Dizilerde, filmlerde ve modada 90’lı yıllar efsanedir. Katılır mısınız bilmiyorum ama krizlerin, terörün, ekonomik bunalımın, postmodern bir darbenin ve hatta dehşet verici bir büyük depremin yaşanmasına rağmen en çok özlenen yıllar 90’lı yıllardır. Z kuşağının bile bugün en çok dinlediği müzikler, 90’lı yıllarda çıkan şarkılardır:
- Candan Erçetin – Yalan
- Bora Gencer – Öptüm Seni Şeker
- Barış Manço – Can Bedenden Çıkmayınca
- Tarkan – Hepsi Senin mi? (Şıkıdım)
- Murat Kekilli – Bu Akşam Ölürüm
- Kenan Doğulu – Yaparım Bilirsin
- Haluk Levent – Sevenler Ağlarmış
- Çelik – Hercai
- Hakan Peker – Efsane
- Ebru Gündeş – Fırtınalar
- Metin ve Eda Özülkü – Seninle Olmak Var ya
- İzel Çelik Ercan – Dönmelisin
- Yonca Evcimik – 8:15 Vapuru
- Demet Sağıroğlu – Kınalı Bebek
- Mustafa Sandal – Onun Arabası Var, Bu Kız Beni
- Serdar Ortaç – Karabiberim
Hangisini sevmedik ve hangisini unuttuk ki? Daha onlarcası bugün bile gözde şarkılar arasında yer alıyor.
Sadece şarkılar mı? O döneme ait diziler de reyting rekorları kırıyor ve günümüzdeki birçok diziye kaynaklık ediyordu:
- Süper Baba
- Yılan Hikayesi
- İkinci Bahar
- Deli Yürek
- Ruhsar
- Çılgın Bediş
- Ferhunde Hanımlar
- Perihan Abla
Ve daha niceleri… Nice filmler…
- Tatar Ramazan (1990, Yönetmen: Melih Gülgen)
- Karılar Koğuşu (1990, Yönetmen: Halit Refiğ)
- Piano Piano Bacaksız (1991, Yönetmen: Tunç Başaran)
- Gölge Oyunu (1993, Yönetmen: Yavuz Turgul)
- Dönersen Islık Çal (1993, Yönetmen: Orhan Oğuz)
- Sarı Mercedes (1993, Yönetmen: Tunç Okan)
- Gece, Melek ve Bizim Çocuklar (1994, Yönetmen: Atıf Yılmaz)
- İstanbul Kanatlarımın Altında (1996, Yönetmen: Mustafa Altıoklar)
- Ağır Roman (1996, Yönetmen: Mustafa Altıoklar)
- Tabutta Rövaşata (1996, Yönetmen: Derviş Zaim)
- Eşkiya (1996, Yönetmen: Yavuz Turgul)
- Masumiyet (1997, Yönetmen: Zeki Demirkubuz)
- Akrebin Yolculuğu (1997, Yönetmen: Ömer Kavur)
- Her Şey Çok Güzel Olacak (1998, Yönetmen: Ömer Vargı)
- Gemide (1998, Yönetmen: Serdar Akar)
- Salkım Hanım’ın Taneleri (1999, Yönetmen: Tomris Giritoğlu)
- Laleli'de Bir Azize (1999, Yönetmen: Kudret Sabancı)
- Kara Kentin Çocukları (1999, Yönetmen: Orhan Oğuz)
- Propaganda (1999, Yönetmen: Sinan Çetin)
- Mayıs Sıkıntısı (1999, Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan)
- Kaç Para Kaç (1999, Yönetmen: Reha Erdem)
90’lar sinema tarihinin en etkileyici dönemlerinden biri olarak hafızalarda yer etti.
90’LARI ANLAMAK İÇİN 80’LERE DÖNÜŞ
90’lı yılları iyi anlayabilmek için önce seksenlere dönmek gerekiyor. 12 Eylül darbesi, çeşitli engellerin yanı sıra sinemada yeni başlangıçlara da yol açtı. Başbakan Özal’ın ekonomiye yaklaşımı, birçok alanda yeni kapılar ve yeni bakış açılarını zorunlu hale getirdi. Birçok sektör gibi sinema da geçmişten farklılaştı. 1980'li yıllar, Türk Sinemasının Yeşilçam’dan farklılaştığı, tarz, üslup ve içerik olarak belirgin şekilde ayrıştığı yıllardır. Yeşilçam’ın basmakalıp ve birbirinin tekrarı olan film içeriklerinden kurtulup bireyin ön planda olduğu, içeriğin daha derinlikli işlendiği bir dönemdir.
Sinemamız, "yapımcı-yönetmen" uygulamasında yapımcı baskısından kurtularak yönetmenlerin filmin içeriğini oluşturmada daha özgürleştiği bir süreç yaşadı. Feminist hareketin yükselmesine paralel olarak, teması kadın olan filmlerin yaygın biçimde çekildiği bir dönemdi.
80’lerin ortalarından itibaren ise, daha özgürleşen sistemin getirdiği rahatlıkla 12 Eylül ile hesaplaşan, genellikle sol görüşlü aydınların travmalarını içeren ve bireyin iç dünyasını yansıtmaya çalışan bunalım hikâyeleri filmleştirildi. “12 Eylül Filmleri” olarak anılan bu yapımlar arasında “Sen Türkülerini Söyle” (Şerif Gören, 1986), “Ses” (Zeki Ökten, 1986) ve “Bütün Kapılar Kapalıydı” (Memduh Ün, 1989) gibi filmler, özellikle karakterlerin hapishane günlerinin yer aldığı dönemin kasvetli ortamını yansıttılar. “12 Eylül Filmleri”, dönemin siyasal gündemini eleştirel bir yaklaşımla ele alıyordu ve bir ölçüde 1970’lerin toplumcu sinema akımının devamı olarak değerlendirilebilir[1]. Seyirci de bu dönemde yavaş yavaş sinema salonlarına tekrar dönmeye başladı.
Türk Sineması kendi yağıyla kavrulmuş ve genellikle devlet ya da büyük sermayedarların görmezden geldiği bir sektör olmuştur. Türkiye’de sinema, devlet desteğinden ve büyük sermayenin katkısından uzak, sahipsiz bir şekilde hayat mücadelesi vermiştir yıllar boyunca. Oysa Avrupa sinema endüstrisine baktığınızda ulusal sinemaların devletler tarafından çeşitli yöntemlerle özenle korunduğunu görüyoruz[2]. Türkiye’de ise sinemaya teşvik, yeni milenyumun başlangıcında Sinema Filmlerinin Desteklenmesi Hakkında Yönetmelik’in 2005 yılında yasalaşarak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dağıtılmasıyla başlandı. Öncesinde de çeşitli destekler adı altında sinemayı geliştirmeye yönelik küçük çapta finansal yardımlar yapılmıştı. Ancak bu destekler yasa çıkıncaya kadar hiçbir yaraya merhem olmamıştır. Şöyle ki, 1993 yılında filmlerin maliyeti o zamanın para değerine göre 8-10 milyar iken verilen destek yaklaşık 300 milyon civarındaydı.
AVRUPA DESTEK FONLARI VE TÜRK SİNEMASI
Avrupa’da ülkelerin verdiği desteklerin yanı sıra, 1988’de kurulan Avrupa sinema destek fonu Eurimages, sinema yapımcıları için büyük bir destek kaynağıdır. Türkiye, 1990’da Eurimages’a üye oldu ve yıllar boyunca bu fondan ciddi destek aldı. 1990’larda gösterime giren “Eşkıya”, “Hamam”, “İstanbul Kanatlarımın Altında” ve “Ağır Roman” gibi birçok ünlü filmimiz Eurimages desteğiyle çekildi.
Eurimages, Avrupa sinemasının ürünlerinin ortak yapımını, dağıtımını ve gösterimini desteklemek, sinema profesyonelleri arasında iş birliğini teşvik etmek amacıyla Avrupa Konseyi tarafından 1989 yılında oluşturulan bir fondur. Avrupa Birliği’ne üye ya da üyelik için başvurmuş olan 27 ülkenin üye olduğu bu fon, 700’ün üzerinde kurmaca ve belgesel filmin ortak yapımına katkıda bulunmuştur. Türkiye, Eurimages’a Mart 1990’da üye oldu ve kurum, 1990 ile 2002 arasında Türkiye’den başvuran 33 projeye parasal destek sağladı. Bunun yanı sıra, Türkiye’den şirketler Eurimages üyesi diğer ülke sinemalarından 15 kurmaca filmin yapımında ikinci veya üçüncü ortak olarak yer aldı. Ayrıca, Avrupa yapımı filmlerin Türkiye’de dağıtımını gerçekleştiren şirketler ile yılda en az 27 hafta Avrupa filmleri (yerli yapım filmler de dâhil) göstermek koşuluyla İstanbul ve Ankara’da toplam on sinema salonu Eurimages desteğinden yararlanmaktadır. Türkiye, 1989 ile 2000 arasında Eurimages’a toplam 47.5 milyon aidat ödedi; buna karşılık, ortak yapım projelerine, dağıtımcılara ve sinema salonlarına verilmek üzere toplam 73 milyon 250 bin yardım aldı[3]. 90’lar boyunca Eurimages desteğiyle çekilen Türk filmi sayısı ise 41’dir.
Eurimages ve Kültür Bakanlığı’nın yanı sıra bazı reklam şirketleri, kısa süreli de olsa bu dönemde film yapımına katkıda bulundu. Ayrıca, 1990’dan itibaren açılmaya başlayan özel TV kanallarının filmlerin ticari haklarını satın alarak sinemaya destek vermeleri, sponsor desteği veya yapılan reklam anlaşmaları da sinemanın gelişmesine yeterince katkı sunacak güçte olmadı. Dağıtım ve gösterim alanlarında ise büyük Hollywood dağıtım şirketleri ve filmleri Türkiye pazarında etkin bir konumda olmayı sürdürmekteydi.
1990’lı yıllar, Amerika (örneğin; Cesur Yürek, Kurtlarla Dans, Rocky serisi, Evde Tek Başına, Makas Eller, Geleceğe Dönüş 3, Baba 3) ve Avrupa sinemasının (Run Lola Run, All About My Mother, Open Your Eyes, Leon: The Professional, “Europa Europa) gişe rekorları kırdığı, en iyi film listelerine pek çok güncel filmin girdiği yıllardı. Türk sineması ise bu yıllara, 1970 ve 80’lerden birikerek gelen sorunların altında ezilmiş bir şekilde giriyordu.
Sorunlar sadece dışarıda değildi; aynı zamanda 1980’lerde başlayan VHS yani video kasetlerle film izleme modası, 90’lı yıllarda da devam etti. Önce kahvehaneler ve sonra da evlerin içine kadar sinemayı getiren bu yeni icatlar, sinema salonları için yıkıcı bir sorun haline geldi. 1987’de çıkan yasayla Hollywood majörleri film dağıtım ve gösterim sektörünü tekelleri altına almış; Hollywood filmleri salonları işgal etmişti. Yerli filmler çekilemez, dağıtılamaz hale gelmiş ve çok azı dışında salon bulamaz hale gelmişti. Bu yasayla Yeşilçam’dan arta kalan bölge işletmeleri de göçmüş; yapımcı sistemi de çökerek Türk sineması sahipsiz ve salonsuz kalmıştı. Salon bulmakta ve seyirciyle buluşmakta büyük güçlükler yaşansa da film üretimi, 80’lere göre çok azalmış ama durmamıştır.
Birbirinin kopyası olan filmlerle geniş izleyici kitlelerini sinema salonlarına çeken Yeşilçam’ın 1980’lerdeki çöküşünün ardından bireyin sıkıntılarını anlatma derdindeki yönetmenlerin tarih sahnesine çıkmasıyla 90’lar Türk Sineması için yeni bir devrin başlangıcı olmuştur. Sinemacıların karşılaştığı genel tablo karanlık, umutsuz ve can sıkıcıydı. Türk sinemasının en zor yılları olarak nitelendirebileceğimiz 80’lerin sonları aynı zamanda Türk sinemasının yeni bir sinema dili ve üslup yakalayarak yeni sinemacıları yetiştirdiği yıllar olarak anılmayı hak etmektedir[4]. Bilhassa 90’ların ikinci yarısı itibarıyla Türk sinemasında hem popüler sinema yükselişe geçti hem de auteur yönetmenler farklı tat ve renklerde bireysel filmler yaptılar. 90’lı yıllara başlarken Türk sinemasının en büyük problemi ise ekonomik güçlükler içinde çekilen filmleri gösterime sokacak salon bulamamaktı.
SİNEMACILARIN 90'LARDAKİ BEKLENMEDİK DÖNÜŞÜ
Sinemacılar, uçurumun eşiğindeki Türk sinemasında bir şeyler üretiyor ve ürettiklerinin sonucunda çoğunlukla hayal kırıklığına uğruyorlardı. Fakat hepsinin habersiz olduğu bir şey vardı: 90’lar sineması, Türk sineması için beklenmedik bir geri dönüş olacaktı. 1990’larda hâlâ darbenin gölgesi vardı. Toplumsal eleştirinin açıkça yapılamadığı bu dönemde, kişinin içinde olup bitenleri anlatma eğilimi güçlendi. Filmin merkezine konan birey üzerinden toplumun duygu ve düşünce dünyasına değinilmeye başlandı. Eski filmlerle karşılaştırıldığında, bu yapımlar halka göre anlaşılması zor, izlemesi sıkıcı ve verilen paraya yazık eden filmlerdi.
Türkiye sineması için kritik bir dönem başlıyordu. Ya eski şaşaalı günlerini yakalayacak ya da televizyonun durdurulamayan büyümesi karşısında bir köşede sessiz sedasız varlığını sürdürmeye devam edecekti. 1990’ların ilk üç yılı, sinemanın sanatsallığı açısından çok başarılı örnekler sundu. Yeşilçam’ın melodram yapısı ve dilinden vazgeçme sinyalleri, 1990-1992 arasındaki filmlerde çok daha açık bir şekilde görülüyordu. Bu yılı takip eden diğer iki yıl da Türk sineması açısından çok değerliydi. Sinematografisi ve anlatımıyla dünya devlerine kafa tutan ve Türk sinemasına günden güne değer kazandıran “Piano Piano Bacaksız”, “Gizli Yüz”, “İki Kadın”, “Sarı Tebessüm”, “Gölge Oyunu” ve “Dönersen Islık Çal” filmleri seyircinin karşısında istediği sonucu alamadı; ancak sinema tarihimiz için önemli bir değişikliğin başrolleri olan şaheserler oldular. Türk sinemasını bambaşka bir döneme taşıyan bu yeni adımlar, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Tunç Başaran, Yavuz Turgul ve Mustafa Altıoklar gibi yönetmenlerin de doğum ve gelişim dönemi olmuştur.
Önceki dönemlerin aksine bireyi, özel dünyası ve psikolojisiyle ele alan filmler, tiplemelerden karakterlere doğru özelleşmiştir[5]. Bireye yoğunlaştıkça evrenselleşen Türk sinemasının uluslararası arenada sesinin duyulabilmesinin nedeni, 90’larda çekilen bağımsız sanat filmleri olmuştur.
Türk filmlerinin sinemalarda gişe yapabileceğine dair ilk umutları Sinan Çetin’in “Berlin in Berlin” (1992) ve “Bay E” (1995) adlı filmleri ile Şerif Gören’in “Şener Şen’li Amerikalısı” (1993) yeşertiyor; fakat esas patlamayı yapan Yavuz Turgul’un “Eşkıya”sı (1996) olmuştur. 2,5 milyon hasılata ulaşan “Eşkıya”, o dönem için hayal bile edilemeyen büyük bir izleyici rekoru kırmıştır. “Eşkıya”, yabancı filmlere alışan seyircinin istediği her şeyi izleyicisine sunmuştur. Müthiş ilgi gören film, 57 hafta vizyonda kalmayı başarmıştır. Eurimages ve iki ülke desteğiyle çekilen “Eşkıya”, Türk sineması için milat olmuş; seyirciyi tekrar salonlara döndürmeyi başarmış ve yatırımcılara sinemaya yatırım yapmayı cezbedici göstermiştir.
“Eşkıya”nın estirdiği rüzgârı artırmak ve kalıcı hale getirmek için ardı ardına televizyon yıldızlarının ve eski-yeni komedyenlerin yer aldığı “İstanbul Kanatlarımın Altında” (1996), “Ağır Roman” (Mustafa Altıoklar, 1997), “Her Şey Çok Güzel Olacak” (Ömer Vargı, 1998), “Propaganda” (Sinan Çetin, 1999), “Kahpe Bizans” (Gani Müjde, 1999) ve “Salkım Hanımın Taneleri” (Tomris Giritlioğlu, 1999) gibi popüler filmler çekilmeye başlanmıştır.
1990 sonrası Türk sineması, yönetmenlerin film üretim sürecinde daha bağımsız olmaya başladığı bir dönemdir. Yeni kuşak yönetmenler, çekecekleri filmlerin senaryolarını kendileri yazmaya başladığından dolayı filmler bireysel nitelik kazanmaya başlamış; böylelikle “yönetmen sineması” auteur kuramı dönemi başlamıştır. 1990 sonrası filmler, “Biz kimiz? Nereye aitiz? Yuva neresidir?” sorularını temel alarak oluşturulan eserlerdir. Bu dönemden sonra eşcinsellik, etnik ve dini azınlıklar ile kadınlar gibi farklı kimliklerin tanımlamalarının olduğu filmler sinemada görülmeye başlandı[6].
1990’lı yıllar aynı zamanda Türk sinemasının farklı türlerinde kendini gösteren yönetmenlere de fırsat tanımıştır. Derviş Zaim’in yönettiği “Tabutta Rövaşata” (1996) “sanat sineması” olarak adlandırılır. Uluslararası film festivallerinde boy gösteren ve başarılar elde eden filmlerin önünü açan “Tabutta Rövaşata”, çok düşük bir bütçeyle ve eş dost desteğiyle çekilmesine rağmen Yeni Türk Sinemasının fitilini ateşlemiştir. Artık Yeşilçam döneminin pembe panjurlu anlatıları sona ermiş; yapımcı baskısından kurtulan hatta seyirci baskısını da dikkate almayan sinemacılar yeni bir dil oluşturmaya başlamıştır.
90’LI YILLARDA TÜRK SİNEMASI
90’lı yılların Türk sinemasında, kendi dilini ve tarzını oluşturup önemli değişimlere öncülük eden Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz ve Derviş Zaim gibi yönetmenler, yaşanan zamanın ortak meselelerini ele alan; iletişimsizliği, yabancılaşmayı ve bireyin iç dünyasını derinlikli ve çok boyutlu karakterlerle işleyen filmler yaptılar. Nuri Bilge Ceylan’ın “Kasaba” (1997) ve “Mayıs Sıkıntısı” (1999); Zeki Demirkubuz’un “C Blok” (1994), “Masumiyet” (1997) ve “Üçüncü Sayfa” (1999); Yeşim Ustaoğlu’nun “İz” (1995) ve “Güneşe Yolculuk” (1999); Reha Erdem’in “Kaç Para Kaç” (1999); Serdar Akar’ın “Gemide” (1998); Reis Çelik’in “Işıklar Sönmesin” (1996) ve “Hoşçakal Yarın” (1998) gibi önemli eserler bu dönemde öne çıkmıştır.
90’larda kendi kişisel dünyalarını küçük hikâyelerle filmleştiren genç auteur yönetmenler, kendilerine akacak bir dere yatağı ararken, Yeşilçam döneminde de 80’lerde var olmayı başaran eski kuşak yönetmenler de son ürünlerini veriyorlardı: Atıf Yılmaz’ın “Düş Gezginleri” (1992), “Nihavend Mucize” (1997); Memduh Ün’ün “Zıkkımın Kökü” (1993); Halit Refig’in “Hanım” (1989), “Karılar Koğuşu” (1990), “İki Yabancı” (1991), “Köpekler Adası” (1997); Şerif Gören’in “Amerikalı” (1993); Zeki Ökten’in “Güle Güle” (2000); Erden Kıral’ın “Mavi Sürgün” (1993); Yusuf Kurçenli’nin “Karartma Geceleri” (1990); ve Türk sinemasının en önemli auteur yönetmenlerinden olan Ömer Kavur’un “Gizli Yüz” (1991) ve “Akrebin Yolculuğu” (1997) gibi yapımlar bu dönemin önemli eserleri arasında yer almıştır.
1990’lı yıllarda Türk sineması denildiğinde bilinmesi gereken filmler arasında Engin Ayça’nın “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu” (1990), Yavuz Turgul’un “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” (1990), Tunç Başaran’ın “Uzun İnce Bir Yol” (1991), Ali Özgentürk’ün “Çıplak” (1991), Melih Gülgen’in “Tatar Ramazan Sürgünde” (1992), İrfan Tözüm’ün “Cazibe Hanım'ın Gündüz Düşleri” (1992), Yavuz Turgul’un “Gölge Oyunu” (1993), Tunç Okan’ın “Sarı Mercedes” (1993), Ersin Pertan’ın “Tersine Dünya” (1994), Yusuf Kurçenli’nin “Çözülmeler” (1994), Ünal Küpeli’nin “Zampara Seyfettin” (1995), Tomris Giritlioğlu’nun “80. Adım” (1996), Ferzan Özpetek’in “Hamam” (1997) ve Tunç Başaran’ın “Kaçıklık Diploması” (1998) ile Orhan Oğuz’un “Kara Kentin Çocukları” (1999) gibi filmler bulunmaktadır[7].
FARKLI BİR PENCEREDEN PROFESYONEL BAKIŞ: 90’LAR VE YEŞİL SİNEMA
Türkiye’de dini sinemaya pek çok farklı isim verilmiştir. Buna göre; "Dini Filmler", "İslami Filmler", "İslamcı Sinema", "Yeşil Sinema", "Beyaz Sinema", "Milli Sinema", "Hidayet Sineması", "İman Sineması", "İnanç Sineması", "Rüya Sineması", "İrfani Sinema", "Arınmanın Sineması", "Manevi Sinema" ve "İslami Duyarlıklı Filmler" kullanılmıştır.
Dinsel içerikli filmler, 1970’li yıllarda ahlaki değerlerin korunması üzerinden yapılan bir siyasal söylem sineması olarak ortaya çıktı ve 1970’lerin başlarında siyasal faaliyetlere ilintili olarak başladı. Böyle bir sinemanın gelişimi ve seyirci kitlesinin büyümesi, din-ticaret-siyaset üçgeninin taşranın merkeze hâkim olmak için verdiği güç savaşına paralel gitti. Türkiye'deki yeşil ya da dini sinemanın kökenleri, 1970 yapımı "Birleşen Yollar" adlı filme dayanır. O yıl Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi’nin kurulmasının Türk siyasi hayatında ayrı bir önemi vardır. Artık siyasal İslam, mecliste merkez sağ partilerin haricinde kendisine ait bir parti üzerinden temsil edilecektir. Erbakan daha sonra yeni partisi MSP ile önce solda Ecevit’in CHP’siyle, sonra da sağda Demirel’in AP’si ve Türkeş’in MHP’si ile koalisyon ortaklığı yapacak ve 1970’lere damgasını vuran şahsiyetlerden biri olacaktır. 1973-1975 arasında dini film yapımı Türk sinemasında bir rekora giderken, dini filmler 1980’leri birkaç istisna dışında duraklayarak geçirir.
Dini sinema 1970’lerde bir başlangıç yaptı ancak 1990’lara kadar ara verdi. 90’larda türban sorunu ile yeniden yükselişe geçip, 28 Şubat süreciyle tekrar geri plana çekildi. Bu yıllar boyunca dini sinemanın temaları pek değişmeden benzer kaygılar gösterdi; evlilik kurumunun erozyonu, evlilik dışı ilişkiler ve bekâretin önemi söz konusu alanlar arasındadır.
90’larla birlikte Refah Partisi’nin yükselişiyle paralel türban sorununun toplumsal bir sorun olarak yeniden ortaya çıkışı, dini filmlerin yapımını tetikler. Dindar insanların Mesut Uçakan’ın "Reis Beyine", "Yalnız Değilsiniz"ine, Yücel Çakmaklı’nın "Minyeli Abdullah"larına, İsmail Güneş’in "Çizme"sine büyük bir ilgi, merak ve hoşgörüyle akın akın seyirci sinema salonlarını doldurur.
Dini sinemanın üç dönemine çarpıcı örnek vermek gerekirse: Yücel Çakmaklı’dan "Birleşen Yollar" (1970), Mesut Uçakan’dan "Yalnız Değilsiniz" (1990) ve İsmail Güneş’den "The İmam" (2005) gösterilebilir.
Türkiye’de dini sinemayı hazırlayan unsurlar arasında İslami siyasi faaliyetlerin söylemsel yönü bulunmaktadır. Bunlar kısaca Milli Görüş’ün ortaya çıkması, Yeşil Sermaye ile Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi İslami şair ve düşünürlerin modernlikle olan sorunlarının belli bir kitle tarafından takip edilmesidir. Bazen milliyetçi, bazen muhafazakâr bazen de liberal yaklaşımlarda bulundukları düşünülen dini sinema aslında modernliği kabul eden gelenekselci bir sinema üretmiştir. Dini sinemanın siyasal söylemi modernleşmenin getirdiklerine karşı gibi görünmesine rağmen özünde modernleşmeye karşı çıkmamaktadır. Bu sinema modernlik karşıtıdır ama moderncidir; laiklik karşıtıdır ama modern yaşam tarzının getirdiği sekülerizmi geriye döndürmeyi düşünmez. Gelenekselcidir fakat merkezî sistem içinde devleti ele geçirip istediği değişiklikleri yapmak ister ama asla devrimci değildir. Bir yandan İslam’a karşı Batı’nın getirdiği eleştirilere tek elden cevap vermekte; öte yandan İslam'ı tek varyanssız farklı akımlarını reddeden bir biçimde yorumlanmaktadır[8].
90’LI YILLARDA DİNLİ SİNEMANIN ÖRNEKLERİ
- 1988 - Reis Bey - Mesut Uçakan
- 1989 - Minyeli Abdullah - Yücel Çakmaklı
- 1990 - Minyeli Abdullah 2 - Yücel Çakmaklı
- 1990 - Yalnız Değilsiniz - Mesut Uçakan
- 1991 - Sonsuza Yürümek - Mesut Uçakan
- 1991 - Çizme - İsmail Güneş
- 1992 - Sürgün - Mehmet Tanrısever
- 1993 - İskilipli Atıf Hoca - Mesut Uçakan
- 1994 - Garip Bir Koleksiyoncu - Nurettin Özel
- 1994 - Beşinci Boyut - İsmail Güneş
- 1995 - Ölümsüz Karanfiller - Mesut Uçakan
- 1995 - Bize Nasıl Kıydınız? - Metin Çamurcu
- 1998 - Yaşama Hakkı - Nurettin Özel
- 1999 - Gülün Bittiği Yer - İsmail Güneş
- 2005 - The İmam - İsmail Güneş
1990’lar gerçekten farklı bir dönemdi; Yeni Türk Sineması, Yeşil Sinema ve özel televizyonların yükselişi hep bu dönemde gerçekleşti. 90’lar, zorlu şartların mucizevi bir şekilde fırsata dönüştüğü yıllardı. Günümüzün önemli yönetmenlerinin çoğu bu dönemde ilk filmlerini yaptılar ve büyük başarılara imza attılar. 1995 Cannes Kısa Film Yarışması’nda "Koza" ile yarışan ve ilerleyen senelerde Türk sineması için bir kıvanç kaynağına dönüşecek Nuri Bilge Ceylan’ın ilk uzun metrajlı filmi "Kasaba", Türkiye’nin 1998 Oscar adayı olan Reha Erdem’in "Kaç Para Kaç" filmi ve bir kadının iyileşme ve kurtulma macerasını anlatan, Altın Portakal’da “Yılın Filmi” seçilen "Yara" gibi yapımlar, birçok film otoritesine parmak ısırtarak sinemamıza duyulan ilgi ve hayranlığı artıran eserler arasında yer aldı.
Geriye kalan filmler de başarı doluydu. Yılın ulusal festivallerinin gözdesi "Akrebin Yolculuğu", tarih ve sinemanın en güzel harmanlarından "Kuşatma Altında Aşk" ve gerçeküstü birçok ögeyle donatılmış romantik komedi "Nihavend Mucize" de 1997 ve sonrasında sinemaya imzasını atmayı başardı. Türk sinemasının en değerli yıllarından biri olan 1997, 80’lerden bu yana her gün üstüne ölü toprağı serpilen sinemanın, bu toprağın altından en güçlü haliyle kalktığı yıl oldu. Sinema tarihimizin en önemli durağı olan 1990’lar, dün ve bugün olduğu gibi gelecekte de sinemacılara ilham vermeye ve her bir tökezlemede tüm ışığıyla parlayarak kaybolmuş sinemacılara yol göstermeye devam edecektir. İmkânsızlıklardan alnının akıyla sıyrılan 90’lar Türk sinemasının yönetmen ve yapımcıları, ileriki yıllarda isimlerini altın harflerle dünya film ve dizi sektörü panolarına yazdıracaklardır.
[1] https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-80309/eurimages-uyeligi-ve-sanat-filmi.html
[2] https://eksiseyler.com/turk-sinemasinin-1980lerdeki-siyasi-ve-sosyal-ortamdan-epey-etkilenen-genel-vaziyeti
[3] https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-80309/eurimages-uyeligi-ve-sanat-filmi.html
[4] https://eksiseyler.com/turk-sinemasinin-1990lardaki-siyasi-ve-sosyal-ortamdan-epey-etkilenen-genel-vaziyeti
[5]Asli Daldal, 1990’ların Yeni Bağımsız Türk Sineması’nda Emekçi Öznenin Kayboluşu: Küreselleşme ve Festivalizm Yıl 2021, Cilt: 24 (1) Sayı: 47, 159 - 189, 08.03.2021
[6] Açar M (2001) 90’larda Türk Sineması Üzerine Notlar, Sinema Derg, (72)1 Numara Hearst Yayıncılık, İstanbul.
[7] https://eksiseyler.com/turk-sinemasinin-1990lardaki-siyasi-ve-sosyal-ortamdan-epey-etkilenen-genel-vaziyeti
[8] https://panorama.khas.edu.tr/turk-sinemasinda-dini-filmler-gelenekciligin-modernlesmesi-113