Atatürk, kişisel olarak sinemaya ilgi duyan ve film seyretmekten hoşlanan bir liderdi. Sinemanın doğasını ve etkilerini biliyor, devlet başkanı olarak da sinemayı, yeni rejimin ülkede yerleşmesinde ve inkılapların halka benimsetilmesinde önemli bir araç olarak görüyordu. Ancak SSCB gibi sinemayı devletleştirme veya Almanya gibi siyasi iktidarın nüfuzu altına alma yoluna gitmedi. Gazi, sinemayı sektörü dışarıda tutarak ve müdahale etmeden, kendi yöntemleriyle kullanmayı tercih etti
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün sinemaya olan ilgisi, az bilinen konulardan biridir. Bugüne kadar Atatürk'ün kültürel, sosyal ve sanatsal politikaları üzerine birçok yayın yapılmış; ancak sinema, bu yayınlarda yeterince yer almamış veya mevcut bilgiler tekrar edilmekle yetinilmiştir. Oysa Gazi’nin hayatı, epik bir sinema filminin konusundan farksızdır.[1]Atatürk, askeri ve siyasi başarılarının yanı sıra sanatın da önemini bilen ve bunu her fırsatta vurgulayan bir liderdi. Dünya siyasi tarihindeki hiçbir önder, Atatürk'ün aşağıda yer alan özdeyişi kadar özlü bir şekilde, yedinci sanat olarak adlandırılan sinemayı ve önemini ortaya koymamıştır. Bu sözün kaynağının, kendisini her şeyden önce "Başöğretmen" olarak tanımlaması, oldukça anlamlıdır. Mustafa Kemal Atatürk, sanatların en genç ve en yenisi olan sinema hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok daha fazla dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını sağlayacaktır. Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklılıklarını silecek, insanlık idealinin gerçekleşmesine en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu önemi vermeliyiz.”[2]
Atatürk, kişisel olarak sinemaya ilgi duyan ve film seyretmekten hoşlanan bir liderdi. Sinemanın doğasını ve etkilerini biliyor, devlet başkanı olarak da sinemayı, yeni rejimin ülkede yerleşmesinde ve inkılapların halka benimsetilmesinde önemli bir araç olarak görüyordu. Ancak SSCB gibi sinemayı devletleştirme veya Almanya gibi siyasi iktidarın nüfuzu altına alma yoluna gitmedi. Gazi, sinemayı sektörü dışarıda tutarak ve müdahale etmeden, kendi yöntemleriyle kullanmayı tercih etti.[3]
Dünyanın birçok ülkesi, kendi sinemalarının başlangıç tarihini ilk film çekiminin yapıldığı yılla belirler. Bu tarih genellikle ilk çekimi kimin ve neyin çektiğiyle ilişkilendirilir. Türk sinemasında resmi başlangıç tarihi, Ali Fuat Uzkınay'ın 14 Kasım 1914'te "Ayastefanos Rus Abidesi'nin Yıkılışı"nı filme çekmesi olarak kabul edilir. Ancak, Osmanlı uyruklu farklı isimlerin daha önce de belge niteliğinde film çekimleri yaptığı bilinmektedir.[4] Manaki kardeşlerin 1905'te çektiği, "Büyükanne Despina" olarak adlandırılan ve 104 yaşındaki büyükannelerini konu alan film, Türk sinemasının başlangıcı olarak gösterilmesi gerektiğini savunanlar da vardır. Netice itibariyle, Ali Fuat Uzkınay'ın çektiği "Ayastefanos Rus Abidesi'nin Yıkılışı" filmi, Türk sinemasının resmi başlangıcı olarak kabul edilir.[5]
I. Dünya Savaşı sırasında, 1915 yılının başlarında, diğer dünya ordularıyla eş zamanlı olarak, Türk Ordusu "Merkez Ordu Sinema Dairesi"ni kurarak Türkiye'de sinemayı sanat, sanayi ve ticaret dalı olarak başlatan kurum olmuştur. 1 Şubat 1913'te İttihat ve Terakki Partisi tarafından kurulup, 1 Nisan 1919'da Hürriyet ve İtilaf Fırkası tarafından kapatılan Milli Müdafaa Cemiyeti, 1918'den itibaren Kuva-yı Milliye ve Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetlerinin öncüsü ve kaynağı olmuş ve Türk sinemasının ilk konulu filmlerinin çekimini gerçekleştirmiştir. Bu cemiyetin kuruluş amacı Balkan Savaşı sırasında Kara Ordusuna yardım etmek, sivil halkın yardımlarını orduya ulaştırmak ve ordu ile halk arasındaki ilişkileri düzenlemektir. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti de 1916 yılında film çekimi çalışmalarına başlamıştır. Sinema kolunun başında, Cumhuriyetin kuruluşunun ardından CHP Sinema Mütehassısı olacak Kenan Erginsoy bulunuyordu. Erginsoy, Türkiye'de henüz emekleme aşamasında olan sinema çalışmalarına, haber niteliğindeki belge filmleriyle katkıda bulunmuş ve olayları kamerasıyla yerinde kaydetmeye başlamıştır[6].
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında kurulan ve 1919'da tüm gelirlerini kaybetmesine rağmen, büyük zorluklar altında Türk sinemasının ilk konulu filmlerinin yapılmasını sağlayan kurumlardan biri de Malûl Gaziler Cemiyeti'dir. Cemiyet, sinema çalışmalarına 1919 yılının ilk aylarında başlamış, ilk olarak “Mürebbiye" isimli filmi çekmiştir. Filmin yönetmeni Ahmet Fehim Efendi, görüntü yönetmeni ise Fuat Uzkınay'dı. Bu film çekimleri sürerken İzmir işgal edilmiş ve bunun üzerine filme ara verilerek, İstanbul'daki mitingler ve gösteriler çekilmiştir.
Şüphesiz ki 1919’un en önemli sinema çalışması, Fatih ve Sultanahmet Meydanı'nda İzmir'in işgalini protesto eden mitingleri yerinde kaydeden çekimlerdir. Halide Edip Adıvar'ın da konuştuğu bu filmler, sonraki yıllarda yapılan tüm Kurtuluş Savaşı filmlerinde sıkça kullanılmıştır. Malûl Gaziler Cemiyeti, daha sonra eksik bıraktığı "Mürebbiye"nin çekimlerini tamamlamıştır. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin elindeki sinema araçlarının Malûl Gaziler Cemiyeti’ne devri hakkındaki "Mülge Müdafaa-i Milliyeden müdevver sinema alet ve edevatının meccanen Malûlin-i Gûzat-ı Askeriye Muavenet Heyetine itasına dair" kararnamesi, Takvim-i Vekayi gazetesinin 1919 yılı sonlarında çıkan 3709 sayılı nüshasında yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu da gösteriyor ki, yasal düzenleme daha sonra yapılmış, yani Cemiyet, elindeki sinema araçlarına o araçları kullanmaya başladıktan sonra "resmen" sahip olmuştur.[7]
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türkiye'de devletin sinemaya yakın ilgi göstermesinin çeşitli nedenleri vardı:[8] Yıkılmaya yüz tutmuş bir imparatorluktan yepyeni bir düzene geçen ve bunu pekiştirmek için her alanda devrimlere hazırlanan genç Cumhuriyet için sinemadan daha uygun bir kitlesel iletişim aracı bulunamazdı. Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyon olan nüfusun %80'inden fazlası köylüydü ve bu kesim 40.000'den fazla kırsal yerleşim birimine dağılmıştı. Bölgeler arasında yaşam düzeyi, toplumsal ve ekonomik yapı bakımından büyük farklılıklar vardı. Nüfusun yaklaşık %90'ı okuma yazma bilmiyordu. Bu durumda sinemanın eğitim, kültür, sanat ve propaganda gücünden yararlanmak kaçınılmaz bir zorunluluktu. Cumhuriyet yönetiminin ilköğretim zorunluluğu, Tevhid-i Tedrisat (öğretimin birleştirilmesi ve laikleştirilmesi), harf devrimi, okuma-yazma seferberliği, halk dershaneleri, millet mektepleri, halk odaları, halkevleri gibi girişimlerle kendini gösteren eğitim ve kültür alanındaki çabalarında sinemadan daha etkili bir araç bulunamazdı. O yıllarda çok sıkı dostluk ve komşuluk ilişkilerinin kurulduğu SSCB, bu alanda başarılı örnekler vermekteydi ve bunlar Türkiye'de yakından takip ediliyordu. Ancak, bu alanda beklenen gelişme gerçekleşmedi.[9]
Cumhuriyetin kuruluş yılında Türk sineması için daha iyi bir başlangıç düşünülemezdi. Yepyeni bir düzene geçen ve bu düzeni pekiştirmek için bir dizi devrime hazırlanan genç Cumhuriyet için de kitlelere ulaşacak sinemadan daha uygun bir iletişim aracı bulmak mümkün değildi. "Ateşten Gömlek"i izleyen Hakkı Suha Gezgin, 10 Mayıs 1923 tarihli Vakitgazetesinde izlenimini şöyle dile getirmişti: “%95'i okuma yazma bilmeyen bir memlekette kitaptan medet ummak, körlerin ressam olmasını beklemek kadar acayip ve faydasızdır. Kitap, mektepten sonra gelir. Sinemalardan en çok istifadeye koşacak biziz. 'Ateşten Gömlek'i seyretmeden, bu yeni keşfin faydasına dair bu kadar kesin bir inancım yoktu. Bugün hissediyorum ki, bu alanda çalışırsak, noksanlarımızın büyük bir kısmını telafi etmiş olacağız...”[10]
İşgal altındaki vatan topraklarında birlik, beraberlik ve düzen sarsılmıştı. Buna karşın savaşın en yoğun günlerinde, TBMM orduları bünyesinde "Ordu Film Alma Dairesi (OFAD)" kuruldu. Bu daire, Malûl Gaziler Cemiyeti'ne devredilen araç ve malzemeyi geri alarak film çekim işini üstlendi. İşgal güçlerinin geri çekilirken köy ve kasabalarda işledikleri vahşeti görüntüleyen OFAD, bu filmleri kurgulayarak 1922'de "İstiklâl" (İzmir Zaferi) adlı belgeseli yaptı. Aynı yıl kurulan ilk yerli film yapım şirketi Kemal Film, Kurtuluş Savaşı boyunca 47 haber filmi üretti.[11]
Gazi Mustafa Kemal, kurmaca ve belgesel film seyretmekten hoşlandığı için Büyük Zafer'in ardından Kinox Ernemannmarka bir projeksiyon makinesi satın alınarak Çankaya Köşkü'nün odalarından biri sinema salonu haline getirildi. Sinemanın düzenli bir işleyişi vardı. Filmler, Atatürk'ün beğenileri dikkate alınarak İstanbul'dan ve bazen de yurtdışından getirilmekteydi.[12] Atatürk, filmleri genellikle geceleri, daha çok gece yarısından sonra izler ve geç saatlerde yatardı. Film izleme konusunda belirli bir rutini yoktu; bazen her gece üst üste, bazen haftada, bazen de ayda bir film izlerdi. Ancak kesin olan, Gazi'nin film izlemeyi alışkanlık haline getirmiş olmasıydı. Seyircilerle birlikte film izlemek istediğinde Ankara'da Yeni Sinema, İstanbul'da Elhamra, Opera ve Gloria; İzmir'de ise Elhamra sinemalarını ziyaret ederdi. En çok film izlediği yer ise kuşkusuz resmi ve özel ikametgâhı olan Çankaya Köşkü'ydü. Köşke en çok film temin eden şirket İpek Film'di. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, istediği kurmaca ve belgesel filmleri bir telgrafla şirkete bildirir ve şirket de talep edilen filmler dağıtımda veya gösterimde değilse trenle gönderirdi.[13]
Muhsin Ertuğrul'un ilk filmi (1922), "İstanbul'da Bir Facia-ı Aşk" veya diğer adıyla "Şişli Güzeli Mediha Hanım'ın Facia-ı Katli"dir. Bu filmi, "Boğaziçi Esrarı" (1922), "Ateşten Gömlek" (1923), "Kız Kulesi'nde Bir Facia" (1923), "Leblebici Horhor" (1923) ve "Sözde Kızlar" (1924) takip eder. Büyük çoğunluğu edebiyat uyarlaması olan bu filmler arasında "Ateşten Gömlek", en dikkate değer olanıdır. Halide Edip Adıvar'ın romanından uyarlanan "Ateşten Gömlek", Kurtuluş Savaşı'nın sıcak heyecanını yansıttığı kadar, akıcılığı ve güçlü oyunculuğu ile de Türk sinema tarihinin ilk önemli yapıtı olarak kabul edilebilir. Filmin bir diğer özelliği ise, ilk kez Türk kadın sanatçıların (Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir) bir sinema filminde rol almış olmasıdır.
1924-1928 yılları arasında çalışmalarını tiyatroya yoğunlaştıran Muhsin Ertuğrul, 1928 yılında İpek Film ile anlaşarak sinemaya geri döner. Reşat Nuri Güntekin'in "Bir Gece Faciası" adlı oyununu beyaz perdeye uyarladığı "Ankara Postası" (1929), o dönem için oldukça yüksek bir rakam olan 15.000 kişi tarafından izlenmiştir. Ardından "Kaçakçılar" (1929) ve "İstanbul Sokaklarında" (1931) filmlerini çeker. "İstanbul Sokaklarında", Türk sinemasının ilk sesli müzikal dram filmidir.[14]
Cumhuriyet'in ilk yılları, Türk Devrimi'nin atılım yıllarıdır. Sinemanın yeni toplumun kurulmasındaki gücü herkes tarafından fark edilmekteydi. Bu alanda, özellikle eğitici ve öğretici filmlerin halk eğitiminde kullanılması konusunda yoğun araştırmalar başlatılmıştır. 1926 yılında Sovyetler Birliği'nin ürettiği bazı eğitici filmlerin alımına karar verilmiş ve "Propaganda İçermeyen Filmlerin Değişimi Antlaşması" çerçevesinde bu filmler ülke seyircisine sunulmuştur. 1928'de yeni Türk harfleri kabul edildikten sonra, Türkçe dışında ve Arap harfli Türkçe yazılı filmlerin gösterimi yasaklanmıştır. İşletmeciler, "Harf İnkılabına hizmet etmenin şerefli bir iş olduğunu" belirterek okuma-yazma kampanyasına katılmışlardır. A. Süreyya İlmen'in tespitine göre, çok kısa sürede sinema filmlerindeki yeni harflerin ulaştığı kitle yarım milyonu aşarken, Halk Mektepleri, okullar ve köy odalarındaki sayı çoktan bu rakamı geçmişti. Türkiye, 1930 yılında Milletler Cemiyeti'ne bağlı olarak kurulan "Beynelmilel Terbiyevi Sinema Enstitüsü"nün (Institut International du Cinéma Éducatif) etkin üyelerinden biri olarak, sağlanan imkânlarla eğitici, bilimsel ve öğretici filmlerin alışverişini yapmıştır. Ancak bu filmler bir denetimden geçirilmekte ve bazı filmler propaganda içerdiği gerekçesiyle reddedilmekteydi.[15]
Türk ordusunun İzmir'e varışından sonra sinema çalışmalarının hızlanmasında Atatürk'ün büyük etkisi olmuştur. İzmir'de zaferin sevinci ve yangının hüznü arasında kalan Atatürk'e, İzmit'te çekilen bir filmin hazır olduğu ve istenirse gösterilebileceği bildirilmiştir. Atatürk, kendisini Batı dünyasına tanıtan bu filmi duymuş, ancak görmemiştir. Bunun üzerine hemen bir yer hazırlanır. O sırada halk İzmir'de sokağa dökülmüş ve Mustafa Kemal’in kaldığı otelin önüne toplanmıştır. Filmi izleyen Atatürk çok memnun kalmış, emeği geçenleri tebrik etmiş ve yanındakilere dönerek, "Bu, bugünleri görmeyen nesiller için büyük değeri olan bir belgedir" demiştir. Sonra kapıların açılmasını ve halkın da bu filmi görmesini sağlamak için ilgililere emir vermiştir. Cumhuriyet'in ilanından 8 ay önce yapılan İzmir İktisat Kongresi'nde (17 Şubat - 4 Mart 1923), Anadolu halkının özellikle tarım alanında bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi için sinemadan faydalanılması fikri ortaya atılmıştır. Kongrenin "Ziraat ve Maarif Meselesi" başlıklı bölümünün 9. maddesinde, "Ahlaka aykırı olanları yasaklamak koşuluyla ziraat, sanayi, coğrafya, iktisat ve sağlıkla ilgili sinema filmleri göstererek köylülere gereken yararlı bilgilerin verilmesi" kararı yer almaktadır. Atatürk, Kemal Film'in getirdiği Lewis Milestone'un "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filmini Elhamra Sineması'nda izlemiştir.[16]
İki yıl sonra, 23 Şubat 1932'de Atatürk yeniden Elhamra'da film izlemiştir. Seçtiği film, o yıl büyük ilgi gören bir Alman operet filmidir: Erich Charell'in yönettiği "Kongre Eğleniyor" (Der Kongress Tanzt, 1931). Atatürk, 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul'daki Opera Sineması'na giderek İngiliz yapımı "Çanakkale" filmini izlemiştir.[17] Binanın halılarla kaplı zeminleri ve fraklı, beyaz eldivenli teşrifatçıları dikkat çekiciydi. Atmosferden ve filmden etkilenen Atatürk, Opera Sineması sahibi Mehmet Rauf Sirman'dan sinema sektörünün Türkiye'deki durumu hakkında bilgi almıştır. Ertesi gün, %33 olan sinema vergileri %10'a düşürülmüştür!
Özen Film şirketi sahiplerinden İbrahim Pekin ve Neşet Sirman, Atatürk'ün vergi indirimi kararını nasıl aldığını şöyle anlatıyorlar: Atatürk, 23 Ocak 1932 tarihinde Beyoğlu'ndaki Opera Sineması'na gelerek 'Çanakkale' adlı filmi seyretmiş, gösteriden sonra sinemanın işletmecileri Mehmet Rauf ve Cemal Ahmet Beylerle görüşerek sinemanın neden tenha olduğunu sorar. İşletmeciler, 'yalnız kendilerinin değil bütün sinemacıların en büyük derdi olan vergilerin ağırlığından bahsederek, bu vergiler yüzünden bilet fiyatlarını indiremiyoruz. Halk da gelemiyor. Derdimizi de kimse dinlemiyor' derler. Bunun üzerine Atatürk, Ankara'ya dönünce Maliye Vekili Fuat Ağralı'ya emir vererek vergilerin indirimini sağlamıştır. Bu hadesiden Cemil Filmer de Mehmet Rauf ve Cemal Ahmet Beylerin adını vermeden bahsetmektedir.[18]
İş Bankası'ndan alınan sermaye ile ülkenin belli başlı kentlerinde çağdaş sinemaların açılmasında da Atatürk'ün katkısı olmuştur. Ancak teknik ve yeterli personel eksikliği nedeniyle Cumhuriyet'in 10. Yıl coşkusunu filme almak için Sovyet Rusya'dan sinemacılar çağrılmış ve bu çerçevede iki film yapılmıştır.
1931 yılında, ABD kaynaklı bir başvuruda Türkiye'yi tanıtacak film alımı söz konusu olduğunda, ülkenin atılımlarını doğru ve estetik bir biçimde yansıtan bir eserin bulunamadığı belirtilmiştir. Aynı yıl yapılan bir devlet istatistiğine göre Türkiye'de 144 sinema salonu bulunmaktaydı. Bunların 35'i İstanbul'da, 10'u İzmir'deydi. Kalan salonlar ise ülkenin batı bölgelerinde yoğunlaşmak üzere 53 il ve 23 ilçeye dağılmıştı. Ancak bu sayı sadece vergi veren sinema salonlarını kapsıyordu. Köy odaları ve Halkevleri başta olmak üzere, kahvehanelerde de gezici göstericiler tarafından filmler gösterilmekteydi.
21 Nisan 1933 tarihinde "Seyyar Terbiye Treni"nin Ankara'dan Samsun'a doğru yola çıktığını görüyoruz. İstasyonlar boyunca sergi, konferans ve film gösterimleri düzenleyen bu tren, 1002 km yol almıştır. Trenin, sinemanın halk eğitimindeki yerinin nasıl algılanmak istendiğini göstermesi açısından ilginçtir. Konferans verenler arasında ünlü eğitimci İsmail Hakkı Tonguç da bulunmaktaydı. 1933 yılında sadece İstanbul'da bir yıl içinde 3 milyon kişinin sinemaya gittiği ve bu sayının 1938'de 10 milyona ulaştığı belirlenmiştir.[19]
1934'te Uzkınay'ın "Zafer Yollarında" filmini izleyen Atatürk, filmi yeterli bulmamış ve çalışmalara devam edilmesini istemiştir. Filmde kendisinin yer aldığı bölümlerde hareketli görüntünün olmamasından dolayı filmin tamamlanamadığını öğrenen Atatürk, tepkisini şu sözlerle dile getirmiştir: "Ben hayattayım... Millî Mücadele'ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem halihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, millî bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır." [20]
Benzer bir olayı Hakkı Saygıner, İzmir Zaferi/İstiklal filmi için anlatmaktadır. Saygıner bir anısında, 1937 yılında Trakya Manevraları sırasında Atatürk'ün, "İstiklâl" filminin genişletilmesi için kurulan heyette görevli Nurettin Baransel'den filmin tamamlanıp tamamlanmadığını sormasını anlatır. Baransel, filmin tamamlanmadığını, sebep olarak ise Atatürk'e ait sahnelerin çoğunun hareketsiz resimlerden ibaret olmasını öne sürer. Atatürk bir an kaşlarını çatar, sonra şu cevabı verir: "Ben hayattayım. Millî Mücadele'ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem halihazırda mevcut olduğuna göre, çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak bu filmde mümkün olacaktır." Atatürk'ün arzusuna rağmen, bu konuşmadan kısa bir süre sonra hastalanması bu isteğini yerine getirmesine engel olmuştur. Zaman göstermiştir ki, yazdığı Nutuk ile savaşı ilk elden anlatan Atatürk'ün tutkularından biri de aynı konuyu sinema ile gelecek kuşaklara aktarmaktır. Bu yüzden zaferden sonra kendisine "filmin eksik olduğu" söylenince hemen Fahrettin Mürsel Paşa'ya eksiklerin imkân nispetinde giderilmesini emretmiş, daha sonra aynı emri -aynı konuya ilişkin bir başka konuşmanın sonunda- Nurettin Baransel'e tekrarlamıştır. Böylece savaştan sonra da "temsili" savaş sahneleri çekilerek bunlar savaş sırasında çekilen filmlere eklenmiştir.[21]
Atatürk, başkentin soğuk kış gecelerinde mesaisine ara verdiğinde ve Köşk'te bir toplantı veya davet yoksa film seyretmeyi tercih ediyordu. Seyircilerle birlikte film izlemek isterse, tercih ettiği mekân başkentteki Yeni Sinema'ydı. 1931-1935 yılları arasında on kez bu sinemayı ziyaret ederek film izlemiştir. [22]
Sovyet filmlerinin özel gösterimi Atatürk ve yakın çevresinin katılımıyla 10 Aralık 1933 tarihinde yapılmıştır. Yutkevich'in Bakü petrol kuyularında çalışan işçilerin Çarlık yönetimine karşı direnişini anlatan filmi bu gösterimde yer alan filmlerden biridir.[23] Gazi için zaman zaman Köşk'te özel gösterimler de düzenlenmiştir. Bunlardan biri de Mart 1934'te Türk-Sovyet ortak yapımı "Türkiye'nin Kalbi Ankara" filmi için olmuştur. Sergei Yutkevich yönetmenliğindeki bu film, Gazi'nin huzurunda yapılan özel gösterimin ardından 26 Nisan 1934'te HA-KA Film'in işlettiği Türk ve Sümer sinemalarında gösterime girmiştir. [24]
1935 yılında Ankara, Bursa ve Trakya bölgelerinde Halkevleri ve köy odalarında filmli konferanslar verildiği, toplumsal, bilimsel ve sağlık konularında filmler gösterildiği belirtilmektedir.[25] Bu filmlerin 100 adedi ABD kaynaklı, diğerleri ise Almanya'dan edinilmiştir. Temelde bir tiyatro sanatçısı olarak kendini tanımlayan Muhsin Ertuğrul, Atatürk dönemi sinemasının baş aktörü olarak nitelendirilebilir. Kameramanlıkta Cezmi Ar'ın, senaryo yazarlığı da Nazım Hikmet Ran'ın öne çıktığı bu dönemde, sinemacıların devletin ve halkın ihtiyaçlarına yönelik film üretiminde yetersiz kalmasının sebebi, o dönemin yetişmiş insan kaynaklarındaki eksikliktir. 1938 yılının Mart ayı başlarında Köşk'ten İpek Film'e gönderilen bir telgrafta, biri komedi diğeri belgesel-tanıtım türünde iki film istenmiştir: "Üç Ahbap Çavuşlar" ve Nazım Hikmet Ran'ın "İstanbul Senfonisi" filmi. [26] "İstanbul Senfonisi", Nazım Hikmet'in 1934 yılında İpek Film hesabına çektiği belgesel nitelikli bir tanıtım filmidir.
10 Şubat 1937 tarihinde, “Öğretici ve Teknik Filmler Hakkında Kanun” TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.[27] Bu yasa, devlet daireleri, kişiler veya kurumlar tarafından üretilecek eğitici ve teknik filmlerden her türlü vergi ve resmin alınmayacağını, sinemaların bu filmleri konulu filmlerden önce göstermekle yükümlü olacağını ve yasaya uymayanların para cezasına çarptırılacağını hükme bağladı. Ancak, işletmeciler ve yapımcılar eğitsel filmlerin uzmanlık gerektirdiğini, uzman bulunamadığını ileri sürerek, ticari kaygılar nedeniyle zaten az sayıda olan eğitsel (terbiyevi) filmleri göstermediler. Yıllar boyunca, ülke tarihinin en önemli olayları, Cumhuriyet’in en coşkulu yılları ve şahsiyetleri yeterince belgelenememiş, zamanın akışına kapılmıştır. Bu, bir daha geri kazanılamayacak, yerine eşdeğer bir şey konulamayacak bir kayıptır. Oysa Atatürk'ün doğrudan ilgisi ve desteği sayesinde, ilk kez Türk kadını, Kurtuluş Savaşı'nı anlatan "Ateşten Gömlek" (1923) ve "Ankara Postası" (1928) filmlerinde rol almışlardır. "Bir Millet Uyanıyor" (1932) filmi de Kurtuluş Savaşı'nı konu alan önemli eserler arasındadır.[28] Atatürk'ün öncülüğünde ilk kez kadın-erkek birlikte film seyretmeye başlamışlardır.
1930'lu yıllarda, yönetmen Cezmi Ar, Mustafa Kemal Atatürk’ün başrolde oynadığı bir film çekmiştir.[29] Ar, Atatürk'e "şöyle dur, böyle dur" diyemediği halde diğer oyunculara sert bir şekilde bağırmıştır. Atatürk ise, "Gel Cezmi, gel. Burada başkomutan sensin. Ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın." demiştir. Cezmi Ar, hayatının son yıllarında, "Bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım." diyecektir.
Başka bir olayda ise, 1937 yılında Ankara'da, Çankaya Köşkü'nde Atatürk, yönetmen Münir Hayri Egeli ile bir film senaryosu üzerinde görüşmüştür. Senaryoyu Atatürk yazmış ve filmin adını "Ben Bir İnkılap Çocuğuyum" koymuştur. Filmi Münir Hayri Egeli çekecek, Atatürk de oynayacaktı. Ancak, Atatürk'ün ömrünün son yıllarına denk gelmesi nedeniyle bu proje gerçekleşememiştir. Atatürk, ülkesinin ve insanlığın ufku ve gelecek bilinci olarak, bir esin kaynağı olmaya devam etmektedir. [30]
Atatürk’ün Talimatlarıyla Çekilen Filmler
Cumhuriyet’in ilk yıllarında milli ekonominin temel dayanağı tarımdı. Atatürk, bu politika doğrultusunda ülke genelinde kurulacak “numune çiftliklerinin” Türk köylüsüne yol göstereceğini ve onları cesaretlendireceğini düşünüyordu. Gazi, kendi adını taşıyan bu çiftlikle en olmayacak sanılan yerlerde insan azmi ve himmetinin neler yapabileceğini kısa sürede göstermişti. Bunu çekilecek bir film ile herkesin, özellikle köylünün ve çiftçinin görmesini istiyordu. Beyoğlu’nun tanınmış fotoğrafçılarından Ferit Bey, 1929 yılının ilkbaharında Ankara’ya gelerek film çalışmalarına başladı. Atatürk, 16 Ağustos 1929 akşamı Ferit Bey’i Dolmabahçe Sarayı’nda kabul etti ve birlikte filmi seyrettiler. Gazi, eksik gördüğü harman kısmının da filme ilave edilmesini istedi. Eksik kısım tamamlandıktan sonra film, Gazi’nin emriyle tüm Türkiye’de gösterime başladı.[31]
Atatürk, ülkede beliren ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasıyla artacağı düşünülen hoşnutsuzluğu gidermek için kapsamlı bir gezinin filme alınmasını gerekli gördü. Gazi, bu iş için o sıralar Ankara’da Kulüp Sinemasının müdürlüğünü yapmakta olan Reşit Kenan Bey’i görevlendirdi. Gezi, 17 Kasım 1930 akşamı saat 21:00'de Ankara Garı’nda başladı ve gezinin her aşaması filme alındı. Gazi’nin siyasi tansiyonu düşürmek için çıktığı yurt gezisi, Kenan Bey tarafından istenildiği gibi filme alınıp kurgulanmıştı. Atatürk filmi çok beğendi ve halka gösterilmesine izin verdi (Aralık 1930). Operatör Kenan Bey, yaklaşık dört ay süren bu geziyi başından sonuna kadar büyük özveriyle filme aldı. Gazi’nin devletin en yüksek temsilcisi olarak iş başında olduğu mesajı kamuoyuna verilmiş oldu.[32]
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye ile İran arasında sınır konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, 23 Ocak 1932 yılında imzalanan iki anlaşmayla çözülmüş ve iki ülke arasında ilişkiler dostane bir mahiyet almıştı. Gazi, bölgede istikrarın, güvenliğin ve barışın sağlanmasında İran’la yapılacak iş birliğini değerli gördüğünden Şah Rıza Pehlevi’nin Türkiye’ye yapacağı ziyareti önemli buluyordu. Bunun için Şah Rıza Pehlevi’nin yapacağı ziyaretin filme alınmasını gerekli görmüş ve bu konuda gerekli talimatları önceden vermişti. Kenan Bey ve yardımcı olarak da Kemal Necati Bey bu iş için görevlendirildi. İran Şahı’nın 10 Haziran 1934 yılında Türk hududuna gelmesi bekleniyordu. Saat 8:30’a doğru İran Şahı’nı taşıyan makam aracı hududa geldi ve kamera kayda başladı. Önce İran kıtasını sesli olarak filme aldı, ardından Türk askerini teftiş etti ve Türkiye gezisi başladı. Iğdır, Kars, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Trabzon ve Yavuz zırhlısıyla Samsun’a geçti. Buradan trenle Ankara’ya hareket edildi. 16 Haziran günü Ankara Garı’na 14:30'da ulaştı. Ankara’da dört gün kalındı. 20 Haziran’da önce İzmir ve daha sonra İstanbul’a geçildi. Şah, Dolmabahçe Sarayı’nda konuk edildi. Şah Rıza Pehlevi, Türkiye sınırından beri kendisini filme alan Kenan ve Necati Beylerin çekmiş olduğu filmi merak ediyordu. Şah, 1 Temmuz akşamı çok merak ettiği bu filmi seyretti; filmin son hali olmamasına rağmen filmden fazlasıyla hoşnut oldu.[33]
Atatürk’ün hayat hikayesi, başlattığı ve zaferle bitirdiği Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirdiği inkılapları ile epik bir filmin konusu olacak kadar ilginçti. ABD ve Avrupa’dan birçok yönetmen ve film şirketi bu benzersiz hikâyeyi sinemaya uyarlamak için müracaatta bulundu. Atatürk tekliflerden mutlu oluyordu fakat inkılaba dair film yapmanın öncelikle kendilerinin işi olması gerektiğini söylüyordu. Münir Hayri Egeli’ye bu konuda bir senaryo yazması için talimat verdi. Egeli’nin aktarımına göre, Gazi, kendi hikayesinin bir öğretmen hikayesine paralel bir şekilde anlatılması gerektiğini düşünüyordu. Atatürk’ün hikayesi bir öğretmenin gözünden anlatılacaktı. Bununla ilgili düşüncelerini uzun uzun Egeli’ye anlattı ve söylediklerinden hareketle bir senaryo yazmasını istedi. Egeli, iki gün içinde senaryoyu bitirdi fakat Atatürk’ün tam istediği gibi olmamıştı. Egeli’ye eksik bir şeyler olduğunu söyledi. Egeli de biraz çekinerek “Bir filmde kadın ve aşk unsuru da aranır ama bilmem nasıl emredersiniz?” dedi. Bu cevap Atatürk’ün hoşuna gitti ve başından geçen bazı aşk hikayelerini anlattı. Gazi, senaryonun her satırını çok dikkatli okuyor ve notlar yazıyordu. Sonunda senaryo bitti ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Afet İnan’a da okutturdu. Onların görüşünü aldıktan sonra senaryo hakkında tereddütleri kalktı. Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” adını verdiği senaryonun son halini beğendi.[34]
Egeli, filmin bütçesini hazırladıktan sonra Atatürk ile görüştü. Bu görüşmenin sonunda Atatürk, bütçe sağlandığı takdirde bu filmi yapıp yapamayacağını sordu. Egeli de yapabileceğini söyledi. Egeli yurtdışı eğitimine gitti ve döndüğünde Gazi ile birlikte “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” adlı senaryonun üzerinde yeniden çalışmaya başladı. Atatürk yine birtakım notlar aldırdı ve düzeltmelerden sonra “Bu iyi bir film olur.” dedi. Atatürk, senaryonun sonuna “Bu senaryonun ruhuna sadık kalmak elzemdir.” diye not düştü. Atatürk’ün onay vermesinden sonra filmin yapım hazırlıklarına başlandı. Atatürk’ün bazı açılardan filmleri çekildi. Ancak Gazi’nin sağlık sorunlarının baş göstermesiyle çekimler askıya alındı ve sonraki süreçte sağlığı iyice bozuldu. Çekimlere bir daha dönülemedi.[35]
Atatürk, Millî Mücadele’nin konu edileceği belgesel ya da kurmaca filmlerde bir oyuncu gibi rol almaktan çekinmeyen, hatta bunu öneren ve yapan alçak gönüllü bir liderdi. Sinemacıları bu konuda teşvik ediyor ve cesaretlendiriyordu. Türk sinemasının öncü isimlerinden biri olan Fuat Uzkınay, ilk adı “İzmir Zaferi” olan, sonrasında “İstiklâl” olarak değiştirdiği belgesel film yaptı. 1930 yılından başlayarak Uzkınay filmi genişletmeye başladı. İstiklâl filminin genişletme çalışmaları 1933 yılında tamamlandı. Atatürk, İstiklâl filmini 1934 Haziran’ında İran Şahı ile seyretti. Filmi beğendi ancak yetersiz buldu. Genişletme çalışmalarına devam edilmesi talimatı verdi. Yukarıda da dile getirildiği gibi 1937 yılında Trakya manevraları sırasında komisyon üyelerinden Nurettin Baransel’e filmin tamamlanıp tamamlanmadığını sordu. Baransel, kendisine ait sahnelerin hareketsiz resimlerden ibaret olması sebebiyle filmin tamamlanamadığını söyledi. Bu gerekçeyi anlamlı bulmayan Atatürk, “Ben hayattayım. Millî Mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hali hazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınızda bana düşen vazifeyi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırım. Bu milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını ispat etmek, hatırda bırakmak ancak bu filmle mümkün olacaktır.” dedi.[36] Gazi, filmin son halini maalesef göremedi. Filme son olarak Atatürk’ün vefatıyla ilgili bir bölüm eklendi ve böylece muazzam bir film ortaya çıktı. Atatürk, İstiklâl filminin genişletilmesi çalışmaları sırasında kamera karşısına geçemedi ama gerçek kişiler üzerinden İstiklâl Savaşının anlatıldığı Bir Millet Uyanıyor filminde rol aldı. Gazi, Meclis konuşmasını kamera önünde tekrarlayacaktı. Bunun için konuşma yapacağı yerin arkasına siyah örtü gerildi. Bir Millet Uyanıyor filminin çekimleri, Ankara’dakiler de dahil olmak üzere 1932 yılının sonbaharında tamamlandı. Gazi ile Kazım Paşa’nın ilk ve son kez bir oyuncu gibi kamera karşısına geçip oynadıkları bu film hatıralara işlendi.
Mustafa Kemal Atatürk, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu değil, aynı zamanda sanatın ve kültürün önemini kavrayan bir liderdi. Özellikle sinema, Atatürk’ün ilgisini çeken ve gelecek nesiller için bir araç olarak gördüğü bir sanat dalıydı.
Sonuç olarak;
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve gelişiminde medyayı stratejik bir araç olarak kullanmış, toplumsal dönüşümün sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Yeni bir devletin ideolojisini halkına benimsetmek ve sürekliliğini sağlamak amacıyla medya, toplumsal biçimlenmenin belirleyicisi olarak öne çıkmıştır. Atatürk, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkiye’yi çağdaş bir ülke haline getirmek için köklü değişiklikler yapmış ve bu değişikliklerin halk tarafından benimsenmesi için ikna yöntemini benimsemiştir.
Atatürk, milli mücadele döneminde Anadolu Ajansı’nın kurulması gibi adımlarla kamuoyu oluşturmayı hedeflemiştir. 1920’de kurulan Anadolu Ajansı, ulusal kurtuluş mücadelesinin sesi olmuş ve halkı bilgilendirme görevini üstlenmiştir. Cumhuriyet döneminde yerel basının gelişmesi ve Halk Evleri’nin açılmasıyla birlikte basın yayın hayatı çeşitlenmiştir. Atatürk’ün gazetecilikle olan ilişkisi, öğrencilik yıllarına kadar uzanmakta ve bu alandaki çalışmalarıyla toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunmuştur. Atatürk, gazetecilik kariyerine “Minber” gazetesi ile başlamış ve ardından “İrade-iMilliye” ve “Hakimiyet-i Milliye” gibi gazeteler çıkarmıştır. Bu gazeteler aracılığıyla kamuoyunu bilgilendirmiş ve ulusal hareketin sesi olmuştur. Atatürk, basının önemini kavrayarak onu devrimlerin bilinçli savunucusu olarak görmüştür. Kitle iletişim araçları, inkılap düşüncesinin oluşmasında ve toplumun çağdaşlaşma sürecinde önemli görevler üstlenmiştir.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında yerel basının gelişmesi, Atatürk'ün hedeflerine ulaşmasında önemli rol oynamıştır. Kitle iletişim araçları hem ulusal kurtuluş mücadelesinde hem de devrim sürecinde Atatürk'e destek vermiştir. Bu bağlamda, Anadolu Ajansı'nın kurulması, radyo yayınlarının devletleştirilmesi ve hükümetin sözcüsü durumunda olan gazetelerin yayına girmesi gibi adımlar atılmıştır. Radyo, Atatürk dönemi modernleşme sürecinde güçlü iletişim araçlarından biri haline gelmiştir. Cumhuriyet'in ilanından kısa bir süre sonra radyo yayınının başlaması, halkla doğrudan iletişim kurma olanağı sağlamıştır. Atatürk, radyoyu halkı bilgilendirmek ve bilinçlendirme amacıyla kullanmış, böylece ülke genelinde eşit bir bilgi ortaya çıkmıştır.
Bu makalede Atatürk'ün sinemaya olan tutkusunu, izlediği filmleri, sinema sektörünü destekleme çabalarını ve sinema aracılığıyla milli bir kimlik yaratma vizyonunu inceledik. Atatürk, sinema salonlarında düzenli olarak film izleyen ve yeni filmler hakkında bilgi alan bir sanatseverdi. Atatürk'ün sinema sevgisi, sadece izleyici olmaktan öte, Türk sinemasının gelişimine aktif olarak katkıda bulunma isteğini de yansıtıyordu. Yerli film yapımını teşvik etmek ve yurt dışından filmler getirmek için çeşitli önlemler aldı. "Vatanseverlik duygusunu aşılamak" ve "milli bir kimlik oluşturmak" amacıyla sinema filmlerinin kullanılmasını savundu. Sonuç olarak, Atatürk'ün sinemaya olan ilgisi, sadece bir hobi değil, gelecek nesillerin eğitimi ve milli bilincin oluşması için bir araçtı. Onun vizyonu, Türk sinemasının gelişimine yön veren ve bugün bile etkisini sürdüren önemli bir mirasa dönüştü.
Atatürk’ün medya ile ilişkisi, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda toplumsal değişimin itici gücü olmuştur. Kitle iletişim araçları sayesinde devrimlerini halka benimsetmiş ve Türkiye'nin çağdaşlaşma yolundaki hedeflerine ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu süreçte basının etkili kullanımı, toplumun bilinçlenmesine ve ulusal kimliğin pekişmesine katkıda bulunmuştur. Atatürk'ün bu alandaki çalışmaları, Türkiye'nin modernleşme sürecine büyük katkılar sağlamış ve basının toplumsal dönüşümdeki rolünü pekiştirmiştir. Atatürk'ün medya kullanımı bugün bile çalışmalar için bir kaynak olarak kullanılmaktadır. Medyanın gücünün farkında olan her lider Atatürk'ün bu alandaki stratejilerini incelemeli ve kendi iletişim stratejilerini şekillendirirken onlardan ilham almalıdır.
[1] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021
[2] Esra BiRYILDIZ, Atatürk ve Sinema, Marmara İletişim Dergisi, Sayt:7, Temmuz 1994
[3] [3] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 13-15
[4] https://www.haberturk.com/fuat-uzkinay-gunumuze-kadar-8357-filmin-uretildigi-turk-sinemasini-baslatti 3019418 erişim tarihi: 11/03/20224
[5] Türk, Mehmet Sezai, Türk Dünyası Sinemaları 6: Türk Sineması https://ictmedia.com.tr/yazar/icerik/984
[6] Şener, Erman. (1970). Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız, İstanbul: Ahmet Sarı Matbaası. 15-16
[7] Önder, Selahattin, Baydemir, Ahmet, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:6 Sayı: 2 Aralık 2005 s. 120
[8] Türk Sinemasının Kuruluşunda Ordunun Rolü, https://www.kameraarkasi.org/makaleler/makaleler/ordununrolu.html
[9] Erksan, Metin. Türk Sinemasının Kurucusuydu, Hürriyet Gösteri, Sayı. 37, s. 11-12, akt: Baydemir, S. Ö. V. A. (2005). Türk Sinemasının Gelişimi (1895-1939). Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(2), 113-135.
[10] Özön, Nijat. (1995). Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları (1. Cilt), Ankara: Kitle Yayınları.54-55
[11] Avcı, Nazan; Atatürk Döneminde Türk Sineması, https://10layn.com/ataturk-doneminde-turk-sinemasi/11 Nisan 2024
[12] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 20
[13] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 23-24
[14] Karaca, Özkan, Türk Sineması Dönemleri, https://www.kameraarkasi.org/makaleler/makaleler/turksinemasidonemleri_ozkankaraca.pdf
[15] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-doneminde-turk-sinemasi/#:~:text=T%C3%BCrkiye%2C%201930%20y%C4%B1l%C4%B1nda%20Milletler%20Cemiyetine,bilimsel%2C%20%C3%B6%C4%9Fretici%20filmlerin%20al%C4%B1%C5%9Fveri%C5%9Fi%20yap%C4%B1ld%C4%B1.
[16] Önder, Selahattin, Baydemir, Ahmet, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:6 Sayı: 2 Aralık 2005 s.125- 126
[17] Önder, Selahattin, Baydemir, Ahmet, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:6 Sayı: 2 Aralık 2005 s. 126
[18] Gökmen, Mustafa. (1991). Eski İstanbul Sinemaları, İstanbul: İstanbul Kitaplığı Yayınları.s68
[19] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-doneminde-turk-sinemasi/
[21] Şener, Erman. (1970). Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız, İstanbul: Ahmet Sarı Matbaası. 15-16
[22] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 30-31
[23] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 36-37
[24] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 34-35
[25] İsmet Arasan, https://yeni.ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/924/Atat%C3%BCrk-D%C3%B6neminde-T%C3%BCrk-Sinemas%C4%B1
[26] Özuyar, Ali, Gazinin Sineması, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 24
[27] öğretici ve teknik filimler hakkında kanun, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc017/kanuntbmmc017/kanuntbmmc01703122.pdf
[28] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-doneminde-turk-sinemasi/
[29] https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-doneminde-turk-sinemasi/?pdf=3801
[30] Özün, 1962:24, Akt: Şahin, Emine (2017) Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Dergiler Işığında Sinema 6. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi, Bildiriler Kitabı – III (Hukuk- İşletme- Sanat- Siyaset Bilimi- Uluslararası İlişkiler), 10-13 Mayıs 2017, Muş
[31] Age, 93-95
[32] Age, 96-102
[33] Age. 103-107
[34] Age. 113-116
[35] Age. 113-116
[36] Age. 11--121