
Bilgi ve İletişim teknolojileri alanının en önemli girdilerinden biri de fikri mülkiyet hakları. Gerek bu teknolojilerin üretiminden doğan hakların korunması gerekse bu üretimde temel girdi olarak kullanılan fikir ürünlerinin sahiplerinin haklarının iade edilmesi bu alanın sağlıklı gelişimi, teşviki ve ekonomik gelişmeye sürdürülebilir bir katkı sağlanması için önem arz ediyor. Bu çerçevede, Ankara Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Fikri ve Sınai Haklar Araştırma ve Uygulama Merkezi (FİSAUM) Müdürü Prof. Dr. Arzu OĞUZ ile fikri mülkiyet haklarını konuştuk. Prof. Dr. OĞUZ fikri mülkiyet haklarının önemini ve bu hakların Türkiye’de korunması konusunda bugüne kadar atılan adımları ICT Media’ya anlattı.
ICT MEDIA: Sayın Oğuz, kendinizi tanıtır mısınız?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ:Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesiyim ve 17 yıldan bu yana Ankara Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Fikri ve Sınai Haklar Araştırma ve Uygulama Merkezi FİSAUM’un Müdürlüğünü yürütmekteyim.
ICT MEDIA: FİSAUM’un kuruluş amacı nedir?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ: Özellikle Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması TRIPS’in ülkemiz tarafından1995’te imzalanmasının ardından fikri mülkiyet hakları konusunda büyük bir farkındalık kazanılmış ve hukukun bu alanı kurumsallaşmaya başlamıştır. Söz konusu gelişmenin farkında olan Üniversitemiz, Merkez’i kurmuştur. Merkezin başlıca amacı, fikri mülkiyet haklarının toplumda yaygınlaşmasını sağlamak, toplumdaki farkındalığı ve bilinci artırmak ve eğitim programları ile alanında uzman yetişmesine katkıda bulunmaktır. Merkezimin ulusal ve uluslararası pek çok kuruluş ile ulusal ve uluslararası bazda pek çok etkinlik ve eğitim programı düzenlemiş ve bu anlamda ilklere imza atmıştır.
ICT MEDIA: Dünya bilgi iletişim teknolojileriyle küresel bir köye dönüştü. Sınırlar ortadan kalktı. Bu gelişmeler fikri haklar ile mülkiyet ilişkilerini de değiştirdi. Fikri hakların önemi nedir? Nasıl korunmaktadır?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ: Günümüzde fikri mülkiyet hakları ekonomiye sağladığı katma değer ile yükselen bir hukuk disiplini olarak kabul edilmiştir. İnsan yaratıcılığının temeli olan fikri emek ve çabanın uygarlığı geliştirdiği, düşünce ürünlerinin insanlığın ilerlemesini sağladığı açıktır. Mucitlerin “buluş”ları bilim ve teknolojideki gelişmeyi sağlamış, yazar ve sanatçıların “eser”leri entelektüel kapasitemizi geliştirmiş, hayatımız “tasarım”lar sayesinde daha konforlu ve estetik hale gelmiştir. İçinde bulunduğumuz son yüzyılımız, “patent”, “marka” ve “coğrafi işaret” gibi inovasyon, kalite ve köken garanti eden kavramların ekonomide yarattığı katma değer ile devinim kazanmaktadır. Ancak, ekonomik gelişme bakımından önem taşıyan bu unsurların, fikri emek ve çabanın sahibinin maddi ve manevi haklarına zarar vermeden gelişmesine ve geliştirilmesine hassasiyet gösterilmelidir. İçinde yaşadığımız ve her geçen gün baş döndürücü bir hızla ilerleyen uygarlığımızı, insanlığın yaratıcı gücüne borçlu olduğumuz kuşkusuzdur. Ancak insan yaratıcılığının desteklenmesi, yaratıcılığın sonucunda oluşan fikri hakların etkin bir şekilde korunması, kültürü, sanatı, bilimi ve ticareti, dolayısı ile içlerinde doğdukları toplumu geliştirir. Fikri değerler, ayrıca sınırlar aşıcı bir nitelik taşıdıkları için toplumdan topluma etkileşime neden olurlar. Bu nedenle fikri ürünlerin desteklenerek, hayatımızı daha kolay, daha güzel, daha verimli kılmalarının sağlanması, fikri ürün yaratıcılarının haklarının ulusal ve uluslararası boyutta korunmasını gerektirir. Bu ödev, her şeyden önce hukuka düşmektedir. Uygarlık, fikri ve sınai hakların korunmasını zorunlu kılar. Uluslararası camiada da fikri çaba ve emeğin korunması, bunları üreten kişilerin emeklerinden maddi manevi yararlanmalarının devlet ve uluslararası kuruluşların düzenlemeleri ile güvenceye kavuşturulması ortak bir değer olarak benimsenmektedir.
ICT MEDIA: Fikri hakların sınırı nedir? Fikri Mülkiyet Hakları ifadesinden ne anlamalıyız?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ: Genel bir ifade ile fikri mülkiyet hakları, gerek sadece fikri haklar olarak ifade edilen bilim ve edebiyat eserleri, güzel sanat eserleri, müzik eserleri ve sinema eserleri olsun, gerek sınai haklar olarak ifade edilen marka, patent, faydalı model, tasarım, coğrafi işaretler ve entegre devre topografyaları olsun, kültür, bilim ve ekonomi hayatının yaratıcı unsurlarını korumayı amaçlamaktadırlar.
ICT MEDIA: Ülkemizde bugüne kadar Fikri Mülkiyet Haklarının Korunması için hangi hukuki düzenlemeler yapılmıştır?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve Anayasamızda da ifadesini bulan ve artık bir “insan hakkı” olarak değerlendirilen fikri haklar, ülkemizde de hak ettiği değeri görmüştür. Fikir ve Sanat Eserleri bakımından özellikle 1950’li yıllardan beri sahip olduğumuz 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun varlığını vurgulamak gerekir. 5846 Sayılı Kanun’da bugüne kadar günün ihtiyaçlarını karşılamak ve uluslararası düzenlemelere uyum sağlamak bakımından birçok önemli değişiklik yapılmıştır. Hali hazırda yaratıcı sektörlerin ihtiyaçlarını karşılamak bakımından yine söz konusu Kanun’da değişiklik yapılmasına ilişkin çalışmalar yürütülmektedir. Fikri mülkiyet haklarının bir diğer ayağı olan sınai haklar bakımından ise, bu hakların daha etkin korunması amacıyla son yirmi beş yılda ciddi adımlar atılmıştır. Öncelikle, Avrupa Birliği (AB) ile yapılan Gümrük Birliği Anlaşması hazırlık sürecinde, Birlik ile ekonomik ve ticari uyumun sağlanması bağlamında ve ülkemizde marka, coğrafi işaret, tasarım, patent, faydalı model ve entegre devre topografyaları gibi sınai mülkiyet haklarının korunması, bu haklara ilişkin toplumdaki bilgi ve farkındalık düzeyinin artırılması amacıyla 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 1994 yılında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlı özel bütçeli bir kamu kurumu olan Türk Patent Enstitüsü (TPE) kurulmuştur. Bir yıl sonra yürürlüğe konulan patent ve faydalı modele ilişkin 551 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, tasarımlara ilişkin 554 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, coğrafi işaretlere ilişkin 555 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile markalara ilişkin 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yayımlanarak, bu hakların söz konusu kanun hükmünde kararnameler kapsamında korunması sağlanmıştır. Daha sonra, TPE’nin kuruluşuna ilişkin 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararname değiştirilerek 5000 sayılı Enstitü kuruluş kanunu 2003 tarihinde yasalaştırılmıştır. Entegre devre topoğrafyalarına ilişkin 5147 sayılı Kanunun 2004 yılında yürürlüğe girmesiyle sınai mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemeler tamamlanmıştır. Bu kanuni düzenlemeler dışında Kanun Hükmünde Kararnamelerde 2004 ve 2009 yıllarında değişiklikler yapılmıştır.
Türkiye’nin ekonomik gelişimi, özellikle sınai mülkiyet hakları alanına yansımış, başta marka, patent ve tasarım olmak üzere başvurularda çok önemli artışlar yaşanmıştır.
Sınai mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemelerin kanun hükmünde kararnamelerle yapılmış olmasının taşıdığı sakıncalar, 2008 ve 2014 yıllarında Anayasa Mahkemesinin; “Gayri maddi mallar kapsamında bulunan fikri ve sınai mülkiyet haklarının Anayasanın ikinci kısmının Kişinin Hakları ve Ödevleri başlıklı ikinci bölümünün 35 inci maddesinde yer alan mülkiyet haklarından olduğu, Anayasanın 91 inci maddesinin birinci fıkrasında ise Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ve dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceğinin belirtildiği” gerekçesiyle marka, tasarım, patent ve coğrafi işaretlere ilişkin kanun hükmünde kararnamelerin bazı maddelerini iptal etmesiyle ortaya çıkmıştır. Sınai mülkiyet hakları alanında söz konusu olabilecek diğer muhtemel yasa iptalleri nedeniyle ortaya çıkabilecek sorunların ve hak kayıplarının ortadan kaldırılması ihtiyacı, kanun hükmünde kararnamelerin bir an önce kanunlaşmasını gerekli kılmıştır.
Sınai mülkiyet haklarının kanunla düzenlenme ihtiyacı yanında, uluslararası sözleşmeler ve AB mevzuatıyla uyumun arttırılması ve daha nitelikli ve etkin işleyen çağdaş bir sınai mülkiyet sistemine geçişin sağlanması için mevcut sistemin yeniden düzenlenmesi gereği ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede yeni bir Sınai Mülkiyet Kanunu’nun yapılmasına karar verilmiş ve 22.12.2016 tarihinde kabul edilen 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Sınai mülkiyet hukukunda dönüm noktası sayılabilecek bu gelişme ile birlikte marka, patent, faydalı model, tasarım, coğrafi işaretler ve geleneksel ürün adlarını kapsayan, söz konusu sınai mülkiyet haklarının kendi özelliklerini ayrıca, ortak özelliklerine ilişkin hususları da genel hükümlerle düzenleyen bir Kanunumuz olmuştur.
ICT MEDIA: Son zamanlarda markalaşmanın önemi vurgulanmaktadır. Bu konuda neler söylersiniz?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ: Marka, bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini, diğer bir teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayıran işaretlerdir. Bu işaretler, adlar, kişi adları, sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajlarından oluşur ve işaretler, bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlamalıdır. Marka, tüketiciye sunduğu ayırt etme, kalite, güven işlevleriyle ekonomik bir değer ifade eder ve bu nedenle bir sınai hak türü olarak hukuk sistemlerinde düzenlenmiş, ihlallere karşı korunmuştur. Markalaşma teşebbüslerin ürettikleri mal ve hizmet açısından piyasada bir kimlik oluşturup pazarda daha etkin bir rol oynayabilmelerini mümkün kılar. Bu nedenle teşebbüslerin kendi markalarını yaratma konusunda daha bilinçli bir çaba içerisinde olduklarını görmekteyiz. Ayrıca teşebbüsler yarattıkları markaları korumak için daha fazla çaba göstermekte ve ihlallere karşı daha duyarlı olmaktadır. Marka artık, tanıtım, reklam, sürdürülebilir kaliteyi sağlama gibi işlevleri, teşebbüslerin ürünlerini pazarlamalarının ve piyasada uzun soluklu bir yer tutmalarının başlıca koşullarından biri haline gelmiştir.
Devlette markalaşmanın önemini görüp Türk malı imajının oluşturulması ve yerleştirilmesi amacıyla oluşturulmuş devlet destekli ilk ve tek markalaşma programı olan Turquality’i kurmuştur.
ICT MEDIA: Merkezideki göreviniz dışında ayrıca danışmanlık da yapıyorsunuz. Bir danışmanlık büronuz var. Büronuzda da fikri mülkiyet hakları konusuna ağırlık veriyor musunuz?
Prof. Dr. ARZU OĞUZ: Büromuz, ticari davalar, sözleşme hukukunun yanı sıra fikri mülkiyet hakları konusuna da çok özel bir hassasiyetle yaklaşmaktadır. Çünkü fikri mülkiyet hakları, düşünce ürünleri üzerindeki haklar, bilim, sanat, edebiyat ve güzel sanat eserlerinin yanı sıra, sanayideki her türlü ürün üzerinde tecelli edebilir. Tekstil, inşaat, mimarlık, savunma sanayi, ilaç sanayi, tıbbi ürünler, taşımacılık ve bilişim gibi akla gelecek her türlü endüstri ürününde ve alanında fikri haklar vardır; bu bir telif hakkı olabilir, bu bir marka olabilir, bu bir tasarım olabilir, patent olabilir. Ayrıca bazen aynı ürün üzerinde birden çok fikri hak söz konusu olabilir; örneğin bir cep telefonunun işletim sistemi patent, yazılımı telif hakkı, görünümü rengi tasarım hakları içerebilir. Fikri haklar hayatımızın her alanına dokunduğu için ihlaller karşımıza sıklıkla çıkmaktadır. Fikri haklar alanındaki ihlallerin sıklıkla yaşanmasının bir başka nedeni de bu hakların kırılgan yapısıdır. Hukuk düzenlerinin ilk zamanlarından bu yana maddi mallar üzerindeki mülkiyet hakkı kutsal kabul edilip, korunurken gayrı maddi mal olarak kabul edilen fikri hakların korunması 16. yüzyıl gibi çok yakın bir çağda başlamıştır. Çünkü ancak maddi mallar üzerinde o maddi maldan bağımsız soyut bir gayri maddi hak olabileceği düşüncesine ulaşılmıştır. Halen de maddi mallar üzerindeki mülkiyet hakkının ihlalinin etik olmayan bir davranış olduğu konusu bilinirken, bir yazılım korsan indirilebilmekte, bir moda ürünü taklit edilebilmekte, bir tasarım kopyalanabilmekte, patentli bir ürün izinsiz üretilebilmektedir. Bu konuda kamuda bilincin az olması, ihlal sayısını ve niteliğini artırmaktadır. Bu nedenle bu konuya özel bir dikkatle yaklaşmak, bu konuda uzmanlığa özel önem vererek somut olay özelinde özenle çalışmak büyük önem arz etmektedir. Biz de büromuzda uzman kadromuz ile bu konuda nitelikli ve ciddi bir çalışma yürütmekteyiz.