurum ve kuruluşların bunu denetlemesi ve bu konudaki iradeyi eksiksiz uygulamaları. Yani bunun bir vizyon olarak ilgili kurum ve kuruluşlar ile ilgili desteklerle, teşviklerle hayata geçmesi gerekiyor. Yani 5G konusunda bakın bunu ıskalamamamız gerekiyor. Benim inancım Türkiye’de mutlaka ve mutlaka tek bir core 5G altyapının olması gerektiği. Hangi açıdan söylüyorum bunu yalnızca tasarruf olarak söylemiyorum. Kontrol edilebilir, programlanabilir ve kendi milli şebekemiz olarak bir kontrolünün tamamen bizde olduğu ve istediğimiz gibi biçimlendirebileceğimiz, istediğimiz önceliklerle kullanabileceğimiz bir altyapı mutlaka kurulması ve bunun da yabancı bağımlı olmaması gerekiyor. Yani içinden akan bitleri, bytlerı bizim kontrol edebileceğimiz bir altyapı olması gerekiyor. Bu çok önemli. 5G altyapısını kurmak. Bunu ben bir Türk teknoloji insanı olarak söylüyorum. Bizim buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Yoksa biz yine büyük vendorların oyuncağı oluruz. Operatörler en başta. Günlük ihtiyaçlarını karşılamak için o yöne giderler. Bakın biz neler yaşadık. Bizim kurduğumuz bir IPTV altyapısı vardı Türkiye’de. Milli olarak kurduğumuz bir altyapı vardı. Bu evvelki yönetim döneminde bu altyapı bizden alındı ve Ericsson’a verildi. Burada onlarca mühendisin 7 yıl 8 yıl boyunca geliştirdiği el emeği, göz nuru olan yazılımlar çöpe atıldı ve yabancıya verdik. Bunları yaptık.
ICT MEDIA: Burada bir sıkıntı var mı? Siyasi irade veyahut da kamunun devletin iradesi var. Ancak operatörlerin bunu uygulama konusunda problemleri mi var?
BÜLENT KAYTAZ:Problemleri yani öncelik tercih, bence şöyle söyleyebiliriz. Onlarda irade yok demeyeyim. Ama günlük ihtiyaçlar ve kısa vadeli düşünüyoruz. Bir vizyon eksikliği var aslında. Hepimizin samimi bir şekilde yerli ve milli teknolojiye inanması, biraz sabırlı olmamız ULAK’taki gibi ve bugünden yarını planlayıp ona göre yarın için bizim gibi şirketlere yatırım yapılarak yalnızca burada değil aynı zamanda yurt dışında da çaba sarf edilmesi gerekiyor. Çünkü artık dünya bir bütün. Yani her ihtiyacınız olan bilgiye ve birikime lokalde erişemeyebilirsiniz. Neredeyse gidip oradan alacaksınız. Amerika’daysa Amerika’da, Avrupa’daysa oradan, Çin’de ise Çin’de, Japonya’daysa Japonya’da, Avustralya’daysa Avustralya’da. Oradan gidip erişmeniz gerekiyor ve orada olmanız gerekiyor. Her şeyi kendim yapacağım iddiası da doğru değil. Önemli olan fikri mülkiyetin sizde olması. Yoksa bu büyük bir ekosistem aslında dünyada. Yani eğer siz bu ekosistemin içinde doğru oyuncularla beraberseniz eğer uluslararası işbirlikleri de yapıyorsanız global pazara buradan yaptıklarınızı götürme şansınız artıyor.