TÜRK DÜNYASI SİNEMALARI 6: TÜRK SİNEMASI TİYATROCULAR DÖNEMİ (1922-1940)

Toplumsal oluşumun sürekliliği için ideoloji kendini yeniden üretmelidir ve bu yeniden üretim sayesinde sistem de yeniden üretilir. Her toplumsal oluşum var olmak ve üretebilmek için hem üretmek hem de üretim koşullarını “yeniden üretmek” zorundadır. Üretim koşullarının yeniden üretilmesiyle gerçekleşen toplumsal biçimlenme, toplumsal biçimlenmenin belirleyicisi; insanların ve toplumsal grupların zihin dünyalarına hükmeden egemen fikirler, tasarımlar sistemidir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kendi ideolojisini Milletine hem benimsetmek hem de sürekliliğini sağlamak zorundadır. Atatürk; yeni bir devlet kurmuş, Cumhuriyeti ilan etmiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çağdaş, aydınlık yeni bir ülke olmasını amaçlamıştır.

Althusser, devletin vatandaşlarını biçimlendirme doğrultusunda kullandığı iki aygıtı olduğunu söyler. Bunlar devletin ideolojik aygıtları (DİA) ve devletin baskı aygıtlarıdır (DBA). Bu ikili arasında kesin bir ayrım olmamakla birlikte aralarındaki temel fark kullandıkları yöntemlerdir. DİA’lar şu kurumlardan oluşmaktadır[1]: Dinsel DİA, Eğitimsel DİA (okulların oluşturduğu sistem), Aile DİA’sı, Hukuki DİA, Siyasal DİA, Sendikal DİA, Haberleşme DİA’sı (basın, radyo-televizyon vb.), Kültürel DİA (edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.). Devletin Baskı Aygıtları olarak DBA’lar ise; hükümet, idare, ordu, polis, mahkemeler ve hapishanelerdir. İdeolojik aygıtlar, nesneldir ve gündelik yaşantının bir parçası halindedir. Öznel değildir, hiçbir özne tarafından üretilemez fakat özneyi şekillendirir ve kendini tekrar edecek tarzda yapılanmış bir olgudur. Ayrıca nesnel ve dışsal bir yapıya sahip olduğundan toplumun nesnel yüzünü temsil eder.

Atatürk devletin ideolojik aygıtlarının tümünü vatandaşlarının yeni ideolojiye uyum sağlaması için kullanmıştır. Atatürk; “Güzel sanatlarda başarı; bütün inkılapların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında, yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır.” diyerek sanatın önemini ortaya koymuş ve yedinci sanat olan sinemayı da bu kapsamda ele almıştır.

Son yazımızda belirttiğimiz üzere sinema Osmanlı döneminde kendini göstermiş ve özellikle 1914-1920 yılları arasında birçok üretim de gerçekleştirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde; Merkez Ordu Sinema Dairesi, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti ve Malûl Gaziler Cemiyeti çatısı altında faaliyet gösteren Fuat Uzkınay (1888-1956), Sigmund Weinberg (1868-1954), Sedat Simavi (1896-1953) ve Ahmet Fehim Efendi (1856-1930) gibi isimlerin birtakım cılız sinemacılık faaliyetlerine sahne olmuştur. Ne var ki bu çalışmalar, yeni kurulan Cumhuriyet’e canlı bir sinema ortamı sağlayamamıştır.

Bu yazımızda özellikle Cumhuriyet dönemindeki Türk Sinemasından bahsedeceğiz. Türk Sinemasında 1922 yılından 1940 yılına kadar süren dönem “Tiyatrocular Dönemi” olarak adlandırılır. Bunun nedeni, bu dönemdeki sinema çalışmalarının İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun başında bulunan Muhsin Ertuğrul ve onun kadrosunun tekelinde bulunmasıdır.

Muhsin Ertuğrul (1892-1979), geç sanayileşmiş bir üçüncü dünya ülkesi olan Türkiye’de oyuncuların, teknik araç gereçlerin, senaristlerin, platoların ve hemen hemen hiçbir altyapının olmadığı son derece ilkel koşullarda sinema çalışmalarına başlamıştır. Sinemanın Anadolu topraklarına girmesi ardından bu alanda çekilen filmler, yazılan senaryolar ve oyunculukların yanında sinemanın süreç içindeki seyri konusu da son derece önemlidir. Sinemanın Türkiye'de başlangıç yıllarında; çoğunlukla batıda bu işin eğitimini almış ve film deneyimi olan kişilerin yardım ve destekleri ile yol alma çabası içeren eylemler, ilerleyen yıllarda özellikle tiyatrodan ve edebiyattan devşirilen kişi ve eserlerle yoluna devam etmiştir.

Sinema alanı ile ilgili özel eğitim veren kurumların çoğunlukla yurtdışında olması ve ilk yıllarda yabancı kişilerden destek alınması nedeniyle film üretim hızının yavaş bir seyirde gitmesine sebeb olmuştur. Ancak, ilerleyen yıllarda sinemanın güçlü bir iletişim aracı olduğu anlaşıldıktan sonra, özellikle dini açıdan yapılan yorumlar yerini, -daha çok nasıl üretim yapılabilir? -kendi hikayelerimizle sinema dünyası içinde bir yer edinebilir miyiz? sorularına bırakmış, böylesi bir sorgulama da sektörel anlamda yapılanmayı ve hızlanmayı gündeme taşımıştır.

Filmlerle tanışma ve önemini kavrayarak işin üretim kısmına geçme aşamaları sonrasında yavaş da olsa biraz hareketlenen sinema, ilk yıllardan sonra belirli kişi/kişilerin destek ve çabaları ile farklı bir döneme geçişin sinyallerini vermiştir. Söz konusu bu dönem kendi iç dinamikleri ve üretilen filmlerin içerikleri baz alındığında ilk yıllara nazaran farklı düşünceler, bakışlar ve yorumlarla yapısal farklılığını ortaya koymuştur. Türk Sinema tarihinde 1922 yılından başlayarak 1940’a dek sürecek olan döneme ‘Tiyatrocular Dönemi’ adı verilir. Bu dönemin öne çıkan en önemli ismi, 1922 yılından 1939 yılına dek 17 yıl kesintisiz olarak sinemada tek adam devrini yaşatan Muhsin Ertuğrul olmuştur.

Türk Sinema tarihinde Tiyatrocular Dönemi olarak adlandırılan 1922-1939 yılları arasında gerçekleştirilen farklı türlerde filmler üretimi, sinema sektörünün gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Bu dönemde, sinema ve tiyatro arasındaki ayrımın henüz tam olarak oluşmamış olması, tiyatroya ilişkin biçim ve içerik özelliklerinin sinema üzerinde etkili olmasına yol açmıştır. Tiyatrocular dönemi, Türk Sinemasında tiyatro kökenli sanatçıların bütünüyle egemen oldukları bir dönem olmuştur. Dolayısıyla bu süre boyunca, tiyatroya ilişkin biçim ve içerik özellikleri sonraki yıllarda da etkili olacak bir şekilde sinemada baskın gelmiştir. Bu dönemin temel özelliği, Türk sinemasının tiyatro kökenli oyuncular ve yönetmenler tarafından şekillendirilmesidir. Tiyatrocular Dönemi'nde öne çıkan oyunculuk ve yönetmenlik anlayışı, tiyatro kökenli olması nedeniyle daha dramatik ve duygusal bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda, yönetmenlerin de tiyatro kökenli olmaları, filmlerin daha teatral ve sahne odaklı bir anlatıma sahip olmasına yol açmıştır.

Altyapı konusunda son derece yetersiz bir alanda, sinemanın bir biçimde sürekliliğinin sağlanması açısından olumlu yönler içeren bu evre, aynı zamanda film türlerinin hemen hepsine ait örneklerin de çekildiği bir dönemdir. Ayrıca, Türk kadınının sinemaya geçişinin yine bu dönemde gerçekleşmiş olması da dönemi farklı kılan özelliklerden birisidir. Bu dönem, Türk sinemasının gelişim sürecinde önemli bir yeri olan efsane bir dönemdir.

İlk özel film şirketi olan Kemal Film’in kuruluşu ile Türk Sineması farklı bir döneme girer. Muhsin Ertuğrul'un Kemal Film adına yönettiği ilk film olan İstanbul'da Bir Facia-i Aşk (1922) Türk sinemasında Tiyatrocular Dönemi’ni başlatan filmdir.

Muhsin Ertuğrul, Kemal Film ve İpek Film için yapımcılık ve yönetmenlik yaptığı filmlere senaryolar yazmış, tiyatro uyarlamaları yapmış ve bu filmlerde tiyatrosunda çalışan oyuncuları oynatmıştır. 1922 ile 1939 yılları arasında onun tek adam olarak yürüttüğü bu tiyatromsu filmlerin olduğu dönem, Tiyatrocular Dönemi veya Muhsin Ertuğrul Dönemi olarak adlandırılmaktadır.

"İstanbul'da Bir Facia-i Aşk" ya da "Şişli Güzeli Mediha Hanımın Facia-i Katli", mütareke yıllarında para karşılığında erkeklerle birlikte olan bir kadının, kendi yüzünden sefalete düşmüş âşıklarından biri tarafından öldürülmesini anlatan melodram tarzında tiyatromsu bir filmdir.


Aynı yıl Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanından uyarlanan Nur Baba (1922) yapılmıştır. Film, tekkesine gelen zengin kadınlardan faydalanan, zevk düşkünü Bektaşi şeyhi Nur Baba’yı anlatmaktadır. Bektaşilerin tepkisini çeken film biryıl sonra Boğaziçi Esrarı adıyla yayınlanmıştır.

Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı romanından uyarlanan Ateşten Gömlek (1923), Kurtuluş Savaşı’nı işleyen ilk konulu filmdir. Aynı zamanda ilk kez Müslüman ve Türk kadın oyuncular bu filmde oynamıştır. Tiyatrodan uzaklaşan ve sinemasal özellikler taşıyan bir film olarak Muhsin Ertuğrul’un en önemli eserlerinden biri kabul edilir. Bu filmin ardındanaynı yıl çektiği Leblebici Horhor ile yine teatral biçime geri dönen Ertuğrul’un bir operet uyarlaması olan bu filmi sessiz sinemaya aktarışı başarılı olamaz ve Kemal Film’i büyük zarara uğratır.

Ertuğrul Paris’teyken izleyip Türkçeleştirdiği, korku-gerilim türündeki bir Fransız tiyatro oyununu ‘Kız Kulesinde Bir Facia (1923)’ ismiyle filme uyarlar. Fakat film hem teknik bakımdan hem de öyküde yer alan gerilimi verebilme konusunda yetersiz bulunmuştur.

Kemal Film adına çektiği son film olan Sözde Kızlar (1924), Peyami Safa’nın romanından uyarlanmıştır. Kayıp bir film olduğu için romandan nasıl bir uyarlama yapıldığı bilinmemekte, fakat yapımcı Şakir Seden’e göre kötü bir film olmuştur.

Kemal Film’in kiraladığı stüdyodan atılması ile çekim ekipmanları zarar görmüş ve Seden kardeşler bunun üzerine yapımcılığı bırakıp işletmecilik ve film getirmeye yönelmişlerdir.

Bu durum Muhsin Ertuğrul’un da Kemal Film’deki çalışmalarını sonlandırmasına neden olur. Ertuğrul bundan sonra Sovyetler Birliği’ne giderek sinema ve tiyatro çalışmaları yapmıştır. Sovyetler Birliği’nde birkaç film çeken Ertuğrul, İstanbul’a döndükten sonra 1928’de İpek Film ile çalışmaya başladı. Çektiği ilk film bir Kurtuluş Savaşı filmi olan Ankara Postası’dır. Bu film İpek Film’e çok büyük miktarda para kazandırmıştır.

Kemal Film, Muhsin Ertuğrul filmlerinin yanı sıra Mütareke ve Kurtuluş Savaşı yıllarında elliye yakın kısa belge film yapılmasına katkı sağlamıştır.

1924-28 yılları arasında çalışmalarını tiyatro üzerinde yoğunlaştıran Muhsin Ertuğrul, 1928 yılında İpek Film’le anlaşarak yeniden sinemaya döner. O dönem için hayli büyük bir rakam olan 15 bin kişi tarafından izlendiği sanılan ‘Ankara Postası’nın ardından ‘Kaçakçılar’ ve ‘İstanbul Sokaklarında’yı çeker. ‘İstanbul Sokaklarında’ aynı zamanda Türk sinemasının ilk sesli filmidir.

Ertuğrul, Türk Sineması’nın ilk sesli filmi olan ‘İstanbul Sokaklarında’yı 1931 yılında çekmiştir. Şarkılı bir melodram olan film, Türkiye, Mısır ve Yunanistan’da yapılan çekimlerle bu ülke oyuncuları kullanılarak yapılmıştır.

1932 yılına gelindiğinde, Muhsin Ertuğrul uzun süredir tasarladığı projeyi hayata geçirme fırsatı bulur: Muhsin Ertuğrulyıllardır özlemini çektiği bir proje olan Kurtuluş Savaşı’nın destanını, Nizamettin Nazif’in hazırladığı bir sinopsisten yola çıkarak 1932'de ‘Bir Millet Uyanıyor’ adı ile çekti Türk sinemasında daha sonraki yıllarda çekilecek olan ve Kurtuluş Savaşı’nı konu alan filmlerin bir tür prototipi sayılan ‘Bir Millet Uyanıyor’, Muhsin Ertuğrul’un da başyapıtı olur.

Bu film görüntü estetiği ve müzik bakımından başarılı kabul edilmekle beraber kanunun işlenişi yönünden dağınık bulunmuştur. Ancak halk ve eleştirmenler tarafından beğenilmiştir. Filmin bir başka özelliği de ilk kez Türk kadın sanatçıların (Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir) bir sinema filminde rol 
almalarıdır.

1933-1935 yılları arasında operet ya da tiyatro uyarlaması olan ve senaryolarını Mümtaz Osman takma adı ile Nazım Hikmet’in yazdığı yedi film çekmiştir. Bu dönemde yaptığı müzikli filmler; Karım Beni Aldatırsa (1933), Söz Bir Allah Bir (1933), Cici Berber (1933), Milyon Avcıları (1934), Leblebici Horhor Ağa (1934) gibi filmlerdir.

Bu dönemde Nazım Hikmet Ran da Düğün Gecesi-Kanlı Nigar (1933), İstanbul ile Bursa Senfonisi (1934), Güneşe Doğru (1937) filmlerini yönetmiştir. Yine Nazım Hikmet tarafından İsveç’li bir yazarın hikâyesinden senaryoya uyarlanan ‘Aysel, Bataklı Damın Kızı’ (1935), yine bir melodramdır. Görüntüleri estetik olarak başarı olan filmin köy ortamını inandırıcı olarak yansıtan dış çekimleri etkili bulunmuştur. Bu film Muhsin Ertuğrul’un görüntüleri açısından en başarılıbulunan filmlerinden biri olmuştur.

Genel olarak Türk Sineması’nda, Tiyatrocular Dönemi olarak bilinen yıllarda Muhsin Ertuğrul’un çektiği filmler arasında üzerinde durmaya değer görülenler; Ateşten Gömlek, Bir Millet Uyanıyor ve Aysel, Bataklı Damın Kızı olarak görülür. Aysel, Bataklı Damın Kızı’. Bursa’nın Çalıköy sakinlerinin figüranlığını üstlendikleri film, aynı zamanda Türk sinemasında Cahide Sonku efsanesinin de başlangıcıdır.

Muhsin Ertuğrul’la birlikte ‘Tiyatrocular Dönemi’ olarak anılan dönem, yine Ertuğrul’un iki tiyatro uyarlaması ‘Aynaroz Kadısı’, ‘Bir Kavuk Devrildi’ ve birkaç başarısız yeni deney ile ‘Tosun Paşa’ sona erer.

Tiyatrocular Dönemi, Türk sinemasında tiyatro kökenli sanatçıların bütünüyle egemen oldukları bir dönemdi. Dolayısıyla, bu süre boyunca, sinema ile tiyatro arasındaki ayrım çizgisi oluşamadı ve tiyatroya ilişkin alışkanlıklar sonraki yıllarda da etkili olacak biçimde baskın geldi.

Ertuğrul'un yeni Türk tiyatrosunun kurucusu olarak kazandığı ünün büyüklüğü oranında, Türk sinemasının gelişmesi üzerindeki etkisinin olumsuzluğu da büyük oldu. Ertuğrul bu alandaki yeteneksizliğiyle Türk sinemasında çok kötü ve etkileri kolay kolay silinemeyen izler bıraktı. Ertuğrul’un sinema duygusuna uzak olduğunu söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır. Alman, İsveç ve Sovyet sinemalarının en canlı, en güçlü olduğu dönemlerinde bu ülkelerde bulunmasına karşın, sinema dilini hiçbir vakit özümseyemedi veya kavrayamadı. Filmlerinin hiçbiri tam olarak tiyatro filmi olmaözelliğini aşamadı. Çalışma arkadaşlarının hepsini Şehir Tiyatrosu'ndan seçtiği için filmlerindeki tiyatro havası sinema havasına baskın çıktı.

Daha da kötüsü, Şehir Tiyatrosu ve 'Ertuğrul Okulu'ndan yetişen bu tiyatrocular 1939'dan sonra da oyuncu, yönetmen ve seslendirici olarak sinemada daha geniş kapsamlı bir 'Şehir Tiyatrosu Okulu' oluşturup, günümüzde bile izleri görülen kötü alışkanlıklara yol açtılar."3

Tiyatrocular Dönemi biterken, Türkiye’de sinema sanatı açısından önemli bir gelişme de yaşanmıştır. 1939 yılında çıkarılan ‘Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname’ ile devletin sinema alanına yasal anlamda ilk müdahalesi gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle, Türk Sineması, devlet kaynaklı sansür uygulaması ile ilk kez bu uygulama ile tanışmıştır.

Türk sinemasında 1922 yılından 1940 yılına kadar süren dönem "Tiyatrocular Dönemi" olarak adlandırılır. Bunun nedeni, bu dönemdeki sinema çalışmalarının İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun başında bulunan Muhsin Ertuğrul ve onun kadrosunun tekelinde bulunmasıdır. Ancak, tiyatrocuların gerek endüstri gerekse sanat yönünden kurdukları tekel, 1939'da ilk filmi “Taş Parçası”nı çeken Faruk Kenç'le birlikte yıkılmaya başlar. "Geçiş Dönemi" olarak adlandırılan bu dönemde, Şehir Tiyatrosu dışından birçok kişi sinema alanına girmiş ve doğrudan sinemacılıkla işe başlamıştır.

 

Yıl

Film Sayısı

1922

3

1923

3

1924

1

1925

YOK

1926

YOK

1927

YOK

1928

2

1929

1

1931

1

1932

1

1933

7

1934

3

1935

YOK

1936

YOK

1937

1

1938

1

1939

4

Toplam

26

Yıllara Göre Yerli Film Sayıları (1922-1939)

 

Tiyatrocular Dönemi’nin İlkleri

Özgün Senaryoya Dayanan İlk Film İstanbul’da Bir Facia-i Aşk:Şişli güzeli Mediha Hanım’ın Facia-i Katli’ olarak Muhsin Ertuğrul filmin hikâyesini gazetelerin 3. sayfa haberlerinde sıkça rastlanan türden bir aşk cinayetinden alır. Senaryosunu Muhsin Ertuğrul’un gerçek bir olaydan yola çıkarak yazdığı bu film, aynı zamanda gişede de önemli başarı elde eden bir film olarak kabul edilir. Vahşi bir cinayete kurban giden Mediha’nın vahşice öldürülmesini, gözyaşları içinde izleyen seyirciler, filmin dönem itibariyle hatırı sayılır bir gişe geliri elde etmesine sebep olmuşlardır.

Sinemanın İlk Taçlı Güzeli: Cumhuriyet tarihinin ilk güzellik kraliçelerinden biri olan Feriha Tevfik, Türk Sinemasının da ilk güzellik kraliçesi unvanına sahip oyuncusudur. İlk olarak Ertuğrul’un 1929 yılında yönettiği ‘Kaçakçılar’ filminde oynayan Tevfik, sonrasında ‘Milyon Avcıları’, ‘Leblebici Horhor’ ve ‘Tosun Paşa’ filmlerinde de oynar.

İlk Uluslararası Ödül: Türk Sineması ilk uluslararası ödülünü ‘Leblebici Horhor’ filmi aldı. Muhsin Ertuğrul’un yönettiği film, 2. Venedik Film Festivali’nde Onur Madalyası ile ödüllendirildi.

İlk Kadın Yıldız: Türk Sinemasının ilk kadın yıldızı Cahide Sonku’dur. Mesleki kariyerine Halkevleri Tiyatrosu’nda başlayan Sonku, 1932 yılında stajyer oyuncu olarak girdiği İstanbul Şehir Tiyatrosunda bir yıl sonra ‘Yedi Köyün Zeynebi’ oyununda sahneye çıktı. Aynı yıl, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ‘Söz Bir Allah Bir’ filmiyle sinemaya adım attı.

Muhsin Ertuğrul Kimdir?

1892-1979 tarihleri arasında yaşamış tiyatrocu, yönetmen. II. Meşrutiyet’in ilanı (1908), sanat ve yayıncılık alanında müthiş bir hareketliliğe yol açar. Çocukluk yıllarından beri oyunculuk hayalleri kuran Muhsin Ertuğrul, sanat hayatına bu dönemde atılır. Canlandırdığı ilk rol, Burhanettin Kumpanyası’nın 2 Ağustos 1908’de Erenköy’de sahnelediği Sherlock Holmes oyunundaki Uşak Bob rolüdür.2 1909 yılından itibaren profesyonel olarak oyunculuk yapmaya başlar. Vahram Papazyan’ın tavsiyesiyle 1911 yılında Paris’e giden Ertuğrul, modern Batı tiyatrosunu menbaında gözlemleme imkânı bulur.3 1912 yılında İstanbul’a gelir ve Hamlet’i ilk kez sahneye koyan kişi olur.4 Ertuğrul, 1913 yılının aralık ayında Paris’e döner.5 Tiyatro çalışmalarının yanı sıra sinema çalışmalarını da sürdürür. I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın en gelişmiş sinema sektörlerinden birine sahip olan Fransa’da bir süre figüranlık yapar. Muhsin Ertuğrul, 1914 yılında yeniden İstanbul’a döner. Türk tiyatro tarihinde bir dönüm noktası olan Darülbedayi’nin kuruluş çalışmalarına katılır. Yıllar sonra bu çalışmalardan duyduğu sevinci İnsan ve Tiyatro Üzerine “Gördüklerim” adlı kitabında şu sözlerle dile getirir: “Nihayet Darülbedayi (Konservatuvar) kuruldu, genç tiyatrocular sığınacak bir sanat yuvasına kavuştular. Sabah karanlıkta yeni binaya geliyor, akşamları geç vakit çıkarken ayağımız geri geri gidiyordu.”6 Uzun yıllar Darülbedayi’de (Şehir Tiyatrosu) çalıştı. 1916-1919 yılları arasında Almanya’da bulundu. Bu süreçte Almanya’da çekilen filmlerde figüranlık, oyunculuk yaptı. Fransa ve Almanya’da sinemayla tanışarak oyunculuk ve yönetmenlik denemelerinde bulunan Muhsin Ertuğrul 1922 yılında ülkeye döner ve film çekmeye başlar.

Agah Özgüç’ün verdiği bilgiler ışığında: 1922 yılında Kemal Film adına ‘İstanbul’da Bir Facia-i Aşk’ isimli film ile Türkiye’deki ilk yönetmenlik denemesini gerçekleştirdi. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği destekle ‘Ateşten Gömlek’ filminde ilk kez Türk kadınını oynattı. Böylelikle Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir, sinemada görünen ilk Türk kadın oyuncular olarak tarihteki yerini aldı. 1949 yılında Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü oldu. 1951 yılında bu görevinden ayrılarak, ilk özel tiyatro olan Küçük Sahne’yi kurdu. 1953 yılında ilk renkli Türk filmi olan ‘Halıcı Kız’ı yönetti.

Asıl ilgi alanı tiyatro olan Ertuğrul, bu dönemde kimsesiz kalan sinemayı tiyatro geleneğine yaslamış (gerek tiyatro kökenli oyuncular gerek tiyatro eserlerinden uyarlamalar ve gerekse yönetim biçimi olarak) bu da genel olarak bir eleştiri konusu yapılmıştır.

Atatürk’ün; uygar bir Türkiye ülküsünün gerçekleşmesi için, tiyatro aşkıyla yoldadır Muhsin Ertuğrul. 1922 yılından 1939 yılına kadar Türk Sineması’nda 17 yıl kesintisiz olarak tek başına egemenlik kuran tiyatrocu yönetmen Muhsin Ertuğrul; tiyatroda edindiği kazanımları ve yakaladığı başarıyı maalesef sinemada gösteremedi. Yaşamı boyunca, tiyatroyu özellikle yeni kurulmakta olan cumhuriyet dönemi insanlarına tanıtıp sevdirmek konusunda yoğun bir emeği olan Ertuğrul; bölge tiyatroları açarak, uyarlama oyunlarla tiyatro dünyasını zenginleştirerek alana öncü konumunda etkili olmuş bir isimdir. Ancak konu sinemaya geldiğinde Ertuğrul, sinema sanatının kendine has dilini yeterince özümseyememiş, tiyatronun dilini ve görselini sinemaya aktarmaya çalışmış bu sebepten dolayı tiyatro oyunlarının filme alınması şeklinde yorumlanan Ertuğrul filmleri, Türk sinemasının kendi özgün dil arayışlarını sürdürmesine yol açmıştır. Gelişme, ilerleme anlamında da yerinde sayan bu dönemde ağırlıklı olarak tiyatro ve tiyatronun kendine ait özellikleri öne çıkmış; sinemanın sanat dalı olarak kendine ait bir yol bulması gecikmiştir.

Nijat Özön, Muhsin Ertuğrul’un güçlü etkilerinin şekillendirdiği Tiyatrocular Dönemi ile ilgili olarak şunları söyler: “Ertuğrul, tiyatrocularımız için gür ve verimli bir ırmaktır, ama sinemacılarımıza bu ırmağı tersine akıtmak denli güç bir görev yüklemiştir.”

Muhsin Ertuğrul Filmleri

  • 1922  İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk, Boğaziçi Esrarı, Nur Baba
  • 1923 Ateşten Gömlek, Kız Kulesi’nde Bir Facia,  Leblebici Horhor
  • 1924 Sözde Kızlar
  • 1928 Ankara Postası
  • 1929 Kaçakçılar
  • 1931  İstanbul Sokaklarında
  • 1932  Bir Millet Uyanıyor
  • 1933 Cici Berber, Fena Yol, Karım Beni Aldatırsa, Naşit Dolandırıcı, Söz Bir Allah Bir
  • 1934 Aysel Bataklı Damın Kızı,  Leblebici Horhor Ağa (2), Milyon Avcıları
  • 1938 Aynaroz Kadısı
  • 1939 Allah’ın Cenneti, Bir Kavuk Devrildi, Tosun Paşa
  • 1940 Akasya Palas, Şehvet Kurbanı, Nasrettin Hoca Düğünde (F. Tayfur ile birlikte)
  • 1941 Kahveci Güzeli
  • 1942 Kıskanç
  • 1945 Yayla Kartalı
  • 1946 Kızılırmak Karakoyun
  • 1951 Evli mi Bekar mı?
  • 1953 Halıcı Kız

Kaynakça:  

  1. Agah Özgüç, Türk Film Yönetmenleri Sözlüğü, Agora, 2003,  İstanbul, s.79-80
  2. Althusser, Louis (2005). Yeniden Üretim Üzerine, Çev. A. Işık Ergüden, İstanbul: İthaki Yayınları.s.53
  3. Althusser, Louis(2016), İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. 5. Baskı, Çev. Alp Tümertekin, İstanbul: İthaki Yayınları. S. 36-64, 50-51
  4. Engin Durukan Abdulhakimoğulları ( Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları Bağlamında Fotoğrafın Kullanımı, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/814581#:~:text=Althusser%2C%20devletin%20ama%C3%A7lar%C4%B1%20do%C4%9Frultusunda%20kulland%C4%B1%C4%9F%C4%B1,temel%20fark%20kul%2D%20land%C4%B1klar%C4%B1%20y%C3%B6ntemlerdir. Erişim Tarihi: 3/6/2024
  5. Larrain, Jorge (1995). İdeoloji ve Kültürel Kimlik. Çev. Neşe Nur Domaniç, İstanbul: Sarmal Yayınevi. S.91
  6. Nijat Özön, Sinema Uygulayımı Sanatı Tarihi, Hil Yayın, İstanbul, 1985. s.333.
  7. Özkan Karaca, Şair,       Yazar.   “Atlantik          Medya ve        Prodüksiyon”   şirketinde         yapımcı ve        yönetmen, ozkankaraca@atlantikmedya.comhttps://www.academia.edu/30132202/T%C3%BCrk_Sinemas%C4%B1_D%C3%B6nemleri, Erişim Tarihi: 3/6/2024
  8. Seçkin Sevim (2016),  Muhsin Ertuğrul: Türk Sinemasının Kurucusu mu Yoksa Günah Keçisi mi? İnsan&İnsan, Yıl/Year 3, Sayı/Issue 10, Güz/Fall 2016, 64-83e-ISSN: 2148-7537, www.insanveinsan.org
  9. Şükrü Sim, Türk Sinema Tarihi,  İstanbul Üniversitesi Açık  ve Uzaktan Eğitim Fakültesihttps://www.academia.edu/65157785/T%C3%9CRK_S%C4%B0NEMA_TAR%C4%B0H%C4%B0
  10. Özgür Yılmazkol, https://www.iienstitu.com/blog/turk-sinemasinda-tiyatrocular-donemi-ve-tek-adam-muhsin-ertugrul