DARBELERİN GÖLGESİNDE TÜRK SİNEMASI

Tüm dünyada olduğu gibi Türk Sineması da ülkesinin siyasi, sosyal ve ekonomik ikliminden bağımsız bir yapı değildir. Sinema diğer tüm kurumlar gibi sistemin bir parçasıdır ve çıkan ürünlerde bu kapsamda ele alınmalıdır. Filmler; üreticilerinin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve kültürel yapıların etkileri, filmleri tüketen izleyiciler ve bu izleyicilerin hep birlikte teneffüs ettikleri sosyokültürel iklimin izdüşümüdür. Dolayısıyla sinema, hem gündelik hayattan etkilenir hem de gündelik yaşamın tüm karmaşasının anlatıcısı olur.

Sinema geçmişte yaşanmış birçok olayı kendi oluşturduğu dil sayesinde günümüze ve geleceğe taşımaktadır. Bu sayede bireyler ve toplumlar sinema sayesinde daha önce yaşanmış olaylar ile ilgili birçok bilgiye ulaşabilmektedir. Hatta sinemanın olayları dramatize etme özelliği sayesinde geçmişten günümüze aktarılan bu bilgiler, toplumlara daha gerçekçi ve etkili bir şekilde yansıtılabilmektedir.

Sistemin güç sahipleri ya da yöneticilerin aldıkları kararlar ve çıkardıkları yasalar toplumda nasıl karşılanıyor yapılan ekonomik düzenlemeler sistemi nasıl etkiliyor ise, sinemacılar içinde durum aynıdır.  Yönetmenler yaşadıkları toplumun tüm çalkantılarını filmlerine aktarırlar. Bir ülkenin tarihini, yaşamını, demokrasisini, kültürünü anlamak istiyorsanız sinemasına bakın. Sinemayı anlamak, çözümlemek aynı zamanda bazı istisnalar dışında filmin yapıldığı dönemi de tüm gerçekliğiyle ortaya koymak manasına gelebilir.

Darbeler yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyması sadece bir yönetim sorunu değildir aynı zamanda ülkenin demokrasisine, insan haklarına, kültür ve sanata da el koymak anlamına gelmektedir. Darbeleri ve yaratılan etkiyi anlayabilmek için dönemin atmosferini anlayabilmek önemlidir. Darbelerin etkilerini dışarıdan anlamak zor olduğu gibi hemen anlamak da mümkün olmaya bilir. Darbeler sonucu elde edildiği düşünülen birçok kazanımın sonradan maddi ve manevi maliyetleri çok yüksek olabilir. İşte bu çalışmada 30 yıllık darbeler dönemini Türk Sinemasındaki etkileriyle anlamaya çalışacağız.  Ülkemizin demokrasisi; 1960, 1970 ve 1980’li yıllarda sekteye uğramış ve tüm kurumlarda olduğu gibi sinema sektörü de bu durumdan etkilenmiştir. Elbette bu çalışma derinlemesine bir dönem analizi değildir fakat okuyucuya o yıllardaki Türk Sineması hakkında bilgi verecektir.

1960 DARBESİ VE TÜRK SİNEMASINA ETKİLERİ

1960’lı yıllar, seyircinin kral olduğu, sinemanın günlük yaşamda ihtiyaç olduğu yıllar. O yıllarda genel sinema izleyici kitlesinin orta sınıf ailelerden oluşması, sinemanın seyirci bilet parasıyla finanse edilmesi oyuncuyu halkın seçmesine imkân vermiştir. Seyirci filmlerde görmek istediği oyuncuyu ister ve yönetmenlerde O oyuncular ile çalışmak zorunda kalır. Bu yüzden Türk sineması 1960’lar da yıldızlar geçidi gibidir.

1961 yapımı "Küçük Hanım" ile seyirci tarafından oldukça sevilen Taçsız Kral/ Ayhan Işık, Acı Hayat filmi ile yıldızlaşan Türk Sinemasının Sultanı/Türkan Şoray,  Samanyolu filmiyle ünlenen Küçük Hanımefendi/Belgin Doruk ve yine aynı filmle ünlenen sinemanın Altın Çocuğu / Göksel Arsoy,  Turist Ömer lakabıyla seyirciyi kâh ağlatan kâh güldüren Sadri Alışık,  Keşanlı Ali Destanı, Ezo Gelin filmlerinin Anadolu kadını tiplemesi ile ünlenen ve sert mizacıyla tanınan Erkek Fatma/ Fatma Girik, Susuz Yaz filmiyle ünlenen sinemanın masum iffetli kızı Hülya Koçyiğit, Akasyalar Açarken ’den itibaren Avrupai dış görünüşüyle çağdaş, modern genç kız Filiz Akın, Çirkin Kral Yılmaz Güney, Malkoçoğlu Cüneyt Arkın, Tarkan Kartal Tibet o dönemin çok sevilen oyuncularıdır. Aslında Yeşilçam’ı Yeşilçam yapan o dönemin ünlü emektarları bu kadar değildir: Kadir Savun, Erol Taş, Ayla Algan, Atıf Kaptan, Aliye Rona, Mümtaz Ener, Hayati Hamzaoğlu, Eşref Kolçak, Sema Özcan, Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Fikret Hakan, Ahmet Mekin, Süleyman Turan, Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Nubar Terziyan, Kenan Pars, Cevat Kurtuluş, Turgut Özatay, Özdemir Birsel, Çolpan İlhan, İzzet Günay, Ekrem Bora, Hakkı Kıvanç, İhsan Gedik, Danyal Topatan, Sami Hazinses, Reha Yurdakul, Osman Alyanak ve daha isimlerini hafızalarımıza resimlerini gönlümüze kazıdığımız bu gün halen özlemle andığımız isimler.

Filmlere baktığımızda; Gecelerin Ötesi (Yön. Metin Erksan, 1960), Yılanların Öcü (Yön. Metin Erksan, 1961), Susuz Yaz (Yön. Metin Erksan, 1963), Gurbet Kuşları (Yön. Halit Refiğ, 1964), Sevmek Zamanı (Yön. Metin Erksan, 1965), Sana Layık Değilim (Yön. Osman F. Seden, 1965),  Haremde Dört Kadın (Yön. Halit Refiğ, 1965),  Ah Güzel İstanbul (Yön. Atıf Yılmaz, 1966), Hudutların Kanunu (Yön. Lütfi Ömer Akad, 1967),Kızılırmak Karakoyun (Yön. Lütfi Ömer Akad, 1967),  Vesikalı Yarim (Yön. Lütfi Ömer Akad, 1968),Köroğlu (Yön. Atıf Yılmaz, 1968), Ezo Gelin (Yön. Orhan Elmas, 1968), Ala Geyik (Yön. Süreyya Duru, 1969) bugün bile izlemekten zevk aldığımız ve Yeşilçam Türk Sineması denildiğinde ilk akla gelenler. Seyirciye baktığımızda, 1960’lı yılların başında 25 milyon, 1965 yılında 42 milyon ve 1967 yılında 50 milyonu aşan bir izleyici kitlesi ve buna paralel sinema sayında iki katına yaklaşan bir artış.

O dönemde seyirciyle özdeşleşmekte, yıldız olmakta kolay iş değildir. Yapımcı-yönetmen Memduh Ün o dönemde bir oyuncunun yıldız olabilmesi için gereken nitelikleri şöyle sıralamaktadır[1]: “Türk sinemasında yıldız olabilmek için genç ve güzel olmak önkoşuldur. Ama her genç ve güzel olan yıldız olamaz. Bunun yanı sıra kendisine özgü bir elektriğe sahip olması gerekir. Seyirciyle arasında bir elektriklenme olmalıdır. Toplumla bu şekilde bağ kurmalıdır. Bu niteliklere sahip bir oyuncu kendi kendine yıldız olamaz. Ancak yönetmen onu yıldız yapabilir; oyuncunun görüntü ve davranışlarına bakarak ona göre bir elbise uydurur. Yıldızın tarzını yönetmen belirler.”

Sinema yıldızlarıyla buluşurken, 1960’lı yıllara damgasını vuran çok önemli gelişmeler de meydana gelmektedir. 27 Mayıs 1960 darbesiyle demokrasi belli bir süre rafa kaldırılmış ülke yeni bir askeri yönetim anlayışıyla tanışmıştır. Başbakan Menderes yönetimindeki Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu 1950’ler boyunca izlenen liberal politikalar, sanattan çok kazanmaya dayandığı için hem devlet sosyal politikalarını hem de gelişmenin ürünü olan sanatsal çalışmaları geri plana itmiştir.

Bu dönem yayınlanan çeşitli gazete ve dergilerde sanatçıların devlet tarafından himaye edilmesi, telif haklarının korunması, Türk sanatının ve sanatçısının dünyaya açılması, yerel kültür/sanat merkezleri kurulması gibi beklentiler kaleme alınır. Milli Birlik Komitesinin darbenin daha ilk aylarında Türk sanatının ve sanatçısının sorunlarıyla ilgili bir rapor hazırlanmasını istemesi, sanat çevrelerinde devletin sanatı himaye edeceği yönündeki beklentileri pekiştirir. Başbakanlık Müsteşarı Alpaslan Türkeş’in talimatıyla hazırlanan raporda, çeşitli sanat dallarında yaşanan sorunlar kayıt altına alınır. [2]

1961 Anayasası, Türkiye tarihindeki en liberal anayasalardan biri olarak kabul edilir. Bu anayasa, demokratik ortamı yeniden canlandırmak amacıyla hazırlanmış olup, birçok kuruma özerklik sağlamış, siyasi hak ve özgürlükleri yeniden yorumlamış ve özellikle sendikal haklar konusunda geniş kapsamlı ayrıcalıklar tanımıştır. Anayasa'nın getirdiği özgürlük ortamı, toplumu konu alan, sorunları ayakları yere basan bir dille anlatan filmlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan harekete "toplumsal gerçekçilik" adı verilmiştir. Türkiye’de toplumcu, gerçekçi sinema akımının ortaya çıkmasında 27 Mayıs Darbesi'nin büyük etkisi vardır. 27 Mayıs Darbesi, Türk sineması ve sosyal hayatı için bir dönüm noktası olmuş ve 1961 Anayasası'nın getirdiği değişiklikler, sinemanın toplumsal meseleleri ele almasını teşvik etmiştir. 27 Mayıs’la cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Cemal Gürsel’in Metin Erksan’ın 1961 yılında çektiği ve sansür kurulu tarafından yasaklanan “Yılanların Öcü” filmini Çankaya Köşkü’nde seyredip beğendikten hemen sonra filme yönelik yasağın kaldırılması yönünde girişimde bulunması sinema yapımcı ve yönetmenlerini rahatlatmıştır. Gürsel, Erksan’a filmini çok beğendiğini belirttikten sonra şu ifadeleri de eklemiştir: “Memleketin bize kapalı kalmış gerçeklerini çok iyi aksettirmişsiniz. Hatta gerçek buradakinden çok daha acıdır. Siz bu gerçeği biraz yumuşatmış ve cilalamışsınız.”[3].

1966 yılında cumhurbaşkanlığı görevine getirilen Cevdet Sunay da sinemacılarla yakın ilişkiler kuran devlet adamlarından olmuştur. 1969 yılında yapımcılığı ve yönetmenliğini Türker İnanoğlu’nın yaptığı Yumurcak filmini birkaç kez seyreden Sunay, filmin yapımcısı İnanoğlu ile oyuncuları Filiz Akın, Kartal Tibet, İlker İnanoğlu’nu Çankaya Köşkü'ne davet eder ve beraber filmi tekrar seyrederler. Dönemin önemli siyasetçilerinden Demirel ise, 12 Ekim 1969 seçim çalışmalarında sinemadan faydalanmıştır. Yönetmenliğini Turgut İnangiray’ın yaptığı ve birçok sinemada gösterilen Çoban Sülü adlı belgesel film, AP lideri Demirel’in küçük bir köyde başlayan ve başbakanlığa kadar uzanan hayatını konu edinmiştir.[4]

27 Mayıs'tan sonra genç kuşak yönetmenlerin oluşturduğu Türk toplumsal gerçekçiliği, gelişen sinema ortamında ulusal bir sinema dili yaratmıştır.  1960 devrimini takip eden yıllarda sinema dergileri, kulüpleri ve festivalleri benzeri görülmemiş bir coşku ve canlılık yaşamıştır. Türk filmleri Berlin, Edinburg, Locarno, Moskova gibi festivallere katılarak önemli ödüller kazanmıştır. 1960'tan sonra çekilen yerli filmler, modernleşme süreçlerinin ve toplumsal değişimin yarattığı çelişkilere dayanan dramatik gerilim noktalarıyla dikkat çekmiştir. 1960-1965 yılları arasında sinemada görülen "toplumsal gerçekçilik", hareketinin iki önemli görevi, mevcut toplumsal düzeni nesnel ve devrimci bir bakış açısıyla beyazperdeye taşımak ve özgün, modern bir sinema dili yaratmaktı.[5]

Toplumsal film, “toplumsal bir sorunu ele alan, işleyen, aydınlatan ve çözmeye çalışan film türü” olarak tanımlanır. Nijat Özön'ün “Türk Sineması ve Karagöz'den Sinemaya Sorunlar” adlı kitabında, 1960-1965 yılları arasında Türk sinemasında ilk kez toplumun sorunlarını beyazperdeye yansıtmaya çalışan bir dizi film yapıldığını belirtir. Toplumsal Gerçekçi Sinemacıların en önemli eserleri şunlardır: Metin Erksan’ın, “Gecelerin Ötesi” (1960), “Yılanların Öcü” (1962), “Acı Hayat” (1963), “Susuz Yaz” (1963), “Suçlular Aramızda” (1964), Halit Refiğ‟in “Seviştiğimiz Günler” (1961), “Şehirdeki Yabancı” (1963), “Gurbet Kuşları” (1964), Ertem Göreç’in “Otobüs Yolcuları” (1961), “Karanlıkta Uyananlar” (1965), Ömer Lütfü Aka’ın “Üç Tekerlekli Bisiklet” (1962), “Tanrının Bağışı Orman” (1964), “Vesikalı Yârim” (1968), Atıf Yılmaz’ın “Keşanlı Ali Destanı” (1964), “Muradın Türküsü” (1965), Memduh Ü’ün “Kırık Çanaklar” (1960) ve Duygu Sağıroğlu’nun “Bitmeyen Yol” (1965), Atıf Yılmaz‟ın “Ah Güzel İstanbul” (1966), Yılmaz Güne’in “Umut” (1970), Bilge Olgaç’ın “Linç”, (1970), filmleri gösterilebilir.

Filmlerden de anlaşılacağı gibi, o dönemin toplumsal gerçekliği filmlerde yansıtılmış konular; ülkenin o dönem gerçeği olan feodal sistem, göç, kentleşme, modernleşme, ekonomik sorunlar, kadın sorunları gibi topluma ait konular tüm film türlerinde kendine yer bulmuştur.

1960 darbesi yıllar sonrasında bile eleştirilerin odağında olmuştur. Başbakan ve arkadaşlarının asılması, işkenceler, sistemsel değişim ülkenin çok kısa zaman içinde yeniden huzursuzluğa girmesine meydan vermiştir. Yeni anayasa demokratik olsa da toplumsal gerçekler buna hazır değildir. Sinema sektörü mevcut özgürlükten faydalanarak gerçekçi filmler yapmış ve o yıllarda Türk Sineması uluslararası ödüller kazanmıştır.

1970 MUHTIRASI VE TÜRK SİNEMASINA ETKİSİ

1970'li yıllar ülkemizin diğer sektörlerinden farklı olarak sinemanın altın çağlarını devam ettirdiği yıllardı. 1970 yılında 224, 1971 yılında 265, 1972 yılında 300 film seyircisiyle buluştu. Bu sayılar ülkemizi dünyanın en fazla film yapan beşinci ülkesi yaptı.

Fakat iç karışıklıkların, kutuplaşmaların haliyle film içeriklerine hatta seyirciye yansıdığı yıllardı. Bu dönemde siyasi görüşler, inançlar, erotik temalı içerikler sinema iklimine hâkim olmaya başladı. Biryanda milliyetçi, sağ ideolojik filmler, diğer yanda sol görüşün hâkim olduğu devrimci filmler. Filmlerin kalitesinden daha çok ideolojik söyleminin ön planda olduğu bir izleyici kitlesi.  Bu dönemin ortalarında, 1960’lı yıllarda alıştığımız sinema seyircisinde de değişimler yaşandı. 70’li yılların ortalarında başlayan ve 1980’li yıllara kadar devam eden erotik film furyası, aile sinema seyircisini küstürdü. Daha sonraki yıllarda bile birlikte sinemaya gitme anlayışı büyük zarar gördü. Dönemin ekonomi politiği ile ortaya çıkan bu yeni dönem alt sınıf gençleri sinemaya taşıdı fakat aileleri sinemadan uzaklaştırdı.

Dönemin en iyi filmlerine bakacak olursak; Kara Gözlüm, (Atıf Yılmaz, 1970), Umut (Yön. Yılmaz Güney, (Şerif Gören, 1970), Ağıt (Yön. Yılmaz Güney, 1971),  Dönüş (Yön. Türkan Şoray, 1972),  Canım Kardeşim (Yön. Ertem Eğilmez, 1973), Gelin (Yön. Lütfi Ömer Akad, 1973), Otobüs (Yön. Tunç Okan, 1974), Askerin Dönüşü (Yön. Zeki Ökten, 1974), Köprü (Yön. Şerif Gören, 1975) Arkadaş (Yön. Yılmaz Güney, 1975), Hababam Sınıfı (Yön. Ertem Eğilmez, 1975), Kapıcılar Kralı (Yön. Zeki Ökten, 1976), Aile Şerefi (Yön. Orhan Aksoy, 1976), Tosun Paşa (Yön. Kartal Tibet, 1976), Süt Kardeşler (Yön. Ertem Eğilmez, 1976), Selvi Boylum Al Yazmalım (Yön. Atıf Yılmaz, 1977),  Kibar Feyzo (Yön. Atıf Yılmaz, 1978), Maden (Yön. Yavuz Özkan, 1978),  Sürü (Yön. Zeki Ökten, 1979) ve daha birçok film bu yıllara damga vurdu. Bu yıllarda özellikle; Kemal Sunal, Kadir İnanır, Tarık Akan’ın boy gösterdiği yıllardır.

1960’lı yılların sonlarına doğru tüm dünyada olduğu gibi soğuk savaşın sıkıntıları ülkemize de yaşanmaya başladı. Öğrenci ve işçi kutuplaşmaları tüm alanlara yayıldı. Bu dönem öğrenciler arasındaki fikir ayrılıklarının belirginleşmeye başladığı dönemdir. Bu fikir ayrılıkları iktidar ve muhalefet arasında değil sağ ve sol denilen gruplar arasında olmuştur ve çatışmalar ortaya çıkmıştır.  Ülke bu çatışmalarla büyük bir kaos ortamına dönüşmüş, ülkede artık bombalı saldırılar, soygunlar, adam kaçırmalar gibi olaylar büyük ölçüde yaşanmaya ve artık can kayıpları da olmaya başlamıştır. Bu olaylar ülkeyi kötü bir kaosa doğru sürüklemiş ve Ülke sıkıntılı bir çıkmaza girmiştir. Bazı üniversiteler kapatılmış, Amerikan büyükelçisinin arabası yakılmıştır. 11 Mart 1970 tarihinde Yüksek Askeri Şura olağanüstü toplanmış ve Başbakan Demirel’in görevi bırakması istenmiştir. Demirel istifa etmiş ve yaklaşık iki yıl süren 12 Mart askeri yönetimi 1973 genel seçimleriyle son bulmuştur. Yine bu dönemde Kıbrıs Barış Harekâtı, ekonomik bunalımlar ve şiddet olayları özellikle 70’li yılların sonlarında artmıştır.

Türk sineması 1970’li yılların başlarında Orta Doğu ve Balkan ülkelerinde izlenir hale gelmişti. Fakat siyasal ve ekonomik etkenler nedeniyle hızla Türk Sineması gerilemeye ve sinema salonları boşalmaya başlamıştır. Sokağa çıkma yasakları ve sokakların güvensizliği, üniversitelerin kapatılması, silahlı çatışmalar ve bombaların patlaması ülkede güvenlik ihtiyacını ön plana çıkarmış, değil sinemaya gitmek insanlar kahvelere gitmeye bile korkar olmuşlardır. Ayrıca sinemaya başka bir darbe de televizyondan gelmiştir. 1969 yılından itibaren düzenli yayına başlayan TRT televizyonu, 1970’ler boyunca hemen hemen tüm Anadolu’ya yayılmış, ailelerin film izleme ihtiyacını büyük ölçüde giderir olmuştur.

Tüm bu nedenlerden dolayı 1970’lerin başlarından itibaren salonlar bir bir kapandı. Sinemanın üretim alanı daraldı. Çoğu önemli sanatçı bu dönemde faal sinema yaşamından çekildi. Bir kısmı televizyona geçerken, küçük bir kesim yeni yeni oluşmaya başlayan reklamcılık sektörüne kaydı. Bazıları tamamen başka alanlarda çalışmayı seçti. Geride kalanlar içinse tercih sınırlıydı. Bunlardan ilki Osman Seden, Kartal Tibet, Memduh Ün, Türker İnanoğlu, Orhan Aksoy, Orhan Elmas gibi isimlerin benimsediği, kendi çizgilerinden fazla ödün vermeden az sayıdaki sinema izleyicisine film yapmayı sürdürme yoluydu. Dikkat edecek olunursa, maddi olarak ayakta kalmayı başarabilecek imkânlara sahip olan sinemacılardı bunlar ve genellikle halk güldürülerine, melodramlara ve yetmişlerin sonlarına doğru arabesk filmlere yöneldiler.

İkinci yoldan gidenler ise, elinde dayanacak sermayesi olmayanlardı. Onlar başka bir seyirci kitlesini hedeflediler ve genellikle göç yoluyla Anadolu’dan gelmiş bekar erkek seyircinin ilgisini çekecek filmler yapmaya başladılar. Dövüş filmleri, fantastik öyküler ve özellikle de erotik filmler çektiler. Ve bir anda Türkiye genelinde oldukça az sermaye ile çekilen, kalitesi düşük bile denemeyecek, konuları son derece bayağı ve estetikten uzak filmler salonları istila etti. Aralarında nispeten Türk halkına yakın duran Karaoğlan, Malkoçkoğlu,Tarkan gibi kahramanların yer aldığı filmler olsa da, Türk kovboylar, korsanlar, maskeli Zorro’lar, Tom Miks’ler, Süperman ve Fantoma’lar etrafı sardı. Sadece film adlarından bile seviyesi anlaşılabilecek – ‘Dam Budalası’, ‘Kartal Pendik, ‘Gelinin Ödü Patladı’, ‘Otobüs Neriman’ gibi- erotik filmler hakkında ise, söz konusu kitlenin bastırılmış cinsel açlığını doyurduğu söylenebilir.[6]

Elbette yetmişli yıllar boyunca bazı sinemacılarımızın kişisel çabaları ile iyi filmler de yapıldı ama bunlar azınlıkta kalmaya mahkumdu. Lütfi Akad’ın göç konulu üçlemesi “Gelin”, “Düğün” ve “Diyet”, Bilge Olgaç’ın “Açlık”, Süreyya Duru’nun “Bedrana”, “Kara Çarşaflı Gelin”, Ömer Kavur’un “Yatık Emine”, “Yusuf ile Kenan”, Atıf Yılmaz’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Kibar Feyzo”, “Adak”, Metin Erksan’ın “Sensiz Yaşayamam”, Erden Kıral’ın “Kanal”, “Bereketli Topraklar Üzerinde”, Ali Özgentürk’ün “Hazal”, Yavuz Özkan’ın “Maden” ve “Demiryol” filmleri gibi örnekler, dönemin başarılı çalışmaları arasında sayılabilir.

Dönem içinde yer alan başka bir oluşum ise, yabancı ülkelerde, özellikle de Almanya’da çalışmakta olan Türk işçilerini hedefleyen filmlerdi. Bu filmlerin çoğunluğunu arabeskler ve komediler oluşturuyor olsa da, aralarında ‘Gurbet’ temasını işleyen nitelikli yapımlar da vardı. Orhan Aksoy’un ‘Almanyalı Yarim’ (1974) ve Şerif Gören’in ‘Almanya Acı Vatan’ (1979) gibi filmleri, 1980’lerde video film piyasasının da önünü açacak, Türk sineması için yeni bir pazar sağlanmasında önemli rol oynayacaktı.[7]

1970li yılların zorlu şartlarını değerlendirirken şu bilgiyi de vermek isterim. 2020 yılında yapılan araştırmada, IMDb sıralamasına göre en iyi yerli film 10 üzerinden 9,3 puanla "Hababam Sınıfı" oldu. Bunu, Tosun Paşa, Süt Kardeşler, Canım Kardeşim, Neşeli Günler takip etti. Geçen 45 yıla rağmen Türk sinema izleyicisi1970li yıllardaki filmleri unutmamış ve halen ilgiyle izlemektedir.[8]

1980 DARBESİ VE TÜRK SİNEMASINA ETKİSİ

Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül 1980 yılında yönetime el koyarak iktidara gelmiştir. 1970li yıllardaki durumu aktarmıştım. Askeri rejim için gerçekleşen bu darbeden önce devlet otoritesinin büyük ölçüde kaybedildiğinin düşünülmesi ağır tedbirlerin alınmasına gerekçe oluşturmuştur. Darbe öncesi oluşan kutuplaşmalar çatışmalara neden olmuştur. Sadece iç karışıklıklar değil aynı zamanda dünyada yaşanan petrol krizinin etkisiyle ekonomik kriz ortaya çıkmış ve enflasyon büyük oranda artış göstermiştir. 1980 yılı Türkiye için ekonomi, siyaset ve toplumsal hayatın her alanında büyük bir çöküş yaşandığı bir yıl olmuştur. 12 Eylül darbesinin gerçekleşmesi sonucunda, ülkeyi idare eden hükümetin, meclisin, siyasi partilerin, bazı sivil toplum kuruluşlarının ve sendikaların faaliyetlerini engellemek adına kapatıldığı hukukun hiçe sayıldığı, binlerce kişinin hapis edilerek veya işten çıkarıldığı birçok kişinin işkenceye maruz kaldığı görülmektedir. Bu çerçevede bakıldığında1980 süreci, bütün kesimlerde olduğu gibi sinema sektörü ile uğraşanlar için de önemli sorunların meydana geldiği bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Darbenin ardından birçok alanda kısıtlamalar ve kontroller getirildi. Erotik filmler sinemadan kaldırıldı ve sosyal açıdan eleştirel filmler de sansürlendi. Askeri darbenin etkisiyle toplumu olumsuz etkileyebilecek filmler yasaklanırken, toplumsal sorunları ele alan, insan haklarına vurgu yapan filmlerin de bazı siyasi kaygılar nedeniyle sansürlendiği ya da yasaklandığını biliyoruz.  

Turgut Özal’ın hem ekonominin sorumlusu olduğu hem de sonrası başbakanlığı döneminde ekonominin liberalleşmesiyle birlikte ithalat arttı ve yabancı menşeli teknik araçlar ülkeye girmeye başladı. Bu durum sinema alanında da teknik yönden gelişmelere yol açtı. Video mağazaları ve kulüplerinin artmasıyla birlikte yabancı yapımların videoları ülkeye girdi. Ayrıca ucuz ve özensizce yapılan Türk arabesk ve komedi filmleri de video aracılığıyla evlere ulaştı. Seyircinin azalması film yapımını etkiledi ve filmlerin konusu ve işlevi değişti. Artık aileyi konu alan filmler yerine değişen, dönüşen, yalnızlaşan bireyi merkeze alan filmler yapılmaya başlandı. Bu durum sınıf farklılıklarına yol açtı ve film endüstrisine de yansıdı. Yıldız sistemine olan bağımlılık azaldı ve artık başrole uygun filmler yerine yönetmenin isteği üzerine filmler çekilmeye başlandı. Ayrıca filmlerin temalarında ve kurgu tarzlarında da değişiklikler gözlemlendi. Erotik filmler engellenirken, arabesk ve şarkıcı filmleri popüler hale geldi. Bu dönemde genellikle macera, arabesk ve toplumsal ya da bireysel içerikli filmler yapıldı. Kadın filmleri, arabesk filmler ve aile komedileri artış gösterdi.

12 Eylül döneminde çekilen film sayısı oldukça azdır. 1979'da 195 film çekilirken, 1980'de 68 film, 1981 ve 1982'de 72, 1983'te ise 78 film çekildi. Cuntanın iktidardan çekilmesiyle birlikte film sayısı ciddi oranda arttı: 1984'te 124 film, 1985'te 120 ve 1986'da 118 film çekildi.[9]

1960 Darbesi'nden 20 yıl sonra gerçekleşen 12 Eylül Askerî Darbesi önceki darbeden farklı olarak daha fazla filme doğrudan ya da dolaylı olarak konu edildi. Bu filmlerde darbe süreci birebir ele alınmazken, büyük ölçüde darbe sonrasında yaşanan bireysel sorunlar ve darbenin topluma sosyo-ekonomik yansımaları ele alındı.1986 yılına kadar cunta rejimini eleştiren filmlerin yapılmadığını söyleyebiliriz. Bundan önce, 12 Eylül'ü eleştirel bir şekilde ele alan tek örnek Yılmaz Güney'in cezaevinde yazdığı ve yönetmenliğini Şerif Gören'in yaptığı Yol (1981) filmiydi. Sıkıyönetim döneminde çekilen Yol’un gösterimleri yasaklanmış ve film 1999 yılına kadar gösterime girememişti. 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren, 1980 öncesi dönemi ve 12 Eylül darbesi sonrası baskı yıllarını anlatan filmler ardı ardına yapılmaya başlandı. 1980'li, 90'lı ve 2000'li yıllarda 12 Eylül'ü konu alan ya da dolaylı olarak 12 Eylül'ü anlatısına dâhil eden 39 kurmaca film bulunmaktadır.

1980 darbesinden sonra Türk sineması, 70'lerin Türk Yeşilçam Sineması'ndan farklılaşarak kendi biçimini, formatını ve dilini yaratmaya çalışmıştır. Bu bağımsız, cesur çabanın, dönemin teknolojisi ve karanlık ruh haliyle harmanlanması sonucunda özgün bir stil ortaya çıktı. Bunlar, günümüzün çağdaş Türk Sineması'na doğru atılan ilk adımlardır.[10]

1980 döneminin Türk sinemasına en büyük etkisi sansürler oldu. Sansürler, 70'lerin sonlarında büyük bir yer edinen erotik film sektörü için etkili olurken, korku filmi, fantastik film denemeleri gibi yapımları da olumsuz etkiledi. Aynı zamanda dağıtımcıların yarattığı yerli yapım patlaması da büyük bir hızla azaldı. Avrupa pazarında yer almak isteyen dönemin Başbakan'ı Turgut Özal sayesinde yasal dağıtım sıklaştırıldı ve serbest ticaret talimatlarının çoğu yürürlüğe girdi. Bu da ülke içinde Türk filmlerinin dağıtımı azalırken yabancı filmlerin sayısının sürekli artması demekti. Hatta 1987 yılına gelindiğinde sadece 96 yerli yapıma karşılık 320 yabancı film ithal edilmişti.[11]

Seksenler tüm sektörler için zorlu bir süreçken, film sektöründe de birçok engellemeler ortaya çıkıyordu. Halk güldürü unsuru yapımlarla sinemaya çekilip, politik konulardan uzaklaştırılmaya devam ediliyordu. Bunun yanında, yabancı yapımlardan görülerek denenen hastalık konulu filmler istismara uğramaya başlamıştı. Fakat hem cinsel hem de bulaşıcı hastalıklar, ülke şartlarında hali hazırda tam anlamıyla kabul görmediğinden her geçen gün bu konunun istismarı artıyordu. Bu durum da sağlık konusunda duyarlı bir sinema sektörü yaratmak yerine, üstünü kapatmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Dönemin en çok darbe yiyen kesimi de yeni denemeler yapmak isteyenler oldu. 70'lerin sonlarında çekilmek istenen yüksek maliyetli filmler ve yeni konular, gerek ülke ekonomisi bahanesiyle gerek yasaklarla rafa kaldırılıyordu. Sadece devletin getirdiği yasaklar değil sektörün içinde kaybolma korkusu da en büyük nedenlerden biriydi. Sektör içinde kaybolma telaşının en büyük kaynağı da, aynı konuyu farklı oyuncularla, erotikleştirerek anlatan sistemin giderek büyümesiydi.[12]

1980 darbesinden sonra dönemin getirdiği baskıcı sistem ve yasaklarla birlikte sinema sektörünün değiştiğini görmek ve anlamak bazı film türlerindeki artışlarla mümkündür. Şaban serisi, erotik filmler dönemi, kısır konular ve yeni denemelere fırsat vermeyen yıllardır darbe sonrası 80’li yıllar. Dönemin içinde çok fazla yer edinen filmler listesinin başında beyazperde serilerinden usta oyuncu Kemal Sunal'ın oynadığı filmlerdi. Hababam Sınıfı ile birlikte komedi alanında ismini kanıtlayan usta oyuncu, 80 döneminde birçok filmde başrolde yer aldı. Yedi Bela Hüsnü, Devlet Kuşu, Kılıbık, En Büyük Şaban, Şabaniye, Yakışıklı gibi filmler Sunal'ın film bu yıllardaki en önemli filmlerinden. Kemal Sunal için bu dönem en önemli olan filmler Şaban serisi. 1983 yılında komedi filmi olarak yapılan En Büyük Şaban, 1984 ve 1985 yıllarında Şabaniye, Ortadirek Şaban, Atla Gel Şaban, Sosyete Şaban, Şendul Şaban, Şaban Pabucu Yarım, Katma Değer Şaban, Gurbetçi Şaban serisiyle devam ediyor. Bu serinin ve diğer Kemal Sunal filmlerinin döneme en büyük katkısı, baskıcı sistemden ve politik konulardan uzaklaşmak isteyen insanları güldürüye yöneltmek olmuştur.

Tüm bunlara rağmen cesaretinden ve ustalığından ödün vermeyen yönetmenler ve senaristlerin yaptığı işler, 1980'lere en iyi filmleri olarak damgasını vurmuştur.

Yol (Şerif Gören, 1981), Çiçek Abbas (Sinan Çetin, 1982), Şekerpare (Atıf Yılmaz, 1983), Adı Vasfiye (Atıf Yılmaz, 1985), Çıplak Vatandaş (Başar Sabuncu, 1985),  Züğürt Ağa (Nesli Çölgeçen, 1985), Anayurt Oteli (Ömer Kavur1986), Asiye Nasıl Kurtulur? (Atıf Yılmaz, 1986), Aaahh Belinda (Atıf Yılmaz, 1986), Muhsin Bey (Yavuz Turgul, 1987), Arabesk (Ertem Eğilmez, 1988), Karılar Koğuşu (Halit Refiğ, 1989)

Türkiye, 12 Eylül 1980 sabahına kadar yüzlerce ölümle sonuçlanan çatışmalar, baskınlar, gözaltılar, sokağa çıkma yasaklarıyla anıldı. Bu karmaşanın içinde Türk sineması da payına düşeni aldı ve eski güzel günlerini yavaş yavaş geride bıraktı. Ödüllü filmler, başarılı yönetmenlerin filmleri 80 darbesinden önceki döneme ait en iyi yapımlar olarak hatıralarda kaldı. Bundan sonraki dönemde beyaz perdeye, hem konu olarak daha zayıf hem de teknik olarak daha geride kalan bir Türk Sineması maalesef uzun yıllar hâkim oldu. Ayrıca darbenin olumsuz etkileri unutulmasın denilerek darbeler ile ilgili belgesel ve filmler yapıldı. Yazımıza konu olan iki darbe bir muhtıradan sinemada eleştiri filmi olarak 12 Eylül darbesi büyük payı aldı. 12 Eylül 1980 darbesini konu edinen Otuz dokuz tane film yapıldığı literatürden bilinmektedir. Bu durumda Türk Sineması’nın toplumsal konulardan etkilendiğini ve toplumu ekonomik, kültürel, siyasal açıdan etkileyen bu döneme yönetmenlerin ilgisiz kalmayarak filmlere yansıttıkları da görülmektedir.[13]

 


[1] YAĞIZ, Nebihat, 1950-1975 Dönemi Türk Sinemasında Karakter Ve Tipler: Türk Sinemasının Türk Toplumuna Bakışı,  Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sinema-Tv Ana Sanat Dalı, İstanbul 2006

[2] GÜRDAŞ, Bora (2017). Altmışlı Yıllarda Sanat Ortamı, (Hazırlayan), Mete Kaan Kaynar, Türkiye’nin 1960’lı Yılları, İstanbul: İletişim Yayınları. Gürsel “köy gerçekleri acıdır” dedi, Vatan, 18-3-1962, 1,7.

[3] HAKAN, Fikret (2016). Türk Sinema Tarihi, (Derleyen), Nigar Pösteki, İstanbul: İnkılâp Kitabevi Hükümetler-Programları ve Genel Kurul Görüşmeleri. Cilt: 3, (20 Kasım 1961-27 Ekim 1965), (2013). (Hazırlayanlar), İrfan Neziroğlu, Tuncer Yılmaz, Ankara: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Yayınları.

[4] LÜLECİ, Yalçın (2020). 1960’lı Yıllarda Türkiye’de İktidar ve Sinema İlişkileri, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi (e-gifder), 8 (2), 1200-1233

[5] DALDAL,  A. (2005).  1960 Darbesi ve Türk Sineması’nda Toplumsal Gerçekçilik.  İstanbul: Homer Kitabevi

 

[9] ÖZCAN, Süleyman (2013) Sinemada Anlam: Günümüz Türkiye Sineması’nda 12 Eylül Temalı Filmlerin İncelenmesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Medya ve İletişim Sistemleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul

[13] KABAYEL, Ebru (2024), 12 Eylül 1980 Darbesinin Türk Sinemasına Yansımaları: Örnek Filmlerin Eleştirel Söylem Analizi ile İncelenmesi, Giresun Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı, Yüksek Lisans