
Ankara Üniversitesi, Türkiye’nin en eski üniversitelerinden biri. Rektör Prof. Dr. Erkan İBİŞ’in ifadesiyle “Genç Cumhuriyetin yüksek öğretim alanındaki ilk ve çarpıcı icraatı” olan Ankara Üniversitesi, 1923’te kurulan yeni Cumhuriyet’in kurumsallaşmasında önemli rol üstlendi. Ankara Üniversitesi olarak teknolojik gelişmelere ayak uydurmaya gayret gösterdiklerini belirten Prof. Dr. İBİŞ, korona virüs salgının eğitimde dijital dönüşümün önemini hatırlattığını vurguladı. “Kovid salgını geleneksel bir eğitim tarzını benimsemiş bir toplum olarak bizlere, dijital eğitimin de ne kadar önemli olduğunu göstererek ve benimseterek bizlere de bir fırsat ortamı yaratmış oldu.” diyen Prof. Dr. Erkan İBİŞ ile Ankara Üniversitesi ve eğitimde dijital dönüşümü konuştuk.
ICT MEDIA: Ankara Üniversitesi’nin misyonu ve vizyonunu nasıl tanımlarsınız? Üniversitenizi diğer üniversitelerden ayıran ve farklılaştıran özellikler nelerdir?
Prof. Dr. Erkan İBİŞ: Ankara üniversitesinin baktığımızda kökleri Cumhuriyet öncesine dayanıyor. Ankara Üniversitesi, Cumhuriyet tarihini ve misyonunu milletiyle özdeşleştirmiş, bütünleştirmiş bir üniversitedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, salt bir yönetim biçimini değiştirmenin çok ötesinde, çağdaş bilime, çağdaş demokratik değerlere ve kurumlara dayalı büyük bir toplumsal dönüşüm sistemi olduğu gibi; Ankara Üniversitesinin açılışı da bilinen üniversite amaçlarının yanında, özel bir misyonun somutlaşmasını ifade eder. Ankara Üniversitesi, Atatürk ilke ve inkılâplarının dayanaklarını oluşturmak, bu ilke ve inkılâpları yurt geneline yaymak, kökleştirmek ve çağdaşlığın, bilimin ve aydınlığın ifadesi olan bu değerlerin yılmaz savunuculuğunu yapmak üzere, temeli bizzat yüce Atatürk tarafından atılmış bir üniversitedir. Genç Cumhuriyetin yüksek öğretim alanındaki ilk ve çarpıcı icraatları; laik ve demokratik Cumhuriyetin yeni hukuk düzenini gerçekleştirecek hukukçuları yetiştirmek için 1925′te kurulan Hukuk Mektebini, Türk çiftçisine hizmet etmek üzere 1933′te öğretime başlayan Yüksek Ziraat Enstitüsünü, zengin Anadolu kültürünü araştırmak ve Türkiye’nin dünya ile dil ve kültür köprüsünü kurmak amacıyla 1935′te açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini, 1859′dan beri Mektebi Mülkiye adıyla üst düzey kamu yöneticileri yetiştiren ve 1936′da Ankara’ya taşınan Atatürk’ün özel emir ve ilgileri ile kurulan Siyasal Bilgiler Okulunu açmak olmuştur. Bunlara, hazırlıkları Atatürk tarafından başlatılan ancak kuruluşu 2. Dünya Savaşı nedeniyle 1940′ların başına kalan Tıp ve Fen Fakültelerini de eklemek gerekir. Her biri Türkiye Cumhuriyeti’nin imarında önemli görevler üstlenen Hukuk, Dil ve Tarih-Coğrafya, Fen ve Tıp Fakülteleriyle 1946 yılında resmen kurulmuştur.
Ankara Üniversitesi, Cumhuriyetin ilk üniversitesi olma sorumluluğu ile; eleştirel düşünebilen ve sorun çözebilen, kişisel ve mesleki alanda kendini sürekli yenileyen, doğaya duyarlı, farklılıklara saygı gösteren, yaratıcı bireyler yetiştirmeyi, bilime ve sanata evrensel düzeyde katkı sağlayan, etik değerleri gözeten, disiplinler arası araştırmalar yapmayı, sosyal sorumluluk bilinci ile ülke sorunlarına duyarlı, kamu yararını gözeten yaşadığı kentin kalkınmasına ve gelişmesine katkıda bulunan hizmetler sunmayı misyon ve görev edinmiştir.
ICT MEDIA: Sayısallaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayısallaşma örgün eğitimi nasıl etkileyecek? Dijitalleşmeyi üniversitenizde hayata geçirebildiniz mi?
Prof. Dr. Erkan İBİŞ: Ankara Üniversitesi teknolojik gelişmelere ayak uydurmaya gayret gösteren bir üniversite. Teknolojik gelişimin bizce iki ayağı var. Bunlardan bir tanesi dijital dönüşüm, diğeri ise büyük veri. Bu konulara hâkim olmadığınız takdirde hiçbir dönüşüme hâkim olmazsınız. Bu nedenle bilgiyi ve bilgiye ulaşımı dijital dünyaya taşımamız gerekiyor. Bu bağlamda öncü bir üniversite olduğumuzu düşünüyorum. Hatta üniversiteler içerisinde elektronik yazışmaları ilk kullanan üniversiteyiz. Yaptığımız çalışmalar ile birçok kuruma da örnek olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü 2013 yılında bu çalışmaları tamamlayarak üniversitemizde kullanmaya başladık. Şu anda arşivlerimizi dijital ortama taşıma çalışmalarını yürütüyoruz. Eğitim alanında ise uzun yıllardır karma bir yapı deniyoruz. Bazı derslerimizi örgün eğitimde uzaktan vererek, hibrit bir model üzerinde çalışıyoruz. Özellikle hazırlık okullarında öğrencilerimiz eğitimlerinin bir kısmını örgün olarak alırken, geriye kalan kısmını ize uzaktan eğitim ile sürdürüyorlar. Yarattığımız bu model eğitimcilerin işlerini verimli kılar iken öğrencilere de bir motivasyon kaynağı oldu. Bu anlamda biz bu kovid dönemine bilinçli olarak olmasa da hazırlıklı olarak girmiş olduk. Kovid sürecinde ise zaten var olan altyapımızı hızla uzaktan eğitime döndürerek, bu sürece hızlı bir şekilde adapte olduk.
Geldiğimiz noktada dijital dönüşümün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Kovid salgını geleneksel bir eğitim tarzını benimsemiş bir toplum olarak bizlere, dijital eğitimin de ne kadar önemli olduğunu göstererek ve benimseterek bizlere de bir fırsat ortamı yaratmış oldu.
ICT MEDIA: Sağlık alanında yaşanan dijitalleşme ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Prof. Dr. Erkan İBİŞ: Sağlık sektöründe de dijital uygulamaları kullanma eğilimi yüksek. Bu nedenle yetişen hekim adaylarımızın dijital dönüşüme eğilimi de yüksek. Çünkü geldiğimiz noktada tanıdan tedaviye kadar robotik teknolojileri kullanmaya başladık. Günümüzde bulunduğumuz noktadan Japonya’da gerçekleşen bir ameliyatı izleme hatta ameliyatı gerçekleştirme imkanına sahipsiniz.
ICT MEDIA: Teknoloji geliştirme bölgeleri üniversitelerin sanayiye açılan kapıları. Ülkemizde üniversite-sanayi iş birliğini yeterli görüyor musunuz?
Prof. Dr. Erkan İBİŞ: Yıllarca üniversiteler bilimi üreterek rafa koymayı ve isteyenlerin gelip almalarını bekledi. İş dünyası ise üniversitelerde yapılan çalışmalardan bihaber olduğundan dolayı, ihtiyaçlarını alaylı yollar ise çözmeye çalışıyordu. Bu ihtiyaçtan kaynaklı olarak 2013 yılında iş dünyası ile bir platform oluşturduk. Kurduğumuz platformda üniversite akademisyenlerinin yanında iş dünyasından temsilcilerde yer aldı. Üniversite Sanayi iş birliği alanında ilk olarak, farkındalık oluşturmaya çalıştık. Çünkü bu iki farklı dünyayı bir noktada buluşturmak çok zordu. Bu zor süreçte sürekli STK’lar ile bir araya geldik ve bu çalışmanın çok olumlu sonuçlarını gördük.
ICT MEDIA: Ankara Üniversitesi bünyesinde Hızlandırıcı Teknolojileri Enstitüsü ve Teknopark yer alıyor. Hızlandırıcı teknolojileri ve Teknopark hakkında bilgi verir misin?
Prof. Dr. Erkan İBİŞ: Hızlandırıcı çok önemli bir teknoloji. Gıda’dan Elektroniğe, Uzaydan Nano Teknolojiye kadar her konuda kullanabileceğiniz bir temel teknoloji. Dolayısıyla Türkiye’nin bu alanda var olması çok önemli. Fakat bu teknoloji yoğun yatırım gerekiyor ve bu yatırımın altından bir üniversitenin kalkması pek mümkün görünmüyor. Dolayısı ile bu merkezin ulusal bir yapıya kavuşması gerekiyor. Ulusal Merkezin anlamı ise şu: Yönetim devlete geçiyor, Ankara Üniversitesi ve diğer üniversiteler ihtiyaçları ve çalışma konuları için bu merkezi kullanıyor ve bu sayede kaynak israfı önlenmiş oluyor. Bu kapsamda 6550 sayılı bir kanun yürürlüğe girdi. Üniversite olarak ilgili kanun kapsamında gerekli başvurularımızı yaptık. Yakın bir zamanda ise ulusal bir merkez olarak, faaliyetlerine devam edecek.
Ankara Üniversitesi Teknokent’i, tematik bir teknokent değil. Birçok alanda faaliyet gösteren firmalar, teknoparkımızda yer alıyor. Ama biz teknoparkımızı ikiye böldük. Tarım ile ilgili firmalarımızı Keçiören’de bulunan alanımıza taşıdık, sosyal alanlarda faaliyet gösteren firmalarımızı ise Gölbaşı yerleşkemizde faaliyetine devam ediyor. Teknoparklarımız yüzde 100 doluluk oranına sahip ve büyümeye de devam ediyor.
ICT MEDIA: Sağlık sektöründe yerli ve milli ürünlerin geliştirilmesi, ülkemizde üretilmesi ve ticarileşmesi hususunda görüşlerinizi alabilir miyiz?
Prof. Dr. Erkan İBİŞ: Ülkemizde ve dünyada yaşanan hu tür krizleri fırsata çevirmemiz gerekiyor. Örneğin solunum cihazını Türkiye üretti. Ancak her şeyi biz üretelim konusuna da katılmıyorum. Çünkü “Her şeyi biz üretelim” der isek kaynağınızı ve enerjinizi dağıtmış oluyorsunuz. Dolayısı ile en çok kullanılan, yurtdışına en çok bağımlı olduğumuz sistemleri, üretmek üzerine yoğunlaşmalıyız. Ülkemizde de bu noktada bir akım oluştu. Devletimizde bu noktada gerekli destekleri sunmaya başladı. Dolayısı ile bu süreç bize savunma sanayi kadar sağlık sektörünün de ne kadar kritik bir sektör olduğunu gösterdi. Bundan sonraki süreçte ülkemizin medikal yatırımlarını arttırarak devam ettirmesi, bizlerin de bu ürünleri kullanma yönünde daha proaktif davranmamız gerekiyor.