
Türkiye’nin dijitalleşme sürecini, finansal teknolojilerde kaydettiği aşamayı, yerli yazılım pazarının artırılması için atılması gereken adımları sektörün deneyimli ismi Digital Planet CEO’su Şerif Acar Beykoz ile konuştuk.
ICT MEDIA: Sayın Beykoz, uzun yıllardır ICT sektöründe değişik kademelerde görevler üstlendiniz. Son 1,5 yıldır da Digital Planet’in başındasınız. Öncelikle bize Digital Planet ne tür alanlarda faaliyet göstermektedir? Ne tür projeler üzerinde çalışmaktasınız?
Digital Planet, 2000 yılından beri kendi teknolojileriyle Türkiye’de ilkleri gerçekleştiren bir yazılım şirketi. Bu ilklerden biraz bahsetmek gerekirse; “Kişiye özel doküman” kavramı ile Türkiye’yi ilk kez 2000 yılında tanıştırdık. İlk e-Arşiv’i 2006 yılında uygulamaya geçirdik. e-Faturayı 2008’de, ilk sıkıştırmalı doküman saklama teknolojisi NETVault’u ve ilk karma posta sistemi NetPost’u 2009’da, ilk baştan sona entegre sınav otomasyon teknolojisini 2012 yılında uygulamaya aldık. Yazılım ve internet teknolojilerinde çözüm ortağı olmamızın yanı sıra güçlü bir Ar-Ge şirketi olarak da iddialıyız. Tabii tüm bu çözümler önemli ve büyük bir Ar-Ge yatırımının meyveleri.
Türkiye’de ağırlıklı telekomünikasyon, finans, bilişim, enerji dağıtım, e-ticaret ve tekstil gibi çok çeşitli sektörlerin lider şirketleri bizimle çalışıyor. Özel entegratör kimliğimizle tüm sektörlerden, ayda 20’den 20 milyona kadar değişen sayıda fatura üreten 6.500’ün üzerinde firmaya, kuruma özel yaklaşımla hizmet veriyoruz. Çünkü bizim için fatura sayısından daha önemli olan, bu firmalara her durumda aynı derecede hassasiyet göstermek ve aynı kalitede hizmet sunabilmek. Bu yaklaşımın karşılığı olarak, e-Dönüşüm sektöründe açık ara en kapsamlı platforma ve en yüksek işlem hacmine sahip özel entegratör şirketi olduğumuzu gururla söyleyebiliriz.
Aslında bizi en iyi tarif eden kelime “üretici” olsa gerek. Gerçekten de bizim işimiz üretmek ancak kurumlara, topluma değer yaratan ürünler ve teknolojilerle çözümler üretmek. Burada düşüncemiz hiçbir zaman yerelde kalmak olmadı. Çünkü yaptığımız uygulamaların yurt dışında karşılığı çok pahalı ve uygulaması bir hayli zor.
Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı fatura platformu olma özelliğimizi katma değerli servislerimizi yeni ürünlerle destekleyerek devam ettiriyoruz. Örneğin finansal çözümler platformumuz “Parantez”, mobil ödeme platformumuz “PayAll” ve birçok yeni ürünümüz, pazarı yönlendirici ve yönetici konumumuzu güçlendirecektir. Bunun yanı sıra Ar-Ge’sini yaptığımız sıkıştırma ve saklama konularındaki inovatif teknolojilere yatırım yapmaya devam ediyoruz.
Sayısallaşma, verimliliği artıran bir numaralı faktör
ICT MEDIA: Dünyada tüm sektörler dijitalleşmeden nasibini almakta. Türkiye’nin sayısallaşma sürecini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye teknolojiyi kullanma konusunda dünyanın sayılı ülkelerinden birisi, özellikle finans ve telekom sektörü bu dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip ediyor ve hemen çalıştıkları alanlara da uyguluyorlar. Bankacılıkta mesela, EFT işlemleri Türkiye’de kullanıldıktan çok sonra Avrupa’da yaygınlaştı, keza telekomda en teknolojik cep telefonları, tabletler Türkiye’de herkesin elinde. Fatih projesi gibi bir proje dünyanın hiçbir yerinde hayata geçirilmemiş. Yani teknolojiyi kullanma konusunda iyiyiz ama teknolojiyi yaratma, teknolojik dünyaya katkıda bulunma konusunu pek dert etmiyoruz, bırakalım yapsınlar biz sonra en iyisini satın alır kullanırız diyoruz. Olay da burada düğümleniyor zaten. Evet sayısal dünyanın nimetleri tüm sektörler için çok önemli, göz ardı edilemez. Ekonominin bütün sektörlerinde, ister reel üretim sektörlerinde olsun ister hizmet sektörlerinde olsun, isterse de kar amacı gütmeyen kamu ve özel sektör kuruluşlarında olsun sayısallaşma, verimliliği artıran bir numaralı faktör. Bütün şirketler, KOBİler tüm süreçlerini er ya da geç sayısallaştıracaklar; çevik şirketler, bunun farkına varmış olanlar ve uygulamaya hemen geçenler şüphesiz diğerleri ile aralarında bir fark yaratacaklar. Ben eski usullerle çalışırım diye ısrar eden kuruluşların gelecekte yerleri olmayacak, bu da bir kehanet değil çok açık bir gerçek. Bu konuda bilinç seviyemiz ne yazık ki çok yüksek değil, özellikle küçük ve orta boy KOBİ’lerde çeşitli nedenlerden dolayı sayısallaşma olması gereken hızda gerçekleşmiyor. Bu süreci hızlandırmak ve bilinci artırmak için televizyon reklamlarından daha fazlasına gereksinim var. Öncelikle çok kapsamlı bir plan yapılmalı, KOSGEB çatısında zaten şirketlerin altyapılarının modernize edilmesi için verilmekte olan desteklerin doğru yönlerde kullanılması yönünde biraz tavsiye biraz eğitme ve hatta biraz zorlama ile KOBİler doğru yola çekilmeli. KOBİlerin sahiplerine, yöneticilerine demiyorum, çünkü genellikle ülkemizdeki KOBİleri profesyonel yöneticiler değil şirket sahipleri yönetiyor, sayısallaşmanın faydaları, yaratacağı değerler iyi anlatılmalı ve ikna edilmelidirler. Devlet bu işi sadece KOBİ sahiplerine bırakırsa sayısallaşmada ve dolayısıyla da ekonomide arzu edilen büyüme ivmeleri ve bunlara bağlı olarak istihdam artışı, gelir ve vergi artışı, insanların refah seviyelerindeki artış sağlanamaz.
ICT MEDIA: Kişisel olarak Türkiye’deki yazılımın sanayi ürünü kabul edilmesi için çok çaba gösterdiğinizi biliyoruz. Global ölçekte devam eden sorunlar nedeniyle ülkelerin kendi yerli imkanlarını öne çıkarmaya çalıştığı bir dönemdeyiz. Türkiye olarak yerlilik denilince ne anlamamız gerekir, bir ürünün yerli olmasının kriterleri nelerdir?
Önceki soruda da biraz bahsettik, Türkiye teknolojiyi kullanmayı seven bir ülke ama yaratma konusunda aynı özeni gösteremiyor. Evet alıp kullanmak, üretim süreçlerine uygulamak da çok önemli, robot kullanmayan bir otomobil fabrikası düşünülebilir mi, mümkün değil ama fabrikada kullanılan tüm otomasyon cihazları ve ne yazık ki yazılımlar yabancı kaynaklı. Ben 2005-2013 yılları arasında YASAD (Yazılım Sanayicileri Derneği) yönetim kurulunda görev yaptım, 2009-2011 yılları arasında da YASAD başkanlığı yaptım. Biz, kendimizi yazılımın sanayicileri olarak tanımlıyorduk ama ürettiğimiz ürünleri devlet sanayi ürünü olarak kabul etmiyordu, çok oksimoron bir durum, gerçek rüya derneği gibi bir şey, kendi içinde çelişkili. O zamanlar yazılım konusu bugünkü kadar gündemde değildi, biz yıllarca yazılımın ne demek olduğunu, katma değeri en yüksek ürünlerden biri olduğunu, rahmetli Özal’ın turizm sektörü için yaptıklarının yazılım sektörü için de yapılması gerektiğini, yazılım sektörünün kalkınmada öncelikli stratejik bir sektör ilan edilmesini söyledik, yazdık, çizdik. Eximbank dışında hiçbir kurumdan olumlu dönüş alamadık. Sadece Eximbank reel ürünlere verdiği desteklerin tamamını yazılım için de vermeyi kabul etmişti. Bunun dışında bu konunun anlaşılması için ne yazık ki bir 10 yıl geçmesi gerekti, şu anda yazılım ürünleri artık sanayi ürünü olarak kabul ediliyor. Yazılım şirketleri de artık tam anlamıyla sanayici olabilecekler. Sanayi ürünlerinin almaya hak kazandıkları tüm destek ve teşviklerden yararlanabilecek, ihracatçı birlikleri kurabilecekler, hiçbir şey olmazsa şirketlerinde yazılım üretimi için kullandıkları elektriği daha ucuza alabilecekler. Sanayi sicil belgesi ve arkasından da yazılım ürünlerine yerli malı belgesi alabilecekler. Biliyorsunuz 3G ve daha sonra 4,5G GSM ihalelerinde çok çeşitli yerli Ar-Ge şartları mevcuttu. Bu şartlar ülkemizde yerli yazılım ve donanım sektörlerinin geliştirilmesi için ihale şartnamelerinde yer almıştı. 3G’nin tüm yaşam sürecinde ve 4,5G’nin ilk yılında bu konuda istenilen başarıyı bırakın yakalamayı yanına bile yaklaşılamadı. Bunun en önemli nedenleri sektörümüzün çok cılız oluşu, GSM işletmecileri ile sektörün bir türlü yakınlaşamaması, GSM operatörlerinin yerli teknolojiye temkinli yani soğuk yaklaşmaları ve en nihayetinde de Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın birbirlerinin yaptıkları işleri tam olarak bilmemelerinden kaynaklanan ve sonucunda yerli malı belgelerinin yazılım şirketlerine verilmemesi ile ortaya çıkan trajikomik durumdu. Umarım bundan sonra böyle problemler olmaz. Böyle düzensizlikler ve rasyonellikten uzak uygulamalar girişimcilerin ve yatırımcıların da zaten çok kuvvetli olmayan iştahlarını kırıyor. Yerli teknolojinin gelişmesi yurtdışına kaçan milyarlarla dolarlık servetin yurt içinde kalmasına neden olur, cari açığın kapatılmasına bir nebze destek olur, işsizliğin 2 haneli seviyelere geldiği ülkemizde istihdamın artmasına neden olur, sosyal gerginlikler azalır, refah seviyesi artar, ihracat olanakları ortaya çıkabilir. Özellikle yazılım sektörü katma değeri %80’lerde olan bir sektördür, giriş bariyeri en düşük sektörlerdendir, bu yüzden doğal kaynağı olmayan birçok ülke kalkınma hamlelerini bilişim sektörü doğrultusunda yapmaktadırlar. Bu konuda birçok yazı yazıldı artık konuşmaktan ziyade iş yapmak lazım. Yerli üründen kastımız da o ürünü üretmek için gerekli fikri mülkiyetin ve know-how’ın, yani bilgi ve becerinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ait olması demektir. Ürünün Türkiye’de üretilmesi tabii ki tercih edilir ama şart değildir. Mesele ürünün sahipliliğinin yerli olmasıdır. Mesela Iphone bir Amerikan ürünü müdür, Çin ürünü müdür? Tüm hakları Amerikan şirketinindir ama üretim süreci en iyi ve en ekonomik neredeyse orada yapılır. Tasarım İtalya’da, üretim Taiwan’da veya Çin’de yapılır ve tekrar teknolojisi de Japonya’dan gelir. Fiyatının %30’u dışarıya gider %70’i Amerika’da kalır. Tüm üretimi burada yapalım diye bir saplantımız olmamalıdır. Ölçek ekonomisi denilen bir kavram var, herkes ürünlerini Taiwan’da yaptırıyor ve o yüzden Taiwan bu kadar ucuza yapabiliyor. Güncel olduğu için belirteyim, günümüzün konusu, babayiğitler miladını doldurmuş lisanslarla otomobil yapacaklarına pil teknolojilerine yatırım yapsalar daha doğru olur.
ICT MEDIA: Uluslararası pazarda Türkiye yazılım pazarından yeterince pay alabiliyor mu? Yazılım sektörünün ne tür sorunları öne çıkıyor ve bunların sizce çözümü nelerdir?
Türkiye’nin yazılım ihracatının ne kadar olduğunu bilen yok, devlet de bilmiyor özel sektör de bilmiyor. Beyanlara dayalı birkaç rakam ortalarda dolaşıyor ama hiçbiri güvenilir değil. Yazılım ihracatını ölçebilecek bir mekanizma mevcut değil. Çünkü bütün mevzuat reel ekonomi dikkate alınarak hazırlanmış. Yazılım ihracatının zorluklarını bilfiil yaşamış biri olarak gümrük dahil tüm mevzuatlarda çok ciddi düzenlemeler lazım. Yazılım ihracatı gümrükten geçmiyor, elektronik ortamda gidiyor, nereye gidiyor, kim alıyor, bedelini nereye ödüyor, para Türkiye’ye geliyor mu, ne kadarı geliyor. Bir ihracatçı birliği olmadığı için kayıt altında değil, mecbur da tutamazsınız, denetlemesi zor. Devletin en az yazılımcılar kadar zeki olması lazım. Teşviğe dayalı bir sistem kurulabilir. Türkiye’de yazılım ihracatı yapan yaklaşık 100 şirket var, toplam hacim 200 milyon dolar civarında ama bu rakam kesin değil. Mesela oyun şirketleri sadece kendilerinin 600 milyon dolar ihracatları olduğunu iddaa ediyorlar, bilemiyorum. Dışarda potansiyel var ama şirketler arası bir koordinasyon, uyum ve ortak çalışma gerekiyor. Şirketlerimiz büyük ihaleleri alabilecek ve sürdürebilecek çapta değiller. Ben daha önce bilişim müteahhitleri diye bir kavram ortaya atmıştım, nasıl yurt dışında otoyollar, barajlar, şehirler yapabiliyorsak benzer modeli bilişim ihalelerinde de yapabilmeliyiz. Nasıl ki bütün barajı tek bir şirket yapmıyor, bir kısmını ve genel koordinasyonunu yapıyorsa biz de bilişimde aynı şekilde bir model kurabiliriz. Böyle fırsatlar daha önce çıktı ama görüştüğüm hiçbir “büyük” sayılabilecek yerli bilişim şirketi böyle işlerin altına girmek istemedi. Böyle durumlarda da devlet öne çıkmalı ama bunu devlete anlatana kadar ihale süresi geçer.